Asghar Farhadi, Arthur Miller ve Nuri Bilge Ceylan’a Selam Çakıyor! İranlı Yönetmen Asghar Farhadi yüzyılın en iyi 100 yönetmeni aras...
Asghar Farhadi, Arthur Miller ve Nuri Bilge Ceylan’a Selam Çakıyor!
İranlı Yönetmen Asghar Farhadi yüzyılın en iyi 100 yönetmeni arasında gösterilirken sinema tarihine sunduğu başyapıtları ile hepimizin belleğinde derin izler bırakan bir isme dönüştü. Farhadi’nin Bir Ayrılık filmi 84. Akademi Ödülleri’nde Yabancı Dilde En İyi Film ve En İyi Özgün Senaryo kategorilerinde ödül aldığında bu ödülü çok önceden seyircinin kalbinde kazandığını biliyorduk. İran Sineması’nın son dönemde yetiştirdiği en etkili isim olan yönetmen, yeni filmi ‘The Salesman – Satıcı’ ile bir kez daha insanlara hayatın farklı bir penceresini gösteriyor. Çarpık İran sokaklarının derin izleri içinde bir tiyatro sahnesindeki koltuk görüntüsüyle başlayan filmin her bölümü derinlemesine incelenmeli. Amerikalı dünyaca ünlü oyun yazarı Arthur Miller’ın “Satıcının Ölümü” oyunundan esinlenerek yazıldığı görülen The Salesman (Satıcı), psikolojik anlamda dar alanda sıkışıp kalan evli bir çiftin hayatından küçük bir kesiti göstermiş. Daha önceki Farhadi filmlerinin aksine Satıcı’da karşımıza çıkan en büyük detay; teatral bir sinematografinin ön planda oluşu! Filmi anlamak için öncelikle Arthur Miller’ın “Satıcının Ölümü” oyununu derinlemesine bilmek lazım ki, tiyatro sahnesinden fırlamış gibi görünen konunun bize ne anlatmak istediğini net biçimde anlayalım. Shahab Hosseini ve Taraneh Alidoosti ikilisinin başrolleri paylaştığı filmde Hosseini, 2016 Cannes Film Festivali’nde ‘En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü aldı. Sonuna dek hak ettiği bu ödülle muhteşem bir karakter oyuncusuyla tüm dünya tanışmış oldu. Ayrıca Cannes’da ‘En İyi Senaryo’ ödülünü de alan film, modern Arthur Miller anlatımıyla şimdiden bir başyapıt olmuş durumda.
İkinci Dünya Savaşı sonrası Willy adlı karakterin hayatını maddiyat, kazanmak ve itibar üzerinden kurgulamasıyla oluşan, akabinde tiyatro sahnelerini sallayan Arthur Miller’ın ‘Satıcının Ölümü’ eseri; kişiler arasındaki ilişkilerde bilindik ‘ihtiras’, ‘egoist psikoloji’, ‘erkeksi duygular’ kavramlarını ön plana çıkarıp, insanın en zayıf noktasını, ‘elde etmek’ arzusunu masaya keskin biçimde yatırır. Oyunun dönemsel olarak irdelenişi öylesine muhteşemdir ki, tiyatrosundan sonra sinema filmi de çekilen eserin etkisi 2016 yılında Farhadi’nin filmine kadar yansır. İranlı dahi yönetmen, senaryosunu yazdığı filmde, Miller gibi kişisel olarak haksızlığa uğramışlık duygusu ile boşuna yaşamışlık duygusu arasındaki ilişkiyi tartışamaya açar. Fakat bu tartışma aynı paralellikte olsa da, Miller olayı ‘ekonomik’, Farhadi ise ‘cinsel’ boyutta irdeler. İki ayrı dünyanın aynı eksen içinde birleşiminde gerçekle hayal arasında süzülüp kendinizi hiç bilmediğiniz bir kültürle baş başa buluyorsunuz.
Belirtmemde yarar var, yazının devamı spoiler içermektedir. Film bir tiyatro sahnesinde koltuğun aydınlanma görüntüsü eşliğinde, inşaat sırasında çökmek üzere olan apartmandan kaçışan insanların bağırışmalarıyla başlıyor. Bu etkili giriş öylesine keskin bir çizgi oluşturuyor ki zihinlerde, az sonra karşınıza çıkacak olan sahnenin ne olacağı ile ilgili hiçbir bilginiz yok. İran’ın sosyo-ekonomik koşullarının berbat görüntüsü eşliğinde batı tarzında modernize edilmiş tiyatro sahnesine dalıp, Miller’ın ‘Satıcının Ölümü’ oyununun provalarına göz atıyoruz. Bu geçişlerin ardından yeni evlerine taşınan insanların umutları tazeleniyor. Farhadi, sansür olgusunun dikkat çekici unsurlarını da unutmamış. İslami rejim altındaki İran’da entelektüel girişimde bulunan Emad’ın ‘edebiyat’ dersinde karşılaştığı baskılar, kişilerin yetiştirilmesi sırasında ne denli ‘sığ’ bir eğitim modeli ortaya konulduğunu aydınlatmış. Fakat konu sansürle ya da rejimle ilgili bir tartışma değil. Emad ve Rana’nın yeni taşındıkları evlerinde karşılaştıkları kötü bir olay hayatlarını altüst eder. Karı-koca Arthur Miller’ın ‘Satıcının Ölümü’ oyununa hazırlanan iki profesyonel oyuncudur. Tiyatrodan arkadaşları Babak’ın desteğiyle tuttukları matruk evde Rana bir erkeğin saldırısına uğrar. Yaşadığı travma sonucu hayatı mahvolan kadın, herkesten kaçıp gerçeği içinde yaşamaya çalışırken, kocası Emad saldırganın peşine düşüp iz sürer. Geceleri ‘satıcılık’ yaparak hayatını kazanan yaşlı bir adamın saldırıyı gerçekleştirdiğini öğrendiğinde adamı bir odaya kilitleyip karısıyla yüzleşmesi için bekletir. ‘Satıcının Ölümü’ oyunu bitiminde karısıyla birlikte yıkılmak üzere olan evlerine giden Emad, başka bir satıcının ölüm yüzleşmesini gerçekleştirecektir. Haksızlığa uğrayan Emad, karısının af duygularını bir kenara itip ‘vicdan’ olgusuyla karşısındaki adama hayatının en büyük dersini verir. Tüm bu yaşanılanlar arasında ortaya çıkan hazin tablo ise tiyatrodan gerçeğe yansıyan iki zıt olayı bir noktada bütünleştirir.
Asghar Farhadi filminin senaryosunu yazarken Arthur Miller’ ın karakterlerindeki ‘psikolojik’ unsurları fevkalade analiz etmiş. Emad’ın ‘acımasız’ yüzü ortaya çıkana dek yaşadıklarına tanık olduğumuzda, filmin geçirdiği devinimi anbean yaşadık. Özellikle burada Shahab Hosseini’nin bizleri büyüleyen oyunculuğu karşımıza geçti. Oyuncunun bakışlarındaki intikam hırsını damarlarımıza kadar hissedip, insanı insanlıktan çıkaran ‘id’ duygusunun yükselişi beynimize bir ok gibi saplandı. Yönetmen kadının yaşadıkları üzerinden olaya giriş yaparken, asıl büyük sorumluluğu erkek karakterin üzerine yıkmış. Hosseini rolünün psikodinamik yapısını öylesine muhteşem kavramış ki, oynadığı tiyatro oyununda Miller ile Farhadi’nin buluşmasını tek başına gerçekleştiriyor. Yönetmen, DVD görüntüsü eşliğinde Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Uzak’ filmine gönderme yaparken, oyuncu bakışlarındaki donukluktan, çaresizliğin fotoğrafını çektiği birçok bölümde Türk yönetmenle aynı çizgide bir eser ortaya koyduğunu belirtiyor. Farhadi’nin diğer filmlerine baktığımızda The Salesman, ağır psikolojik tahliller barındırmasıyla öne çıkıyor. Filmi anlamak için mutlaka ama mutlaka Arthur Miller’ın ‘Satıcının Ölümü’ oyununu bilmeniz şart. Sonra filmden çıktıktan sonra ‘şimdi bu neydi?’ diye düşünebilirsiniz. Filmin senaryosuyla oyunu karşılaştırdığımızda ise iki eserin muhteşem anlatım diline uzanıyoruz. Farhadi’yi zirveye çıkaran Arthur Miller olurken, genç yönetmenin dünya tiyatrosunu bilmesi sinema üzerine üretim gerçekleştiren isimlere okkalı bir mesaj olmuş. Tiyatro eleştirileri de yazan bir eleştirmen olarak ‘Satıcı’ gibi bir filmle karşılaştığım için kendimi şanslı hissediyorum. Bu harikulade şaheseri mutlaka ama mutlaka izleyin. 2017 Oscar’da The Salesman ödül alsa da almasa da seyircinin kalbinde hak ettiği ödülü alacağından eminim.
Yaşam KAYA
yasam.kaya@gmail.com