Slavoj Žižek Sevgili Britanya, Stalin’e 1920’lerin sonunda “Sağ mı sol mu, hangisi daha kötüdür?” diye sorulduğunda, “İkisi de daha...
Slavoj Žižek |
Sevgili Britanya,
Stalin’e 1920’lerin sonunda “Sağ mı sol mu, hangisi daha kötüdür?” diye sorulduğunda, “İkisi de daha kötüdür!” diye hemen yanıtlamıştı. AB’den çıkıp çıkmama meselesine benim ilk tepkim budur.
Britanya halkına “Lütfen Avrupa’da kalın!” diye duygusal mesajlı aşk mektupları göndermek değil derdim. Nihayetinde tek bir mesele beni ilgilendiriyor. Avrupa bir kısır döngüye kapılmış, fol karşıtlar [false opposites] arasında–küresel kapitalizme teslim olmak ile göçmen karşıtı popülizme teslim olmak arasında– salınırken, bu çılgın oyunun dışına adım atma şansını bize hangi politika sağlayabilir?
Küresel kapitalizmin simgeleri Hizmette Ticaret Anlaşması (Tisa) ya da Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) gibi ticari anlaşmalarla gizlice müzakere ediliyor. TTIP’in sosyal tesiri yeterince nettir: Demokrasiye gaddarca bir saldırıdan aşağısı değildir. Bunun en açık ve net göstergesi, Yatırımcı-Devlet İhtilaf Çözümlemesi örneğidir, buna göre şirketler hükümet politikaları sebebiyle kâr kaybına uğrarlarsa hükümetlere dava açabiliyor. Basitçe bunun anlamı, seçilmemiş ulusaşırı şirketlerin demokrasiyle seçilmiş hükümetlere politika dikte edebilmesidir.
Peki Brexit bu bağlamda neye yol açar? Sol kanat bakış açısından Brexit’i destekleyecek kimi iyi nedenler bulunabilir: Brüksel teknotratlarının denetiminden muaf, güçlü bir ulus devlet, refah devletini koruyabilir ve tasarruf [austerity] politikalarına karşı koyabilir. Fakat ben bu tercihin ideolojik ve politik arkaplanından endişeliyim. Yunanistan’dan Fransa’ya “radikal sol” kalıntıları üzerinde yeni bir trend yükseliyor: Ulusalcılığın yeniden keşfedilmesi. Birdenbire evrenselciliğin modası geçiyor, “köksüz” küresel kapitalin cansız, politik ve kültürel karşılığı olarak evrenselcilik devre dışı kalıyor.
Bunun nedeni apaçıktır: Sağ kanat ulusalcı popülizmin batı Avrupa’daki yükselişi, ki günümüzde işçi sınıfı çıkarlarının korunmasını savunan en güçlü politik kuvvet budur, aynı zamanda münasip politik tutkuları açığa çıkarabilen en güçlü politik kuvvet de budur. Yani şöyle akıl yürütülüyor: Sol bu ulusal tutkular sahasını neden radikal sağa terk etsin ki, neden “Front National‘in la patrie‘sine el koymasın” ki?
Bu sol kanat popülizmde, Onlar karşısında Biz mantığı sürüyor, ama burada “onlar” yoksul mülteciler ya da göçmenler değil, finansal kapital ve teknokrat devlet bürokrasisi oluyor. Bu popülizm eski işçi sınıfı antikapitalizminin ötesine geçiyor; ekolojiden feminizme kadar, istihdam hakkından ücretsiz eğitim ve sağlık bakımına kadar bir mücadeleler çokluğunu bir araya getirmeyi deniyor.
Çağdaş solun hep tekrarlayan öyküsünde bir önder ya da parti “yeni bir dünya” vaat ederek (Mandela, Lula) evrensel bir hevesle seçilir – ama er ya da geç, çoğu zaman birkaç yıl sonra, anahtar ikileme toslanır: Kapitalist mekanizmalara dokunmaya cüret edilecek mi, yoksa “oyunu oynamaya” mı karar verilecek? Eğer mekanizmalar aksatılırsa, pazar karışıklıkları, ekonomik kaos vesaire onları çabucak cezalandırır. Peki ilk hevesli aşama geçtikten sonra işleri nasıl ileri itebiliriz?
Benim kanaatime göre hâlâ tek umudumuz ulus-aşırı eylemlerdir – ancak bu yoldan küresel kapitalizmi kısıtlama şansı bulabiliriz. Ulus-devlet, mülteci krizini, küresel ısınmayı ve diğer cidden yakıcı meseleleri ele almak için doğru bir enstrüman değildir. Yani Avrokratlara ulusal çıkarlar adına karşı çıkmak yerine, gelin tüm-Avrupalı bir sol oluşturmayı deneyelim. Ve bu umut payı nedeniyle şöyle diyesim geliyor: Brexit’e karşı oy verin, ama bunu bir günahkarı desteklerken ona gizlice beddua eden dindar bir Hıristiyan gibi yapın. Sağ kanat popülistlerle rekabete girmeyin, mücadele şartlarını onların tanımlamasına izin vermeyin. Sosyalist ulusalcılık, ulusal sosyalizm [national socialism] tehdidine karşı mücadelenin doğru yolu olamaz.
Slavoj Žižek
Slovenya
Çeviri : Işık Barış Fidaner