Dönüşüm Franz Kafka Dönüşüm (1912) babanın ölümcül iktidarı üzerine bir anlatıdır. İsteği dışında dev bir böceğe dönüşen Gregor Samsa, ‘bab...
Dönüşüm Franz Kafka
Dönüşüm (1912) babanın ölümcül iktidarı üzerine bir anlatıdır. İsteği dışında
dev bir böceğe dönüşen Gregor Samsa, ‘babanın elinde sallanan sopayı her an
sırtına ya da başına yiyip ölme’ tehdidi altındadır. Patriarkın öfkesinden,
babanın üzerine yürüyen ve Gregor’un hayatını bağışlaması için ona yalvaran
anne sayesinde kurtulur. Yaralı, örselenmiş, lanetli ve herkesin terk ettiği
Gregor ölüme bırakılır ve ‘cenaze töreni’ni yerine getirmek üzere, elindeki
süpürgesiyle hizmetçi görevlendirilir: ‘yandaki şu şeyin nasıl ortadan
kaldırılacağı konusunda endişelenmenize gerek yok. O iş çoktan halloldu.’ ‘Aile
içi totalitarizm’ üzerine bu ünlü ve korkutucu masalı anlamak için, Kafka’nın
Babama Mektup’unda, babanın onu ‘bir parazit’ ve ‘bir böcek’ olarak kabul
etmesinden şikâyet ettiğini hatırlamak gereksiz olmaz. Elbette bu boyut
esrarengiz kalan ve bütün şiirsel eserler gibi sonuçta ‘açıklanamaz’ olan
hikâyenin ‘anlam’ını asla ortadan kaldırmaz.
Versus Kitap Tanıtım Yazısı
Kafka”nın 1915 yılında yayımlanan “Dönüşüm” adlı
kitabı, yazarın anlatım sanatının gerçek anlamda doruklarına varmış olduğu bir
yapıttır. Küçük burjuva çevrelerindeki tiksindirici aile ilişkilerini en ince
ayrıntılarına kadar irdeleyen anlatı, aynı zamanda genelde toplumun
kalıplaşmış, işlevini çoktan yitirmiş akışına bilinç düzeyinde başkaldıran
bireyin tragedyasını çarpıcı biçimde dile getirir. “Gregor Samsa”nın
başkalaşması, bir böceğe “dönüşmesi”, salt bir çarkın kaskatı dişlisi,
eleştirmeyen, ama yalnızca “boyun eğen” bir toplum bireyi olmaktan çıkma
anlamını taşır; böylece böcekleşen’in yazgısı, elbet toplumca dışlanmaktadır.
Kafka’nın en kalıcı yapıtları arasında yer alan Dönüşüm’ü (Die Verwandlung)
Elias Canetti’ “en yetkin düzeydeki anlatım sanatının tipik örneği” diye
nitelendirir.
‘Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu’’ Bu ilk cümlesi bile, Kafka’nın 1912’de yazdığı “Dönüşüm” adlı kitabının tüm olağandışılığına ve şaşırtıcılığına karşın, giderek daha da korkunç olağanlığa sürüklenecek olan bir öykünün habercisi olduğunu gösterir. Her şeyin çıkar üzerine kurulduğu ve insanın insan olmaktan çıkartılarak hiçleştirilmeye çalışıldığı bir dönemin tam ortasında, insanoğlunun bu değişimini çarpıcı bir şekilde fiziksel başkalaşımla somutlamaktadır.Kafka’nın hemen, hemen bütün eserlerinde görülen yabancılaşma olgusu, onun kendi yaşamında da belirgin bir biçimde izlenir. Hayatı ne kadar küçük ve basit yaşarsak o kadar az sorun yaşayacağını savunur.
‘Babaya Mektup’ ve ‘Yargı’ kitaplarında olduğu gibi, bu kitapta da oğul ve baba söz konusudur. Ancak dönüşüm, Kafka’nın yabancılaşma duygusunu en güçlü biçimde yansıttığı yapıtıdır. Öte taraftan bir sabah yatağında bir böcek olarak uyanan Gregor Samsa, bilinci ve istemi dışında gerçekleşen bu dönüşümü bir türlü kabullenemez. Ancak ailesi ve patronu ise, kısa bir şaşkınlığın ardından, onun artık bir böcek olduğunu kabullenirler. İnsanlıktan çıkmış olmanın ailesi ve patronu için sanıldığı kadar büyük ve önemsenen bir problem olmaması yabancılaşma larak görülmüş. Roman böcek olmakla alışageldiği şeylerden koparak yepyeni bir konuma giren Gregor Samsa da, o güne kadar sürdürdüğü yaşama da, çevresindekilere de, bambaşka bir gözle bakmasını sağlamıştır. Aslıda alışılagelmiş olan görmezden gelinen yabancılaşmanın dev uçurumlara neden olduğunu gözler önüne sermiştir.
‘DÖNÜŞÜM’e
Dair – Veysel Ataman
Kafka’nın bu uzun öyküsünün dilimizdeki çevirilerinde nedense ‘Değişim’ adı tercih edilmiş. İnternetteki Kafka sitelerinde yapacağımız kısa bir gezintide, Almanca basımlarında ya da başka dillere yapılmış çevirilerinde kapak illüstrasyonu olarak bir kelebeğin de kullanıldığını görüyoruz. Dönüşüm’ü bir kavram olarak hatırlatmaya yönelik bu tercih, en azından bu işlevini yerine getiriyor, çünkü kelebek, tırtılın metamorfoz geçirmiş halidir; değişikliğe uğramak söz konusu değildir; yaşanan tamamen bir üst (başka) biçime geçmektir; geri dönmemecesine. Değişim, her zaman olmasa bile, eski duruma bir geri dönüşün kapısını aralık tutar, çevirmenimiz tercihini, metamorfozun, yani öyküdeki durumun karşılığı olarak daha uygun olduğunu düşündüğü ‘Dönüşüm’ lehine kullandı.Kuşkusuz, giriş açıklamamızı buraya kadar okuyagelmiş biri için, Dönüşüm’e ayrıca yer ayırmamız biraz yadırgatıcı gelecektir; çünkü Kafka’nın ‘dünyasına’ çok yönlü bir üst bakış oluşturmaya çalıştığımız bu girişin, okura, hem metiniçi hem de tarihsel yorumlar yapma bakımından, gerekli anahtarları, dolayısıyla da ‘yorumlama özgürlüğü’nü az çok sunduğunu düşünüyoruz. Gene de, buraya kadar yapageldiğimiz açıklamaları biraz daha desteklemek için, bu kez metinden yola çıkma denemesi yapabiliriz.
Dönüşüm, girişte
belirttiğimiz ‘kişinin kendini bir durumda bulma’ modelinin Kafka’daki en tipik
örneklerinden biri olsa gerekir. Dava’da, roman figürü kötü bir şey yapmamış
olsa da, onun tutuklanma durumu, romanın daha ilk cümlesiyle birlikte, onu da,
bizi de içine alır. Aynı giriş, burada öykünün figürünü bir başka tutuklanma ya
da sınırlanma durumu ile karşı karşıya getirir. Elbette okuru da: Kitin kabuğu
içindeki tanımlanmaz, ürkütücü bir böcek. Okur daha ilk cümlede sırtından
böceğin odasına itilir ve oradan uzun bir süre çıkamaz, ta ki böcek, kül
kutularının, çöpün arasından dışarıya çıkıp kız kardeşinin çaldığı kemanı dinlemeyi
göze alıncaya kadar.
Kafka, ‘aradan çekilen
yazar’ olarak, insanın böceğe dönüşmesi gibi, akla, mantığa ve elbette doğa
yasalarına aykırı bir sürecin hesabını vermekten kurtulmuş; anlatının
perspektifini böceğin bilincine ve gözen bağlayıp ortalıktan ‘sıvışmıştır’.
Şimdi o odada böcek ve onun algı dünyasının sınırlarına hapsedilmiş okur,
yazarın biraz merhamet edip bir ara aralattığı kapıdan, o gene alabildiğine
sınırlı perspektiften, Gregor’un anne babasının ve kız kardeşinin bulunduğu,
bir ara işyerinde patronun yolladığı müdürün dolanıp durduğu bu en son, belki
de kendisi gibi pazarlamacı oldukları izlenimini veren, soğuk, itici, sakallı
üç kiracının yemek yedikleri salona ‘bakar’ (ya da kulak verir). Kafka’nın, bu
öyküsüyle ilgili olarak, kapak resmi yapılacaksa, böceğin kesinlikle
gösterilmemesi gerektiğini hatırlatması boşuna değildir elbette. Çünkü böcek ya
da böcekleşme, bir durumdur: İçine çekilinmiş bir durum ya da içten dışarıya
bakmanın durumu.
Elbette okur, onunla
aynı odaya kapatılmış ve onun gözünden ‘dışa’ bakıyor, kulak kabartıyor olsa
da, bir yandan da odadaki böceğin buradan kurtulma, hareket etme, sesini
duyurma, hatta bir an evvel kalkıp işine yetişme vb. kaygılarına eşlik eden iç
(psikolojik-düşünsel) ve dış (fiziksel) süreçleri, gerçekte süreç izlenimi
veren ‘kaygı ve yetersizlik’ durumlarını, yazarın gene böcek üzerinden (onun
algı ve bilinci aracılığıyla) verdiği bilgilerle izleme konumundadır.
Edebiyat eleştirisi,
öykünün başlıca üç bölümde yapılandığını kabule der: Birinci bölümde Gregor’un
mesleğiyle, işiyle ilgili kaygılarını, bir an evvel işe yetişme mecburiyetinin
baskısını öğreniriz. İkinci bölüm bakışlarımızı aile üzerine çevirtir. Ailenin
(anne, baba, kız kardeş) bir ittifak ya da dayanışma içine girmesi evresidir
bu. Üçüncü bölümde görünürde bir tür kendi üzerine savrulma, kendisiyle
hesaplaşma söz konusudur. İkinci bölümde yavaş yavaş ortaya çıkan, böceğin
kimlik/özdeşlik sorunu, üçüncü bölümde bir bakıma böcek-insan ikileminin
bulanıklaşmasıyla anlamsal açımlar oluşturur. Dönüşümün ya da ‘oyundan çıkma’,
geriye çekilip kabuğuna kapanma durumunun, hayatın anlamını yakalayamama,
hayatı pazarlamacılığın, ailenin borcunu ödemenin kaygı sınırları içine çekme
aymazlığının Samsa’yı getirdiği bir durak olarak da yorumlamak mümkün. Burada
karşımıza insan yemeğine ağzını sürememe, aradığı besini bir türlü bulamama
motifleri çıkıyor. Bu bir türlü bulamadığı kesin, aslında böceğe dönüşmeden de
böcek gibi yaşamış olduğu için ‘tadını’ , ‘anlamını’ kendinden hep uzak tuttuğu
‘öteki hayat’ olabilir mi’ Özgürleştirici müzik olarak simgeleştirilmiş öteki
hayat’
ZAMAN
Birinci bölümde, Nobert
Elias’ın uygarlaşma süreçleriyle birlikte kültürel bir vicdana dönüştüğünü
ileri sürdüğü ‘zaman vicdanının’ ya da baskısının neredeyse tipik bir uygulamasını
buluruz. Elias’a göre, kapitalist sanayi toplumları (hizmet sektörünü de buna
eklememiz gerek) çalışanı (bireyi) verimlilik ilkesine göre kesin zaman
dilimlerine bölünmüş bir gündelik/haftalık/aylık/yıllık hayatın, hatta ömrün
korsesine sokmuş olsa bile, insan, bu dış baskıyı içselleştirip bir zaman
vicdanına dönüştürmüş olduğu için bir bakıma onu algılamaz. Böcek-Gregor, Elias’tan
yaklaşık elli altmış yıl önce, bu tezi zorlarcasına, zaman çarkının gıcırtıları
altında ezilir. Gregor’un zaman vicdanına direnişi, en azından zamanın
baskısını iyice dışsallaştırması söz konusudur. Birinci bölüm, dakikaların
tahakkümünü yaşatır ona (ve okura). Ama işte zaman, öteki her şey gibi, sadece ‘baskın’nın’
durumsallaşmasından başka bir şey değildir burada. Örneğin firmanın, Gregor’un
yokluğunu fark etmesi için o dakikacık yetmiştir. Sonra, ikinci bölümde,
dakikalar önemini kaybeder sanki. Zaman, durum olarak öyküde şimdilik
işlevsizleşmiş; yapacağını yapıp ortadan çekilmiştir. Patronun yolladığı müdür,
zamanı da, baskısını da beraberinde alıp götürür. Çünkü zaman, iş-çalışma
dünyasına endeksli, görece varolan bir şeydir; artık işe gidemeyen,
değişmelerin yağmurlu havadan güneşli havaya geçişten ibaret olduğu, bir yere
ulaştırmayan sınırlı hareketlerin (böceğin hareketlerinin) dairesellik
kazandığı bir mekânda, zaman süreç olarak yok olmuştur; durum olarak ise
bulanıklaşmıştır.
TEKELCİ AŞAMA
ÖNCESİ KAPİTALİZM
Gregor Samsa’nın
böcekleşmeden önce (ve hâlâ) satıcılığını yaptığı firma ya da işyeri, bugün
ülkemizde hâlâ bir olgu olarak varolan küçük esnaf/atölye işletmelerinin bir
modelini sunar. Hani çırağın, çalışanın patronundan, muhasebecisinden hafta
sonu kişisel borç alabildiği bir kapitalizm aşamasını. Gregor’un ailesi de
patrondan borç para almıştır. Batı’da bugün çoktan tarihe karışmış bir dönemdir
bu; Kafka’nın Dönüşüm’ü yazdığı yıllarda, hızla tekelci aşamasına doğru
evrilen, küçük işletmeleri, firmaları yutan kapitalizmin ön biçimlerinden
temsili bir örnektir bu firma. Ne var ki, işe gelmeyen elemanını merak eden, en
azından, hangi nedenlerle olursa olsun kaygılanan bu ‘insani’ firma, gene de
Kafka’nın öteki yapıtlarında gördüğümüz üst-alt ilişkisini, başta mimari
düzenlemelerle olmak üzere (Dava’da yargıçların kürsüsü, locadakiler) çeşitli
düzlemlerde kurar. [Kafka metinlerinde, başta ‘görünmez mahkeme’ olmak üzere,
kişi hep kurumların temsilcilerinin temsilcileri ile yüz yüze gelebilir ancak.
Kurumu üst otoriteyi temsil eden kişi ve aracılar da, beklenmedik (en azından
görünürde) zaaflar taşırlar. Temsil ettikleri güç ile fiziksel, kişisel
yapıları arasında, ters orantılı, ‘aşağıdaki’ kişiye ilk anda cesaret veren
özellikleri vardır.] Burada da patron yanındakilere yüksekten konuşur (Kafka’daki
‘kürsü’ motifi) ama kulakları ağır işitir. Gregor firmada zaafları olduğu
bilinen biridir; bu da üst’ünün onun üzerinde otorite kurmasını kolaylaştırdığı
gibi, gene kurumun ona karşı, insani davrandığı izlenimini okura verebilecek
bir fırsattır. Zaaflar üzerine kurulu, tahammül, merhamet etme görüntüsü
ardında işleyen bir insafsızlık ve anlayışsızlık kolayca ele verir kendini.
Burada Heinz Politzer’in 1962 tarihli Franz Kafka, der Künstler (‘Sanatçı Franz
Kafka’) kitabında bir yoruma baş vurarak, onun firma ile ilişkisinin kaynağını
biyografik bir olguyla da açıklamaya çalışabiliriz. Politzer’e göre, Kafka eski
Avusturya liselerinin kâbuslarını yansıtmaktadır bu firma ilişkisinde.
Öğretmeninin, anne babasının, sonra da okul müdürünün (süper-egoların) bitmez
baskısını ve verimliliği kendi ölçütleriyle belirleme yetkisini buluruz burada.
Gregor firmada, alacakları tahsil etme yetkisiyle donatılarak, firmanın öteki
daha rahat ve serbest davranabilen pazarlamacılarının konumuna yükselme şansı
elde etmiştir, ama bu şansı geri tepmiş, son zamanlarda alabildiğine verimsiz
bir çalışma ortaya koymuştur. Verimliliğin ölçülmesinde kantarın topuzunu
üst-otoritelere bırakan bu yorumları, onun lise yaşantısındaki deneyimleriyle
ilişkilendirmek elbette zor değildir.
Gregor’un ailesi ile
ilişkisi, tuhaf bir dayanışma ya da kullanma ilişkisine tekabül eder. Gregor,
bir trenden inip ötekine binerek yaptığı pazarlama yolculuklarının katlanılmaz
baskısına, ailesinin, hem de işyeri sahibine (patrona) olan borcundan ötürü
dayanmak zorundadır. O bir köle midir, yoksa, aileye ait olmanın bedeli midir bu’
Cevap vermek zordur bu soruya. Ancak, yayına hazırladığımız Babaya Mektup’tan
çıkartabileceğimiz kadarıyla, bir biyografik yorum yapmamız mümkünse, Kafka
için aile üyesi, oğul olmak, anlamını kendisinin bilemeyeceği kurallara uymakla
mümkündür, diyebiliriz. Kafka orada, babasının koyduğu ve nedenini, niçinini
sadece onun bildiği kurallardan söz eder. Bu yorum benimsenirse, böcekleşme,
baba otoritesine (dışa/süper-egoya) kapanma, kendince bir özgürleşmedir de.
ÖZGÜRLÜĞÜN
İMKÂNSIZLIĞI
Gregor, özgürleşmeyi,
(bağımsızlaşmayı) ailesinin patrona olan borcunu ödeme zorunluluğunun ortadan
kalkması koşuluna bağlayıp indirger, çok dar anlamda yorumlar. Kaldı ki, koşul
buysa, gerektiği gibi çalışmaması, en azından üst-otoriteye göre, verimli ve
yeterli performans göstermemesi, özgürleşmekten korktuğunun değilse bile, onu
basitleştirdiğinin, indirgediğinin belirtisi olarak anlaşılabilir. Gregor,
gerçek özgürleşmenin önünde bambaşka ve belki de görünmez sınırlar olduğunun
farkındadır belki; tıpkı liseyi bitirmenin, oradan kurtulmanın, (hep olduğu
gibi) bir özgürlük duygusu vermesinin ardından, hemen öteki kurum ve mercilerin
(süper-ego kurumlarının) önümüze çıkması ilişkisinde olduğu gibi. Her
özgürleşme (duygusu) geçici, yanıltıcıdır; mutlak değil, bir önceki durumdan,
belli bir durumdan bağımsızlaşmaktır. Dış dünya, yeni bağımlılık alanlarını
hazır edip kişiyi bekler, Gregor bu firmaya borcunu bitirip bağımsızlaştıktan
sonra ne yapacaktır’ Öyküde gelecek tasarımına ilişkin ne bulabiliriz’
Pazarlamacılıkla ilgili sorunların cenderesi içinde sıkışıp kalmışlığı, sonuçta
kendisini bir pazarlama metaı gibi görüşü, onun özgürlük tasavvurunun kendi
dünyasıyla (bireyin kendi dünyasıyla) sınırlılığını gösterir bize. Gregor Samsa’nın
özgürlük, bağımsızlık tasarımı, belli bir durumu arkada bırakmaktan ibarettir
sadece, tasarlayamadığı bir durumun özlemini bile çekememektedir o, ama üçüncü
bölümde göreceğimiz gibi, ‘hep aradığı’, belki de bulmaktan korktuğu bir ‘besin’
söz konusudur.
Gregor’un borcun
ödenmesi sorunu da, zamana dayalı bir süreçten çok, Gregor’un algılayışında,
özgürlüğün önünü kesen bir durumdur; süreçleşemeyen özgürlük (düşüncesi),
yerini ister istemez başka bir durumsal kurtuluşa, ‘böcekleşmeye’ bırakıyorsa,
metamorfoz radikal bir dönüşüm olarak, Kafkavari bir özgürleşmeden öteki
birbirini izleyecek bağımlıklara, (evliliğe, bizzat iş güç sahibi olmaya vb.)
kapanmaktan başka ne olabilir ki’ Yani özgürleşme olmayan bir özgürleşmeden
başka’ Son bölümde, ama bir bakıma hep kaçtığı o şeyin, özgürlüğün (özgürleşme
olarak müziğin) taşıdığı anlamı bu yoruma ekleyerek, böcekleşmenin hem
özgürleşme, hem de özgürleşmeden uzaklaşma olduğunu ileri sürebiliriz: Çünkü
insani duygular taşımadığımız sürece, müziğin özgürleştirici anlamından söz
etmek imkânsızdır metne göre. (Bu duygulardan yoksun üç kiracı, insan gibi
görünmekle birlikte, daha altta bir konumda yer alırlar!)
Böceğin daha öykünün
başında karşımıza çıkması, bu sığınmanın (metamorfozun) bir bağımsızlaşmayı
getirmediğini söylüyor bize; tuhaf bir döngüsel hareketle, öyküde okuduğumuz
durumların sonucu gibi görünen böcekleşme, aynı zamanda (öykünün) başlangıç
noktasında karşımıza çıkınca, kendi çözümünü inkâr ediyor. Böcek-Gregor hâlâ
önceki gibi, sorumluluklarını taşımak zorunda; yaşantısı benliğine yapışmış;
yeni biçimine aldırmadan ‘Sen bir insansın!’ diyor ona; ama bu insan, o sözünü
ettiğimiz, pazarlama pratiğiyle sınırlı, her türlü insani ilişkiyi dışa koymuş,
hayatın anlamını ödenecek borca endekslemiş ‘insandır’. Kalkacaksın, giyinip
kuşanacaksın, trenlere binip alacakları tahsil edeceksin! Kafka’nın, Gregor’un
böcek yapısına bürünmekle, kendi iç, insan yapısından, gündelik hayatın pratik
kaygılarından bile kurtulamayacağını, dolayısıyla da bu tür dönüşümlerin bir
çıkış yolu olamayacağını söylemesi, Dönüşüm öyküsünün mesajlarından sadece biri
herhalde. Gregor, o böcekleşmiş yeni haliyle müdürün karşısına çıktığında,
beriki, ‘Vay canına!’ diye haykırıp kaçıp gittiğinde, okur da, böcekleşmenin
kaçışı tamamlamaya yetmeyeceğini kavrar ve öykü burada bitebilirdi. Elbette bu ‘oyundan
çıkma’, bu sığınma, sadece bir korunmayı, kapanmayı değil de, hayatın anlamı
olabilecek bir özgürleşmeyi de birlikte getirebilseydi biterdi öykü burada.
Oysa karşımızda, iki, hatta üç düzlemli bir varoluş hali bulunmaktadır.
a) Pazarlamacı, satıcı,
ailenin borcunu yüklenmiş, evlenecek imkânlardan henüz yoksun Gregor.
b) Böcekleşmeyle, en
azından bu pratik zorunluluklardan ister istemez kurtulmuş olan Böcek-Gregor.
c) Böcek ile insan
arasında sıkışmış gibi görünen, ama özgürlüğü gerçek anlamda arayan Gregor.
Evet, öykü orada
bitmez, üstelik kaçış, gerçek bir kurtuluşu getirmek şöyle dursun, böcekleşme
Gregor’u her yönden kıstırdığı ve en başta fiziksel hareketlerini sınırladığı
için, kurtulma sanısı (diyelim ki Gregor’un rüyası devam ediyor ve bütün okuduklarımız
rüya) bir yanılgı olarak da tanımlanabilir.
Öykünün, sözünü
ettiğimiz ikinci bölümde, zaman iyice durumlaşır. Kasvetli, sıkıntılı
rüyalardan uyanmış Gregor Samsa, birinci bölümünde kendini bir böcek olarak
bulmuştu; şimdi derin bir uykuya dalıp bu bölümü kapar. Uyandığında, zaman
artık, atlamalı bir durumdur. Belki bir ay geçmiştir, belki de iki ay olmuştur.
Burada bir kez daha, zaman baskısının ya da vicdanının, toplumsal
organizasyonunun verimlilik ilkesine göre oluşturduğu yapay, dış, göreli bir
durum olduğunu görürüz. Müdür aceleyle toparlanıp giderken, zamanın fazlasıyla
anlamlı ve işlevsel olduğu bir dünyanın temsilcisi olarak, zamansallığı da
beraberinde götürmüş gibidir. Bu da, Böcek-Gregor için bir tür baskıdan arınma
durumudur. Zamandan kurtulma durumu, zamana değil de hastalığın durumuna bağlı
hastanınki gibi bir tekdüze yaşama halidir bu; işlevsiz, anlamsız bir bekleme
durumu vardır artık karşımızda; dolayısıyla da bir yalnızlığa mahkûm olma
durumu.
Böcek-Gregor, başta
dediğimiz anlatım perspektifine sıkıştırılmış bir figür olarak, dış dünyayı
(salonu, orada konuşulanları) görsel ve işitsel yollardan algılamaktadır. Ancak
sadece böcek için değil, okur için de, Kafka aileyi böceğin duyduğu seslerle,
(akustik) araçlarla çizer. Bu dış sesler -içeriden cevap, en azından anlaşılır
insan sesi biçiminde cevaplar alamadıkları için- genellikle dışarıdakilerin
içeriye karşı geliştirdikleri tavır ve tutumun, yaşadıkları duygusal hallerin
anlatıcısı işlevini taşırlar.
GRETE VE
MÜZİĞİN ÖZGÜRLEŞTİRİCİ İŞLEVİ
Dönüşüm’de, Kafka’nın
gerçek hayatında annesiyle olan sorunlu ilişkisinin, onu hep babasının dümen
suyundaki kadın olarak görüşünün izdüşümlerini bulmak mümkün. Ancak öyküdeki en
önemli kişi, elbette Gregor’un kız kardeşi Grete’dir. Gregor-Grete adlarının
sessel benzerliği, öyküdeki olayların karşımıza çıkardığı durumlar, hele
müziğin bütün içinde taşıdığı anlam, bizi bu ilişki üzerinde enikonu durmaya
yöneltecek türdendir. Grete’nin, dönüşümden önce Gregor ile, anne babasından
farklı olarak çıkar ilişkisine dayanmayan ilişkisi olduğunu öğreniriz. Bu köklü
sevgi, görünürde, kızın böcek karşısındaki duygularını bastırıp odasına
girmesine yeter. Aile, dönüşümün hayatlarına getirebileceği olumsuzlukların
tedirginliği altında kıvranırken, Grete kardeşinin bir felaketle baş başa
bulunduğunu düşünebilmektedir. Gregor ev bütçesine katkıda bulunma imkânını
yitirince, bu boşluğu doldurmak durumunda kalan Grete, kardeşiyle olan
ilişkisini gene salt acıma, bir hastaya bakma düzlemine indirgemez. Böcek ile
ailenin o zamana kadar uzanagelmiş otorite ayağı arasındaki ilişkiyi artık o
kurar. Ama ilişkinin kiminle kurulduğu sorusunun cevabı boşlukta kalmış
gibidir. Grete kendisi d ediğim d edik bir kız olarak anne babası ile kardeşi
arasında mı, yoksa böcek kardeşi arasında mı bağ kurmaya çalışmaktadır’ Odadaki
nedir’ Kimdir’ Böceğe teslim olmuş bir insan mı’ İnsanı yutmuş bir böcek mi’
Dahası: Dönüşümdeki payı, suçu nedir Gregor’un’ Dikkatli bir okur, böceğin
hemen kapısının önünde, anne babasının ve kız kardeşinin son tahlildeki bütün
tepkilerinin, kendilerine isteyerek ya da istemeyerek bir oyun oynanmış
kişilerin tepkilerine denk düştüğünü sezebilecektir. ‘Eyvah’lar, ‘Aman Tanrım!’lar
arasında, ‘Böyle bir dönüşüm mümkün mü’’ sorusu, ‘Bize bu yapılır mı’’
tepkisinin içinde eriyip gider. Özdeşliğin/kimliğinin derdine düşmek, içerideki
‘varlığa’ kalmıştır; ötekiler ise, bu yeni varoluş durumu karşısında önlemler
alma yoluna giderler sadece. Odanın yeniden düzenlenmesi, böcek mi yoksa insan
Gregor’ mu göz önünde tutularak gerçekleştirilecektir’
METAFORUN
YARATTIĞI UÇURUM
Lukacs’ın Kafka
metinleri için tespit ettiği şu yapısal teknik burada da geçerlidir: Metafor
ile gerçeklik arasındaki uçurumun derinliği, anlamlandırma girişimlerinin
çeşitliliğinin nedenidir. Bu tespit burada sadece ‘böcek’ metaforu için geçerli
değildir elbette. Kafka’nın özel hayatını belirlemiş kişi ve ilişkilerin metne
sızmasının yanı sıra, Kutsal Kitap’tan alegori ve metaforların da metne
serpiştirilmiş olması, belki edebiyat eleştirisinin önüne bol bol yokuş
çıkarmaktadır; ama asıl, bu tür metinlere zaman ve kültürel coğrafya olarak
uzak bir mıntıkada (ülkemizde) metinlerin anlamlandırılmasının (açıklayıcı
destekler olmaksızın) neredeyse imkânsız olduğu, bu metin özelinde bir kez daha
tescil edilebilirse, Dönüşüm de, okumanın, duruma göre çok özen isteyen bir
uğraş, kaygılara göre farklı birikimler gerektiren bir çaba olduğunu gösterir.
Sözünü ettiğimiz simge
ya da yollamalardan biri, öykünün başında karşımıza çıkan, boynunda boa yılanı
biçiminde, uzun bir kürk atkı bulunan, dimdik oturmuş kadın resmidir. Gregor bu
resme büyük önemler atfetmiş, onu özel biçimde, kendi emeğiyle çerçevelemiştir.
(Bir kadına sahip olmak için yapabileceği tek şey buymuş gibi.) Bu bekâr
odasında, Gregor’un biricik cinsel yaşantı nesnesi gibidir bu resim. Annesi ile
kız kardeşi odayı boşaltmaya (odaya bir böceğin ihtiyaçları doğrultusunda yeni
bir kimlik kazandırmaya) yöneldiklerinde, böcek Gregor, bedeniyle resmi örter: ‘Ben
insanım, bu oda sizin sandığınızın ötesinde anlamlar içeriyor benim için,’
demektir bu. Ve orada hâlâ kendine ait bir şeyler bulunduğuna en azından
kendini inandırmaya çalışmanın beyhudeliği belirgindir. Bu çaba sırasında
ortaya çıkan böceği annesi yeniden görür ve tekrar kendinden geçer.
Baba, birden eline
geçirdiği elmalarla böceği elma bombardımanına tutar ve elmalardan biri böceğin
sırtına saplanır. Sırtında açılan yara Böcek-Gregor’un sonunu hazırlayacaktır.
Bu tuhaf savunma ya da öfke tepkisi de düşündürücüdür ve aile üyelerinin,
babanın, hâlâ böcek ile oğlu Gregor arasında gidip geldiğini, karşılarındaki
varlığın kimliği hakkında kararsız olduğunu göstermektedir. Çünkü baba, böceği
böcek olarak kabul ettiği anda, ikide birde eşinin bayılmasına yol açan bu
tuhaf yaratığın hayatına son vermenin çok d aha kesin yollarına başvurabilir,
oysa o, bir tür korkutma, geriletme oyunu oynamaktadır sanki ‘oğluyla’. (Babaya
Mektup’ta Kafka’nın babasına hatırlattığı gibi, bu baba da, meseleleri hep
yüzeysel, kolay yanlarından mı almaktadır’) Peki bu elmalar, cennet mitosundaki
bilgi ağacının elmaları ile özdeşleştirdiğinde öyküye getirecekleri bir
anlamsal boyut bulunmakta mıdır’ Yoksa Kafka, o elmaları da bizim başımıza atıp
‘Yorumu size kaldı!’ mı demek istemektedir’
Öykünün son bölümünde
anne baba ittifakına kız kardeş Grete de katılır. Gregor’un odadaki resmi
saklama çabasına öfkeyle karşılık verirken, ona, insan kimliğini çoktan
yitirmiş olduğunu mu hatırlatmak istemektedir, yoksa bu tepkinin altında
enseste kadar uzanabilecek bir ima mı bulunmaktadır’ Burada bu soruyu Kafka
biyografisi yazarlarına sormuş olmakla yetinelim.
Grete, Böcek-Gregor’un,
içindeki insanlığı yaşatabilmesinin son imkânı gibidir. Onun saf
değiştirmesiyle, hayata direnmenin anlamı da yitip gidecektir. Ama bu artık, o
başlarda sözünü ettiğimiz bağımsızlaşma durumunda da tam geçişin, her türlü ‘insani
iletişime’ kapanmanın fırsatıdır, elbette böcek olarak. Ama bu bağımsızlaşma ya
da dönüşümün getirdiği durum içinde hayatına bir anlam verme çabası artık
beyhude bir çabadır. Bir yandan fizyolojik olgular varlığını tehdit etmektedir
(sırtındaki yara, açlık), öte yandan yeme ihtiyacı, böcek ve insan ikilemini
ortaya çıkartmakla kalmaz, böceklik özelliğinin insan olma özelliğine gitgide
ağır bastığını belli eder: En lezzetli insan yemeği bile işine yaramamaktadır
artık. (Elbette bu yemek, fiziksel, fizyolojik anlamda somutlaştığı ölçüde. ‘Besin’,
çok anlamlı bir gösterge olarak alındığında ise, Böcek-Gregor, İnsan-Gregor’un
karşısında gerileyecek, arayış, doyma, beslenme ihtiyacı, başta da belirttiğimiz
o gerçek özgürlüğe duyulan özlemle eşanlamlı olacaktır.)
Üçüncü bölüm, ailenin
Gregor’un durumu hakkında adını koymadıkları bir görüş birliğine vardıklarını
gösteren olaylara sahne olur. Eve üç kiracı bey alınmış, evin gereksiz eşyası,
pis öte beri, Gregor’un odasına tıkıştırılmaya başlanmıştır. Kiracılar eve
büyük ölçüde el koymuş, aile, bir bakıma Gregor gibi, sınırlı bir mekâna
sıkışmıştır. Ailenin bu sıkıntıya katlanmasının nedeni kira geliri kaygısı gibi
görünse bile, artık baba ve kız kardeş çalıştıkları için, bu ihtiyaç,
inandırıcı bir açıklama getiremez bu yeni duruma. Baba ve kız kardeş, Gregor’un
istemeden bozduğu düzeni daha da çığırından çıkarmaya sanki özen göstermekte,
kendilerinin başlatmadığı bir ‘oyunu’ sonuna kadar götürme, hatta kendilerinden
bir şekilde kaçmış olan Gregor’u cezalandırma isteği göstermektedirler. Aile,
eve yerleşen bu üç kişiye, Gregor’a gösteremediği tahammül ve hoşgörüyü
gösterir gibidir. Bu ciddi, suskun, adları belli olmayan kişiler, en azından
dönüşmemiş, aileye Gregor’un oynadığı oyunu oynamamış oldukları için, yiyip
içebilmekte, müzik ile hiç ilgilenmedikleri halde, Gregor’un kız kardeşinin
kemanı önlerinde çalmasını talep edebilmektedirler. Bu da yeterince kıskandırır
Gregor’u, üzüntüye boğar.
Dönüşüm’ün son üçte
birlik bölümünde karşımıza çıkan bu müzik olayı, Gregor’un o baştan beri
sorageldiğimiz tartışmalı kimliği üzerinde düşünmemize yeniden kapı
aralayacaktır. Kız kardeşinin çaldığı kemandan müthiş duygulanır Gregor.
Öyleyse, dönüşüm, tamamen yüzeysel, insan kimliğini etkilememiş, sadece
fiziksel sorunlar yaratmış bir dönüşümdür. Gregor hâlâ bir insandır; ya da
müziğin ortaya çıktığı bu uğrakta, dönüşüm dönüşüm olmaktan çıkmıştır artık;
Gregor öykünün öncesindeki insan kimliğine geri dönmüştür. Dönmüştür, ama
Gregor, dönüşümden önce müzikle hangi boyutlarda ilgilenmiştir ki, bu
duygusallıkları onun insanlaşmasına işaret olarak alalım’ Onun gerçekte
müziksever biri olmadığı bilgisini öyküden alıyoruz. Gene de, masraflı da olsa,
kız kardeşini konservatuara yollama planları yapmıştır. Kendindeki bastırılmış
bir özlemin belirtisi midir bu’
Müziğe büyük anlamlar
yüklemesinden kaynaklanmaz bu planı, ama kendi hayatının ötesinde bir anlamı
olduğunu düşünür sanki, ya da hayatın, kendi pazarlamacı hayatının ortaya
koyduğu anlamdan ibaret olamayacağını hissetmiştir. Ama o üç kiracı beyin
duyarsızlıkları karşısında, müzik ile farklı bir ilişki kurduğunu düşünsek
bile, bu ilişki daha çok kız kardeşine bütünüyle el koyma (onu odasına götürüp
bir daha bırakmama), onun kemanına el koyarak müziğini de sadece kendinin kılma
isteğiyle sınırlı bir ilişki gibidir. Kafka’nın, yayınevimizce bu metinden önce
yayınlanmış olan Franz Grillpanzer’in uzun öyküsü Fakir Çalgıcı’yı ‘bir su gibi’
okuduğunu öğreniyoruz. Avusturyalı yazarın Kafka’dan yaklaşık seksen yıl önce
kaleme aldığı bu öyküde, bir sokak çalgıcısı, kemanıyla notasız, ‘kakafoni’
yapıp durmaktadır. Grete ise notalı, ahenkli çalmaktadır. Fakir Çalgıcı tematik
olarak müziğin özgürleştirici etkisini öne çıkartan bir metin. Müzikten çok,
sesi, tonu vurgulayan Grillparzer, Schopenhauer’in müzik konusundaki
düşüncelerin adeta öyküsüne uygulamıştır. Ses ve ton fakir çalgıcı için
özgürleştirici, mistik bir yoldur (bkz. Fakir Çalgıcı önsöz). Dönüşüm’de
karşımıza çıkan ‘özlenen bilinmedik besin’ tanımı ile müziğin özgürleştirici
etkisi arasında bir bağ kurmak mümkün mü’ Daha önce de sorduk: Somut, çiğneyip
yutulacak bir şey midir bu besin; el konup (kız kardeşi gibi) odaya çekilecek,
orada saklanacak bir şey’ Gregor gündelik yaşamın koşturmacası içinde müziğe
düşkünlüğünü bulanık da olsa fark etmiş, bu özlemini bilinmeyen besine aktarıp
onu dışında mı tutmuştur’ Ve şimdi dönüşümün ardından bir şeylerin farkına mı
varmaktadır’ Başka bir deyişle, müzik, pratik elle tutulur hiçbir karşılığı
bulunmayan bu kendinden geçirici (özgürleştirici) boyut ya da araç, Gregor
Samsa’nın her yanıyla pratikle sınırlanmış, cinselliğe bile fırsat bırakmayan
hayatının anlamsızlığını su yüzüne çıkartan karşı kutup mudur’ Ve Gregor bunu
fark etmekte çok mu geç kalmıştır’ Buradan bakıldığında, Gregor’un dönüşüm
öncesi hayatının damıtılmış modeli gibi görünen o üç kiracı, müziğe
gösterdikleri mesafeli tavırları ile, ona kendisini, geçmiş anlamsız hayatını
hatırlatmış olamazlar mı’ Ve o, Dava’da rahibin kilisede söylediği gibi, ‘hâlâ
gerçeği göremediği için’, korkunç bedeniyle ortaya çıkıp Grete’yi (efsanede)
ejderhanın elinden bakire kız kardeşini kurtaran Aziz Georg (Hartman von Aue’nin
Gregorius efsanesinde, Gregorius [Gregor ile isim benzerliğine dikkat!] ensest
suçu işler, geçirdiği bir değişimle birlikte tövbekâr olur ve suçunun
kefaretini öder.) gibi alıp götürmek, müziği, müzisyeni ve kemanı odasına
kapatmak mı istemektedir’
BİR DURUM
OLARAK ÖLÜM
İltihaplanan elma yarası,
toza pisliğe bulanmış bedeni fiziksel ölüme sürükleyecektir. Son anlarında
içinde ailesine ilişkin sevgi duyguları gezinir. Yetmiştir onlara yaptıkları!
Ortadan kaybolmanın zamanı gelmiştir. Niçin’ İnsan-Gregor, böcekleşmesinin,
ailede tedirginlik yaratan, düzeni bozan bir yaratığa dönüşmesinin suçunu,
kabahatini mi yüklenmiştir’ Yani: Dönüşümün nedenini mi bulmuştur’ Başta,
anlatım perspektifi sorununa değinirken bir formül koyduk ortaya: O bulduysa
biz de bulmalıyız bu formüle göre. Oysa ne gezer! Bekâr odasına çekilmiş, kız
kardeşine açıklayamadığı duygularla bağlı, önünde çizilmiş, pratik kaygılarla
döşenmiş, ucu boşluğa açılan yolu yürümekten başka derdi olmayan, özlemini
çektiği şeyi, öteki hayatı bile kendinden uzak tutup kız kardeşinin konservatuvar
eğitimine bağlayan bu güçsüz kişi, ölümü sineye çekmekten başka bir şey
yapmamaktadır. Tıpkı Dava’da Joseph K.’nın hemen başta, dairesinde beliren
mahkeme temsilcilerini benimsemesi, sineye çekmesi gibi. Böcekleşmeyi de, ölümü
de, aslında ‘boş’ işlevsiz direnmelerle karşılar Gregor. Dönüşüm öncesi durumu ‘insandır’,
dönüşümle birlikte İnsan-Böcek ya da Böcek-İnsan olarak vardır ve sonda,
süpürülüp atılacak bir nesne olarak tanımlanır artık. Ölüm, bir sürecin sonu
değil, önceki durumlara eklenen bir durumdur burada. Yeni bir dönüşüm belki.
[Girişte de değindik: Kafka anlatısının tarihselleşme yerine durumları koyması,
süreçler içinde çözümlerin ve bunlara yönelik tercihlerin ortaya çıkmasını ve
kişinin bunlara yönelmesi imkânını yok eder. Kişi kendini [okurla birlikte]
artık tercihlerin pek işe yaramayacağı bir ‘örnek’ durumun içinde bulur. Bu
nedenle belki, Kafka anlatılarındaki figürleri, hemen hep özü örten ayrıntılara
yönelirler.] Ne olmuşsa olmuş, iş oraya varmıştır. Gerçi öykü içinde, Gregor’un
o anlamsız satıcı hayatının bu dönüşümün muhtemel nedenlerinden biri
olabileceği, hatta Gregor’un gerçek hayatın anlamını, özgürlüğü yaşayabilmesi
için, bu böcekleşmenin kaçınılmaz bir uyarı sayılabileceği yorumunu da
yapabiliriz. Bu yorumda, Gregor hep bir böcektir zaten, sadece farkına varması,
yeni durumun kapısını aralar. Gelgelelim Kafka o kör diyalektiğiyle bizi,
burada olduğu gibi, dönüşümün nedenleri üzerinde iz süren talihsiz bir avcıya
dönüştürür (Gregor’u da). Onun bilincine kilitlenmiş olsak da, ya da bu
bilincin dışına taşıp biyografiyi, metaforu, şunu bunu yardıma çağırsak da,
yakalayabileceğimiz muhtemel nedenleri, Kafka sanki hep hesaba katmış, tam
yorumlardan birine elimizi atacağımız sırada, ‘bir de şöyle baksak bu meseleye’
dercesine yorumu önümüzden çekip almıştır. Tıpkı odasında dönüp duran Gregor
gibi, olmayan bir merkezin çevresinde dönüp duran Gregor gibi, olmayan bir
merkezin çevresinde döneriz hep. Yoruma yönelik tercihlerin adeta sonsuzluğu,
neden-sonuç ilişkisinde kısır bir döngünün anlatıyı kurmuş olmasındandır.
Karşımıza Platon diyaloglarından bile uzun zincirler çıkıp durur.
UYGUN BESİN
Son olarak, bir Kafka
tedirginliğinden söz etmek gerekiyor: Baskına uğramak, aniden bir durum ile
karşı karşıya gelmek, bu anlatılarda tayin edici bir yapısal teknik olarak
çıkar karşımıza, ama arkasında bir anlayış vardır bu baskına uğramanın:
Uyanmak, yakalanmaktır Kafka’da. Duruma yakalanmak. Tehlikeye teslim olmak.
Anlamsa, hiçbir zaman
kendine uygun ‘besini’ bulamamış insanın nerede arayacağını bile bilmediği adı
konmaz şeydir. Açlık cambazının neden yemediği sorusuna verdiği cevap (‘Çünkü
tadı hoşuna gidecek yiyeceği bulamadım.’) ile Böcek-Gregor’un ‘özlemini çektiği
bilinmedik besini’ hep ayrı yere yollama yaparlar. Doya doya yiyenler ise, Josef
K.’nın ballı tereyağlı kahvaltısına el koymuş, sorumlulukları kendi dışlarında
belirlenmiş görevlerdir (Dava).
Kitabın giriş
bölümü
“Bir sabah tedirgin düşlerden uyanan Gregor Samsa, devcileyin bir böceğe dönüşmüş buldu kendini. Bir zırh gibi sertleşmiş sırtının üzerinde yatıyor, başını biraz kaldırınca yay biçiminde katı bölmelere ayrılıp bir kümbet yapmış kahverengi karnını görüyordu; bu karnın tepesinde yorgan, her an kayıp tümüyle yere düşmeye hazır, ancak zar zor tutunabilmekteydi. Vücudunun kalan bölümüne oranla acınacak kadar cılız bir sürü bacakçık, ne yapacaklarını şaşırmış gözlerinin önünde aralıksız çakıp sönüyordu.’Bana da ne oldu böyle’’ diye düşündü Gregor Samsa. Hayır! Düş falan değildi. Odası, biraz fazla küçük olmakla beraber tastamam bir insan odasıydı ve enikonu aşinası bulunduğu dört duvar arasında sessiz sakin duruyordu. Ambalajlarından çıkarılmış kumaş örneklerinden bir koleksiyonun yayıldığı masanın üzerine – Samsa bir firmanın pazarlamacılığını yapıyordu – kısa süre önce resimli bir dergiden kesip altın yaldızlı şirin bir çerçeveye geçirdiği bir resim asılmıştı. Başında kürk şapka, boynunda yılan biçimindeki uzun kürk atkıyla dimdik oturmuş bir kadın, kollarının dirsekten aşağı bölümlerinin içinde kaybolduğu ağır bir manşonu yukarı kaldırarak seyircilere doğru uzatmıştı resimde.Gregor’un gözü pencereye kaydı; havanın kapalı olduğunu anlayınca – çinko denizlik üzerine düşen yağmur tanelerinin tıpırtısı işitiliyordu – enikonu bir hüzün çöktü içine. En iyisi biraz daha uyuyup bütün bu sersemce düşünceleri unutmak, diye geçirdi içinden. “