Karl Markx Marx'ta, hep kendi söylediklerinden gelen, üç tür sözün biçim ve güç aldığını görüyoruz; bunların hepsi gereklidir, ama ...
Karl Markx |
Marx'ta, hep kendi söylediklerinden gelen, üç tür sözün biçim ve güç aldığını görüyoruz; bunların hepsi gereklidir, ama birbirlerinden ayrıktırlar ve birbirlerine karşıt olmaktan da fazla bir şey: yan yana konmuşlardır. Onları bir arada tutan uyumsuzluk öyle bir istem çoğulluğuna işaret etmektedir ki Marx'tan beri herkes, kendini bu çoğulluğa boyun eğmiş hissetmekten kaçınamamaktadır, kendini her şeyden kaçınmaktaymış gibi gördüğü durumlar dışında.
1. Bu sözlerden ilki dolaysız ama uzundur. Bu sözün içinde Marx, "düşünce yazarı" olarak ortaya çıkmaktadır; gelenekten çıkmış bir söz olarak, felsefi logos'tan yararlanmakta, Hegel'den alınmış ya da alınmamış (bunun bir önemi yok) büyük isimlerden yardım almakta ve kendini, düşünüş unsuru içinde özümlemektedir. Bu söz, içinde bütün logos tarihi kendini vurguladığı için uzundur; ama iki anlamda dolaysızdır, çünkü yalnızca söyleyecek bir şeyi olmakla kalmayıp, söylediği bir cevaptır, cevaplar biçiminde kaydolmaktadır; biçimsel olarak nihai olan ve sanki tarih tarafından veriliyormuşçasına kesin olarak verilen bu cevaplar, ancak tarihte bir durma ya da kopma olduğu zaman doğruluk değeri alabilirler. Cevap verirken -yabancılaşma, ihtiyacın önceliği, bir maddi pratik süreç olarak tarih, bütünsel insan- cevap verdiği soruları belirsiz ya da kararsız bırakır: Bugünün okurunun ya da dünün okurunun, böylesi bir soru yokluğunda yer alması gerekeni kendince farklılığıyla dile getirmesine göre -böylelikle daha ziyade ve her zaman daha fazla içi boşaltılması gereken bir boşluğu doldurur- Marx'ın bu sözü kâh hümanizm olarak, kâh tarihselcilik, kâh ateizm, antihümanizm, hatta nihilizm olarak yorumlanır.
2. ikinci söz politiktir: Kısa ve dolaysızdır, kısa olmaktan, dolaysız olmaktan da fazla bir şey, çünkü bütün sözleri kısa devreye uğratmaktadır. Artık bir anlam taşımamaktadır; bir çağrıdır, bir şiddettir, bir kopma kararıdır. Aslına bakılırsa hiçbir şey söylememektedir, ilan ettiği şeyin aciliyetidir, sabırsız ve hep aşırı olan bir isteme bağlıdır, çünkü tek ölçüsü aşırılıktır: Böylelikle mücadeleye çağırır, hatta (unutmakla fazla acele ettiğimiz bir şey) "devrimci terör"ü ileri sürer, "sürekli devrim"i önerir ve vadeli bir gereklik olarak değil, anındalık olarak hep devrime işaret eder, çünkü süre tanımamak devrimin özelliğidir, zamanı açar ve içinden geçerse hep mevcut olan bir istem olarak kendini yaşanmaya sunar.
3. Üçüncü söz bilimsel söylemin dolaylı sözüdür (yani en uzunu). Bu yönüyle Marx, bilginin diğer temsilcileri tarafından tanınmış ve övülmüştür. Bu haliyle bilim insanıdır, bilginin etiğine cevap verir, bütün eleştirel revizyonlara boyun eğmeyi kabul eder. Bu, kendine de omnibus dubitandum2 özdeyişini temel alan ve "bilimi, bilimin dışında kalan ve ona yabancı olan çıkarlarla bağdaştırmaya uğraşan insanı 'aşağılık' olarak adlandırırım," diyen Marx'tır. Bununla birlikte Kapital, özünde yıkıcı bir eserdir. Yıkıcı olması, bilimsel nesnelliğin yollarından geçerek devrimin gerekliliği sonucuna yöneltilmesinden ziyade, fazla dile getirmeden, bilim fikrini bile altüst eden bir teorik düşünme biçimini içermesindedir. Marx'ın eserinden ne bilim ne de düşünce dokunulmamış bir halde çıkmaktadırlar; dokunulmamışlığın en kuvvetli anlamıyla, çünkü bu eserde bilim kendini, kendinin radikal dönüşümü, pratikte hep işler kalan bir dönüşümün teorisi olarak gösterir, aynı zamanda, bu pratikte teorik dönüşüm de süreklidir.
Bu saptamaları burada daha fazla geliştirmeyelim. Marx örneği bizim, yazıdaki sözün, bitmek bilmeyen itirazın sözünün, sürekli olarak çoklu biçimlerde kopması ve gelişmesi gerektiğini anlamamıza yardım etmektedir. Komünist söz hep, aynı anda hem sessiz hem şiddetli, hem politik hem bilgin, dolaysız ve dolaylı, hem tam hem eksik, hem uzun hem de neredeyse anlıktır. Marx, birbiriyle çarpışan ve birbirinden ayrılan bu dil çokluğu içinde rahat yaşamamaktadır. Bu diller aynı sona doğru gidiyor gibi görünseler de birbirine çevrilemez ve onları dağıtan, birbirleriyle çağdaş olmalarını engelleyen heterojenlikleri, mesafeleri ya da araları, bunu öylesine yaparlar ki, bu dilleri okumaya (pratiğe) çalışanları, gözardı edilemeyecek bir çarpıklık etkisi yaratarak, kendilerini sürekli bir elden geçirmeye tabi kılmaya zorunlu bırakırlar.
*
"Bilim" sözcüğü yeniden anahtar sözcük haline geliyor. Kabullenelim bunu. Ama kendimize hatırlatalım ki bilimler varsa da henüz bilim yoktur, çünkü bilimin bilimselliği hep ideolojiye bağımlı kalmaktadır, hiçbir özel bilimin, hatta insan biliminin bugün indirgeyemeyeceği bir ideolojiye; öte yandan yine kendimize hatırlatalım ki hiçbir yazar, Marksist bile olsa, yazıya, bir bilgiye bel bağlarmış gibi bel bağlayamaz, çünkü edebiyatın (bütün çözülme, dönüşme biçim ve güçlerini üstlendiğinde yazma istemi) bilim haline gelmesi, ancak bilimi de edebiyat haline getiren hareketle olabilir; kaydedilmiş söylem, "o anlamsız yazma oyunu"nda hep-bir zar gibi düşen şey.