Asılmış Adamın Gelini (Charles Dickens)

Charles Dickens Ev, kakmalı ve oymalı panellerin süslediği modası geçmiş dekorasyonu, hâlâ yepyeni görünümlü merdiven­leri ve oymalı ma...

Charles Dickens
Ev, kakmalı ve oymalı panellerin süslediği modası geçmiş dekorasyonu, hâlâ yepyeni görünümlü merdiven­leri ve oymalı maun parmaklıkları olan üst balkonuyla ger­çekten tarihi bir değer taşımaktaydı. Gece olduğu zaman gizemli ışık oyunlarının oymalı tahta paneller üzerinde oluşturduğu gölgecikler bir zamanlar bu ağaçlara can ve­ren su birikintilerinin üzerindeki dalgacıklara geçmişten geleceğe yansıması gibiydi.

Bay Goodchild (Gudçayld) ve Bay Idle (Aydıl) evin önünde arabadan inip, tarihi güzelliği kasvetli bir havayla birleşen evin holüne girince koyu renkli giysileriyle birbi­rinin tıpatıp aynı, yarım düzine sessiz, yaşlı adam tarafın­dan karşılandılar. Ev sahibi ve kahyası konukları oturma odasına alırken altı yaşlı adam ayak altında dolaşmamaya özen göstererek sessizce sağa sola kaçışıp evin kasvetli ka­ranlığında yok oldular. Parlak gün ışığının doldurduğu oturma odasına girdikleri ve kapı arkalarından kapandığı zaman, Goodchild arkadaşına "Sence o yaşlı adamlar kim­di ?" diye sordu. Fakat daha sonraki giriş çıkışlarında o yaş­lı adamlara bir daha raslamadılar.

İki arkadaş evde bir gece geçirmişler, odalarına girip çıkmışlar, koridorlardan geçmişler, kapı aralarından bak­mışlar, fakat yaşlı adamların varlığını gösteren en ufak bir ize raslamamışlardı. Dahası, ev sahipleri de bu adamlarla ilgili hiçbir şey söylememiş, varlıklarının veya yoklukla­rının duyumsandığıyla ilgili hiçbir konuşma olmamıştı.

Ertesi gün garip olaylar sürmüş, kaldıkları odanın ka­pısı her çeyrek saatte bir bazen ürkekçe, bazen sertçe, ba­zen az, bazen sonuna kadar açılıp kapanmış; fakat hiç kim­se ne kendilerine bir şey söylemiş, ne de özür dilemişti. Ka­pı açıldığında Goodchild ve idle konuşmakta, okumakta, yemekte veya uyumakta oluyorlar, kapı beklenmedik bir biçimde açılıyor, kafalarını kaldırdıklarında kimseyi göre­miyor fakat kapının kapandığına tanık oluyorlardı. Günün sonunda bu olay en az ellinci kez yinelendiğinde Goodchild arkadaşına dönerek alaycı bir sesle: "O altı yaşlı adam­la ilgili garip bir durum var galiba," dedi.

Yine gece olmuş, 24 saattir yazmakta oldukları yazı­ların birkaç sayfası tamamlanmış, (şu anda okumakta ol­duğunuz öykü o notlardan çıkartılmıştır) her ikisi de yaz­mayı bırakmış ve gözlüklerini aralarındaki masanın üze­rine koymuşlardı. Ev sessiz ve sakindi. Thomas idle yat­tığı yerde sigarasını içmekte ve havada oluşan duman hal­kalarını izlemekteydi.

Koltuğunda oturmuş, ellerini başının arkasına kenet­leyip bacak bacak üstüne atmış, düşünceli bir sessizlikle oturan Francis Goodchild'in başının üzerinde de benzeri duman halkaları ışık aylaları görüntüsü vermekteydi.

Altı yaşlı adamın ana konuyu oluşturduğu minik ko­nuşmalar ve düşünce yürütmeler bu sessizliği zaman za­man bozmaktaydı. Her ikisi de düşüncelere dalmış, uykuy­la uyanıklık arasında gidip gelirken Goodchild ani bir dav­ranışla saatine baktı ve onu kurmaya başladı, idle: "Saat kaç ?" diye sordu. "Bir" dedi, Goodchild.

Sanki bir buyruk almış ve derhal yerine getirilmesi ge­rekiyormuş gibi ( ki o mükemmel otelde tüm istedikleri buyruk kabul edilip derhal yerine getiriliyordu ) kapı açıl­mış ve altı yaşlı adamdan biri kapıda belirmişti. İçeri girmeyip kapıyı tutuyor ve bekliyordu. "Tom, altı adamdan biri., en sonunda!" diyen Goodchild şaşkınlığını fısıldaya­rak bastırmaya çalışmıştı. "Buyrun" diye seslendi adama.

"Bir isteğiniz mi var, efendim?" dedi, yaşlı adam.
"Kimseyi çağırmadık."
"Çan çaldı efendim." Yaşlı adamın sesinde, kutsal ki­lise çanından söz eder gibi bir vurgu vardı.
"Sanırım dün sizi görme onuruna erişmiştim," dedi Goodchild.
"Pek emin değilim efendim." Yaşlı adamın sesinde hiçbir duygu izi yoktu..
"Galiba sen beni gördün, değil mi? "
"Gördüm mü ? Evet sizi gördüm. Fakat ben, beni hiç görmeyen başkalarını da görürüm."

Soğukkanlı, ağırbaşlı ve solgun yüzlü yaşlı adamın öl­çülü konuşması son derece yavaş ve özenle seçilmiş söz­cüklerden oluşuyordu. Gözkapaklan kafatasına çivilenmişcesine kımıltısızdı, gözleri kır saçlarının arasından dı­şarı fırlamış devinimsiz iki ateş topu gibi bakıyordu.

Hava birdenbire soğumuş gibi geldi Goodchild'a ve titredi.
"Ruhlar beni yokladı galiba" dedi.
"Hayır efendim, görünürde kimse yok" dedi garip yaşlı adam.
Goodchild arkadaşına baktı, ama idle hâlâ yattığı yer­den duman halkalarını izliyordu.
"Ne demek istiyorsunuz? " dedi Goodchild.
"Sizi temin ederim ki ruhlar sizi yoklamadı." dedi yaşlı adam.
Artık içeri girmiş, kapıyı kapatmış ve oturmuştu. Baş­ka insanların yaptığı gibi eğilerek oturmamış, suya dalarcasına dimdik koltuğa gömülmüştü.
"Arkadaşım, idle " diyerek Goodchild konuşmaya bir üçüncü kişiyi katmaya çalıştı.
"Bay idle'ın hizmetindeyim," dedi yaşlı adam ona bakmadan.
"Epeydir bu evde oturuyor olmalısınız," dedi Goodchild.
"Evet efendim."
"Acaba beni ve arkadaşımı bu sabah merakımızı çe­ken bir konuda aydınlatır mısınız? Evin yakınındaki şato­da suçluları asarlarmış galiba."
"Doğrudur efendim," diye yanıtladı yaşlı adam.
"Ölülerin yüzlerinin hep aynı yöne dönük olduğu doğ­ru mu?"
"Yüzünüz kale duvarlarına dönüktür. Boynunuza il­meği geçirdiklerinde kale duvarlarındaki taşlar büyük bir hızla genişleyip daralırlar. Beyniniz ve yüreğiniz de aynı biçimde genişler ve daralır. Sonra bir alev sarar çevrenizi, yer sallanır, şato paramparça olur ve havaya dağılır. Artık siz dipsiz bir kuyudan aşağıya hızla düşmektesinizdir," di­ye anlatmaya başladı yaşlı adam.

Boynundaki papyon onu rahatsız etmiş gibiydi. Eli­ni boynuna götürdü, papyonu tuttu ve başını sağa sola oy­nattı.
Ablak yüzünde eğri burnu, sanki bir kanca gibi burun deliğinden yüzüne vidalanmış gibiydi. Goodchild kendi­ni son derece rahatsız duyumsamış ve daha önce serin olan hava birdenbire çok sıcak gelmişti.

"Çok etkileyici bir anlatım," dedi yaşlı adama.
"Çok etkileyici bir deneyim," diye yanıtladı adam.
Goodchild yine Thomas idle' a baktı, fakat o büyülen­miş gibi yaşlı adama bakmakta ve hiç kımıldamadan yat­maktaydı. O anda Goodchild yaşlı adamın ateş toplarına benzeyen gözlerinden çıkan ateş kıvılcımlarının kendi göz­lerine doğru aktığını, kendisinin bu gözlere elinde olma­dan takılı kaldığını ve büyük bir gücün kendisini denetim altında tuttuğunu duyumsadı.
"Size anlatmam gerek," dedi yaşlı adam dimdik ve ür­kütücü bir biçimde Goodchild'in gözlerine bakarak.
"Neyi? " diye sordu Goodchild, büyülenmiş gibi.
"Nerede olduğunu. İşte orada!" diye gösterdi.
Yukarıyı mı, aşağıyı mı, ileriyi mi, evin içinde bir ye­ri mi, uzaklarda bir yeri mi gösterdiği hiç belli değildi. Yaş­lı adam sanki parmağını gözlerinden saçılan ateş kıvılcım­larına batırıp yönü göstermişti ve bir ateş çizgisine dönü­şen kıvılcımlar havada yok olmuştu.
"O bir gelindi" dedi yaşlı adam.
"Biliyorum, pastasından yedik " diyerek ayağa kalkan Goodchild sendeledi.
"Bu oda çok havasız."

O bir gelindi. Sarı saçlı, iri gözlü bir kızdı. Kişiliği za­yıftı. Yaşamda hiçbir amacı yoktu. Zayıf, saf, beceriksiz ve çaresiz bir hiçti. Annesi gibi değildi. Daha çok babası­na benzerdi. Annesi kendini garantiye almak için gereken herşeyi yapmış, daha o çocukken, ölen kocasından kalan tüm mirası üzerine geçirmişti. Ölen kocanın ciddi bir ra­hatsızlığı yoktu, yalnızca zavallı bir çaresizdi. İlgisizlik ve sevgisizlik onu bitirdi. Kocası ölür ölmez kadın eski sev­gilisine koşmuştu. Bir zamanlar para uğruna bırakılan sev­gili, şimdi o parayı eline geçirmek için her şeyi yapmaya hazır bir caniye dönüşmüştü. Bu para yitirdiği sevginin kar­şılığı olarak onun hakkıydı. Bu yüzden eskiden çok sevdiği kadının yanına döndü. Onunla sevişti, ona ilgi gösterdi ve tüm kaprislerine boyun eğdi. Her geçen gün daha ka­rarlı bir biçimde, hakkı olduğuna inandığı paraya yaklaş­tığına inanıyor, sabırla kadının her dediğini yapıyordu.

Fakat hayır! Onu tam anlamıyla ele geçiremeden ön­ce ne yazık ki beklenmedik bir olay oldu. Bir gece sevişirlerken kadın bir çığlık attı, ellerini başına götürdü, kaska­tı kesildi, gözleri sabitleşti, bir süre hiç hareket etmedi ve sonra da öldü. Adam henüz ondan tek kuruş koparamamışken kadın oluvermişti. Lanet olsun, kendisine ikinci kez ihanet etmişti. Zaten ikinci beraberliklerinde ondan hep nefret etmişti, hep öç alacağı zamanı beklemişti, işte şim­di zamanı gelmişti. Onun ağzından, tüm mirasını zaten ya­sal varisi olan on yaşındaki kızına bıraktığına dair bir va­siyet hazırladı ve kızının vesayetini ve bakımını kendisine bıraktığına dair de bir not düşerek onun imzasını taklit et­ti. Mektubu kadının yastığının altına koyarken, ölümün sağırlaştırdığı kulaklara eğilerek:

"Bayan Gurur uzun zamandır kararlıyım, hak ettiği­mi bana ödeyeceksin! Ölü ya da diri, er ya da geç!"

Artık yalnızca ikisi kalmıştı. Kendisi ve san püskül saçları, iri boş bakışlı gözleri ve saflığıyla babasının kop­yası olan kız. Sevdiği kadını kendisinden alan adamın kı­zı. İşte söz ettiğim gelin bu küçük kızdı. Adam, onu eğit­meye karar verdi. Kimsenin bilmediği, eski, kasvetli, ka­ranlık bir evde gözcülük etmesi ve eğitmesi için acımasız bir kadınla küçük kızı başbaşa bıraktı.

"Değerli bayan, işte size biçimlendirebileceğiniz bir kişilik ve kafa. Onu birlikte oluşturup biçimlendirmeye ne dersiniz?"

Kadın yüksek bir ücret karşılığında kızı eğitmeyi ka­bul etti ve işe başladılar.

Küçük kız tüm eğitimi boyunca adamdan korkmaya ve ondan kaçışı olmadığını kabullenmeye şartlandırılmıştı. Daha başlangıçtan itibaren o adamın gelecekte kocası olacağı, onunla evlenmekten başka hiçbir seçeneği olma­dığı ve bu evlilikten kaçışının olanaksızlığı üzerine beyni yıkanmış, küçük kız da bu durumu kaçınılmaz bir yazgı olarak kabullenmek zorunda kalmıştı. Zavallı küçük kız ikisinin elinde zamanla biçimlenip sertleşen bir mum gi­biydi. Kendisine uygun görülen rol ancak ölümle sona ere­bilecek kadar yaşamının gerçeği olmuştu.

On bir yıl boyunca o karanlık ev ve kasvetli bahçesin­de yaşamıştı. Adam ve kadın küçük kıza hayat verebile­cek olan her türlü ışık ve havayı engellemeye çalışarak onu göz altında tuttular. Evin geniş bacaları tıkanmış, küçük pencereleri perdelerle örtülmüş, girişteki sarmaşığın tüm evin ön yüzünü kaplaması sağlanmış, kırmızı yüksek du­varların çevrelediği bahçedeki meyva ağaçları daha koyu gölge yapsınlar diye hiç budanmamış ve otların tüm yürü­yüş yollarını kapatmasına izin verilmişti.

Küçük kız, yalnızlık, acı, umarsızlık ve korku veren bir ortamda, çevreyle ilgili ürkütücü öykülerle iyice eve hapsolmaya zorlanmış ve en çaresiz anlarında sığınabile­ceği tek dostunun koruyucusu olduğu düşüncesine alıştı­rılmıştı. Kendisiyle ilgili tüm kararlar o yüce güç tarafın­dan beynine işleniyor, değişmeyen tek gerçek, kızın güç­süzlüğü ve zavallılığı oluyordu.

Yirmi bir yaşından yirmi bir gün aldığı zaman koru­yucusuyla üç haftalık evli olarak dönmüştü o karanlık ve kasvetli evde Eğitmen kadının görevine son verilmiş, bun­dan sonraki adımları tek başına atmaya kararlı olan adam genç eşiyle birlikte evlerine dönmüştü. Yağmurlu bir ge­ceydi ve genç kadın eşikte durup kocasına dönerek:

"Ölüm saatinin tik taklarını duyuyorum. Sanki beni çağrıyor," demişti, yağmur damlalarının tahta pergolala­ra düşerken çıkardığı sesleri dinleyerek.

"Ya gerçekten çağırıyorsa dedi adam.

"Lütfen beni bağışlayın ve acımanızı benden esirge­meyin. Beni bağışlarsanız her istediğinizi yapmaya hazı­rım."

Bu tümceler zavallı kızın durmadan yinelediği an­lamsız şarkılar gibiydi. "Özür dilerim", "Lütfen beni ba­ğışlayın", "Acımanıza sığınıyorum".

Ondan nefret bile etmeye değmeyecek kadar değer­sizdi adamın gözünde. Fakat hâlâ adamın amacına varma­sı için en büyük engeldi. Tamamlanması gereken işin ar­tık zamanı gelmişti ve son darbeyi indirmeliydi.

"Salak kadın" dedi. "Derhal yukarı çık !"

"İstediğin her şeyi yaparım !" diye mırıldanarak buy­ruğu hemen yerine getirdi ve yukarı çıktı. Büyük giriş ka­pısının kapatılması biraz uzun sürdü. Evde çalışanların gündelik olarak gelip gitmesini ayarladığı için kapıyı sür­gülemek adama kalmıştı. Artık evde yalnızdılar. Yukarıya çıkıp gelinin odasına girdiği zaman, onu, uzak bir köşeye büzülmüş, arkasındaki duvarla neredeyse tek vücut haline gelmiş, dağınık sarı saçlarının arasından kocaman gözle­riyle korku içinde kendisine bakar bir durumda buldu.

"Neden korkuyorsun ? Gelip yanıma otursana."
"Ne isterseniz yaparım efendim. Özür dilerim. Beni bağışlayın." Her zamanki renksiz ses tonuyla konuşuyor­du yine.

"Ellen, burada yatın kendi el yazınla doldurman ge­reken bir kâğıt var. Sen bu işi yaparken uşaklar kesinlikle ne yaptığını görmeli. Okunaklı bir biçimde doldurduktan sonra odaya iki kişiyi çağır ve imzanı onların önünde at. Akşam ben gelinceye kadar göğsünde sakla ve yarın ak­şam yine bu odada birlikte olduğumuzda bana ver."

"Ne isterseniz yaparım. Elimden geldiğince en dik­katli bir biçimde tüm dediklerinizi yapacağım efendim."
"O zaman titremekten vazgeç."
"Özür dilerim. Elimden geleni yapacağım."

Ertesi gün genç kadın kendisine söylenenleri bir buy­ruk gibi yerine getirmek üzere çalışma masasının başına geçti. O, masasında acele etmeden, özenle çalışır, yazdık­larını kendi kendine yineler, anlamaya çalışmadan meka­nik bir biçimde görevini yaparken; adam odaya giriyor, onu izliyor, karışmadan dışarı çıkıyordu. Akşam olup odalarına çekildiklerinde, adam ateşin yanında koltuğuna oturmuş düşünürken, kadın uzak köşedeki koltuğundan kalkarak çe­kingen bir biçimde ona yaklaştı ve göğsünde sakladığı de­ğerli kâğıtları ona uzattı.

Bu kâğıtlar genç kadının ölümü durumunda tüm mal varlığının kocasına kalmasını güvence altına alıyordu. Adam, karısının gözlerinin içine bakarak yazdıklarının ne anlama geldiğini olabildiğince yalın bir dille ve ifadesiz bir tonla anlattı. Karşılığı, onaylayan bir baş sallamaydı. Bunu yaparken kadının beyaz giysisinin daha da solgun gösterdiği yüzündeki mavi gözleri irileşmiş ve kocasının gözlerine dikilmişti. Sinirli bir biçimde giysisinin etekle­rini iki elinin içinde büküp buruşturmakta ve kendisine ve­rilecek buyruğu bekler gibi, hiç kımıldamadan kocasının önünde durmaktaydı.

Adam ayağa kalktı, kadının ellerini tuttu, gözlerinin içine daha da dikkatli bakarak
"Artık ölmelisin ! Seninle işim bitti," dedi
.
Kadın bastırmaya çalıştığı cılız bir çığlıkla yere çöktü.

"Seni öldürmeyeceğim. Senin için yaşamımı tehlike­ye atamam, fakat sen öleceksin."

O geceden sonra günlerce ve gecelerce bu tümceler kâh fısıltıyla, kâh sessizce fakat sürekli olarak erkeğin so­ğuk ve acımasız gözlerinden kadının boş bakışlı gözleri­ne bir buyruk olarak aktı. Göz göze geldiklerinde bir ba­kış, uykuya dalarken bir fısıltı, anlamsız özür dilemeleri­ne bir yanıt oluyor ama hiç değişmiyordu. "Ölmelisin !"

Korkunç karanlık gecelerin sabahında, güneşin ilk ışıkları odaya süzülürken kulağına hep aynı tümce fısılda­nıyordu: "Yeni bir gün ve sen hâlâ ölmedin. Ölmelisin!"

Kimsenin uğramadığı bu kasvetli köşkte bir ölüm ka­lım savaşı verilmekteydi. İkisinden biri kesin ölecekti. Adam, tüm gücüyle, kadında yıllar boyunca oluşturduğu zayıf kişiliğe odaklanmış, benliğini yok ettiği kadının be­denini de yok etmeye çalışıyordu. Zaman zaman kendisi­ne yalvararak uzanan kolları sert bir biçimde tutuyor, ka­dının gözlerinin içine bakarak onu ölümcül buyruklarla bo­ğuyordu: "Öl! Öl! Ölmelisin! Neden halâ ölmedin ?"

Fırtınalı bir sabah, güneş doğmadan beklenen son gel­di. Saat 4.30 sularında olmalıydı. Bütün gece, uykusundan korkuyla çığlık atarak her uyanışında bir el kadının ağzı­nı kapatmış ve kulağına ölümcül buyrukları fısıldamıştı. Yataktan sürünerek inen kadın odanın bir köşesine büzül­müş, karmakârışık bir yün yumağını andıran saçlarının arasından korkuyla adama bakarken, o, her zamanki kol­tuğunda, çatık kaşları, korkunç gözleriyle kadına ölüm ile­tilerini gönderiyordu. Karanlık geceden kurşuni tana ge­çilirken kadın yerde sürünerek erkeğe doğru ilerlemeye başladı. Titreyen ellerini ona doğru uzatarak:

"Bağışla beni! Yaşamama izin ver! Ne istiyorsan ya­parım," diyerek inledi.
"Ölmelisin!"
"O kadar kararlı mısın? Benim için hiç umut yok mu?"
"Öl!"

Kocaman gözlerindeki korkulu bakış önce kırgınlığa, sonra umarsızlığa, sonra da ölümün donuk ifadesizliğine dönüştü. Beklenen son gelmişti. Adam pek emin olmadan güneşin iîk ışıklarına kadar yerinde oturdu. Kadın ayakla­rının dibinde cansız yatıyor, fakat o sabırla bekliyordu. Hiçbir yaşam belirtisi göstermeyen kadının cansız ak saçlarında, güneşin camdan süzülen ilk ışıkları değerli taşlar gibi kırmızı, mavi, yeşil, mor pırıltılarla oynaşıyordu. Öl­düğünden iyice emin olduktan sonra adam onu yerden kal­dırarak yatağına yatırdı.

Kadını sade bir törenle köşkün bahçesine gömen adam artık tüm sıkıntıları geride bırakmış, hak ettiğine inandığı her şeyi ele geçirmişti.

Artık gezmek, görmek, dünyayı tanımak istiyordu. Aslında parası onun için çok önemliydi. (Ona kavuşmak için nelere katlanmamıştı ki!) Boşuna harcamayı düşüne­mezdi, fakat bu uğursuz evden uzaklaşmak ve çektiği sı­kıntılardan kurtulmak için yola çıkmadan evi satmak isti­yordu. Bakımsız ve kasvetli haliyle iyi bir fiyata satamayacağını düşündüğü için bahçeyi düzenlemek, evi tümüy­le kaplamış olan sarmaşığı budamak ve yürüyüş yollarını kapatmış olan yaban otları temizletmek için birkaç adam tuttu. Kendisi de onlarla birlikte çalışıyor, hatta onlar git­tikten sonra bile çalışmayı sürdürüyordu.

Bir güz akşamı, (karısının ölümünden beş hafta son­ra), adamlar gitmiş, o ise elinde orak, hâlâ çalışmaktaydı.

"Artık bıraksam iyi olacak, hava iyice karardı," diye düşündü.

O kasvetli evden nefret ediyordu. Verandaya açılan ka­pı tıpkı onu yutacak bir mezar gibi kapkaranlıktı. Doğru­lup bu ilençli eve baktığı zaman geniş dalları karısının öl­düğü gelin odasına kadar uzanmış olan ağaçta ani bir kı­pırtı duyumsadı. Başını kaldınp baktığında dalda tünemiş genç bir erkekle göz göze geldi ve ürkerek geriye bir adım attı. Uzun açık kumral saçları omuzlarına dağılmış, 20 yaşlarında (karısıyla aynı yaşta) ince yapılı bir delikanlı yaprakların arasında oturuyordu. Dal sallandı, çatırdadı ve de­likanlı aşağıya atladı. Adam onu yakasından tutarak "Sen hırsız mısın?" diye bağırdı. Delikanlı kolunu sert bir bi­çimde savurarak yakasını adamın elinden kurtardı ve deh­şet içinde "Sakın bana dokunma, Şeytan bile senden daha iyidir" diye haykırdı. Her ikisi de karşılıklı durmuş, her an kavgaya hazır, hırsla birbirlerine bakıyorlardı.

Delikanlının gözlerindeki garip bakışı ölmeden önce karısının gözlerinde de görmüştü adam. Elinde orak dona­kalmış, bu bakışı çözmeye çalışıyordu.

"Ben hırsız değilim, olsam bile senin tek kuruşunu çalmazdım! Sen bir katilsin! "
"Ne diyorsun sen? "
"Şu dala ilk kez 4 yıl önce tırmandım. Onu gördüm, onunla konuştum. Daha sonra birçok kez görüştük ve ba­na pencereden bunu verdi"

Delikanlı adama siyah bir kurdeleye bağlanmış bir tutam saç gösterdi, karısının mısır püskülü saçlarından ke­silmiş ve içinde bulunduğu ruhsal durumu yansıtan siyah kurdeleyle bağlanmış bir tutam beyazımsı san cansız saç.

"Onun yaşamı bir ölünün arkasından sonsuza dek yas tutanların yaşamı gibiydi. Ölen kendisiydi. İkimizden başka kimse onun yaşadığını bilmiyordu. Bana verdiği bu Saç tutamı onun yaşarken öldüğünün "kanıtıdır. Eğer onu daha önce tanımış olsaydım belki senden kurtarabilirdim. Ben bu ağaca ilk tırmandığımda o çoktan ölümün ağları­na yakalanmıştı ve o ağları parçalamaya benim gücüm yet­medi.

Delikanlı sözlerini bitirirken birden ağlamaya başla­dı; önce sessiz ve umarsızca, daha sonra hıçkırarak, duygularını ağlayarak anlatırcasına; "Katil! Onu geri getirdi­ğin gece ben o ağaca tırmandım. Kapıda kendisi için ça­lan ölüm saatinden söz ettiğini duydum. Daha sonraları üç kez daha onunla odaya kapandığını ve onu yavaş yavaş ölü­me sürüklediğini bu ağaçtan izledim. Cinayetinin en can­lı kanıtı benim. Onu nasıl öldürdüğünü tam olarak çöze­medim, fakat seni darağacında görene kadar izindeyim. Ondan kurtuldun ama benden kurtulamayacaksın. Onu se­viyordum ve sen onu öldürdün. Hiçbir güç seni celladın elinden kurtaramayacak. Asılana kadar benden kurtula­mayacaksın. Katil! Onu seviyordum ve sen onu benden al­dın!"'

Aşkını ve nefretini hıçkırıklarıyla anlattıktan sonra delikanlı bahçe kapısına yöneldi. Vücudunun ve yüzünün her hareketi, adama duyduğu öfke ve nefreti en açık biçim­de gösteriyordu. Ağaçtan inerken başından şapkasını dü­şürmüş ve yeniden almamıştı. Adam önünden geçip kapı­ya, doğru yürüyen genci gözleriyle izledi. Yerinden hiç kı­mıldamadan elindeki orağı gencin başına hedefledi. Şap­kasız baş, tok bir sesle orağın hedefi oldu, ortadan ikiye ya­rıldı ve genç adam kanlar içinde yüzükoyun yere kapak­landı.

Her şey bir anda olup bitmişti. Yıllarca tasarladığı, sa­bırla adım adım uyguladığı ve sonunda ulaştığı yengi, bir anlık öfke sonucu yenilgiye dönüşmek üzereydi. Kendisini tehlikeye atmadan, hiçbir zaman karısı gözüyle bakmadığı "gelin "den kurtulmuş, yıllarca özlemini duyduğu servete kavuşmuş, fakat şimdi kendisine hiçbir şey kazandırmaya­cak olan bir ölüm yüzünden darağacının ipini boynuna ken­disi geçirmişti. Ayrıca da, kendini içinde yaşamaya dayanamayacağı korku ve ölüm kokan eve mahkum etmişti.

Delikanlının cesedini bahçede bir ağacın dibine göm­dü ve cinayetin ortaya çıkması korkusuyla evi satmaktan vazgeçti. Evin işlerini yapmaları için yaşlı bir çiftle anla­şarak, kendisi için bir karabasana dönüşen bu yerde korku ve nefretle yaşamayı sürdürdü, işin en zor yanı bahçeyle ilgilenmekti. Bahçeyi bakımlı halde mi tutsun, yoksa es­kisi gibi otların sarmasına izin mi versin, bir türlü karar ve­remiyordu.

En sonunda bir orta yol buldu. Bahçeyi boş zamanla­rında ilgileneceği bir uğraşı olarak seçti ve yaşlı yardım­cısını kendisi olmadan bahçede hiçbir şey yapmaması ko­nusunda uyardı. Cesedi gömdüğü ağacın çevresine dallar­dan yaptığı küçük kulübe zaman zaman evin havasından bunaldığı veya bahçe işlerinden yorulduğunda, kendini güvenlikte duyumsayarak oturduğu bir sığınak olmuştu.

Mevsimlerin doğaya ve ağaçlara getirdiği değişiklik­ler ona içinde bulunduğu tehlikenin çeşitli boyutlarını anımsatıyor gibiydi. Dibinde cesedin gömülü olduğu ağaç, baharda dalları ve yapraklarıyla sanki delikanlının dalda otururken yapılmış bir yontusu gibi görünmekte, güzün yapraklarını dökerken kanlar içinde yerde yüzükoyun ya­tışının resmini çizmekteydi. Ağaç sanki yapraklarını özel­likle delikanlının öldürüldüğü ve cesedinin gömülü oldu­ğu bölgeye dökmekte gibiydi. Rüzgârda sallanan dallar ci­nayeti gören bir kimsenin tehditle sallanan elleri ve par­maklan oluyor, ayışığında ağacın gövdesi bir hayalete dö­nüşerek adama işlediği cinayeti anımsatıyordu. Yoksa yap­rakların kırmızısı delikanlının cesedinden ağacın kökleri­ne geçmiş, gövdesinden yapraklarına süzülmüş kan mıydı? Neden ağacın dalları her geçen yıl daha sıklaşıp, bir­birinin içinden geçerek onun rüzgârla sallanan dallarda oturan bir yontusunu oluşturmuştu?

Adam için önemli tek şey köle ticareti ve altın tozu kaçakçılığıyla sürekli artan servetiy­di. Ortak çalıştığı köle tüccarları ve gemicilerin ileri sür­düğüne göre serveti on yılda on iki katına çıkmıştı.

Tüm bu olaylar bundan yüzyıl kadar önce gerçekleş­mişti. O zamanlarda insanlar ortadan kaybolabiliyor ve fazla araştırma yapılmadan unutuluyordu. Zamanla gen­cin kim olduğunu ve kayboluşuyla ilgili araştırma yapıl­dığını öğrenmişti, ama olay sonuçlanmadan kapatılmış ve unutulmuştu.

Aradan geçen on yıl boyunca bahçedeki ağaç düzen­li olarak her mevsim, gencin ölümüyle ilgili belirtileri ve­riyor, adama işlediği cinayeti sürekli anımsatıyordu. Fırtı­nalı bir gecede çakan bir şimşek ağacı yakıncaya kadar, ya­şam aynı devinimlerle aktı gitti. Haber kendisine sabahle­yin evin yaşlı kahyası tarafından verilmişti. Ağaç köküne kadar boydan boya ikiye yarılmış, bir parçası dallarıyla evin çatısına yaslanmış, öbürü bahçe duvarını yıkarak bir oyuk oluşturmuştu. Çevreden olayı duyanlar koşup gelmiş, bu oyuktan bahçeye girmiş, ağacı incelemekte ve fikir yürüt­mekteydiler. Artık yaşlanmış olan adamın yıllardır bastır­maya çalıştığı tüm korkular bir anda canlanmıştı. Kendi kendini yatıştırmaya çalışarak derhal duruma el koydu ve bahçeye doluşan gittikçe artan sayıda insanı dışarı çıkar­tarak ne yapabileceğini düşünmeye başladı. Ağaca duyu­lan ilgi bitmiyordu ve adam kaçınılmaz ölümcül yanlışı yapmak zorunda kaldı. Çok uzaklardan olayı duyup inceleme yapmak üzere oraya gelmiş olan bilim adamlarına ha­yır diyemedi ve onları içeri alarak ağacı incelemelerine izin verdi.

Adamlar ağacı incelemekle kalmayıp toprağı kazarak köklerini de incelemek istediler. Hayır! Buna izin veremez­di. Kendisi yaşadığı sürece ne o ağacın köklerine, ne de di­bindeki toprağa kimse el süremezdi. Kendisine önerilen pa­rayı geri çevirdi. İstese bir imzayla o adamların tümünü sa­tın alabilirdi. Onlara bahçe kapısını gösterdi ve kapıyı ar­kalarından kilitleyip sürgüledi. Onları bir daha görmek is­temiyordu.

Fakat bilim adamları kararlıydı. Böyle bir olaya çok sık raslamıyorlardı ve kesinlikle o toprağı ve kökleri ince­lemeliydiler. Her ücretini alışında yetersizliğinden yakınan yaşlı kahyaya rüşvet verdiler ve o gece sessizce lambala­rı, kazmaları ve kürekleriyle bahçeye girip çalışmaya baş­ladılar.

Adam artık gelin odasında değil, evin başka bir böl­mesinde yatıyordu; fakat düşünde kazmalar kürekler gö­rerek dehşet içinde uyandı. Gördüğü karabasanın etkisin­de kan ter içinde ağacın olduğu taraftaki bir pencereye koştu.

Gerçek oradaydı. Daha önce kendisinin kazdığı çukur yeniden açılmış, adamlar gördüklerini merakla incelemek­teydiler. Lambalardan süzülen cılız ışık çukuru aydınlatı­yordu. "Kafası yarılmış," dedi biri. "Kemikler de burada," dedi bir başkası. "Şu paçavralar giysi galiba. Bu paslı orak da cinayet aracı olmalı," dedi üçüncüsü küreğiyle top­raktan aracı çıkartırken.
O günden sonra adam bir hafta göz altında tutuldu, hiçbir yere gitmesine izin verilmedi ve gerekli belgeler ta­mamlanarak tutuklandı.

Durum yavaş yavaş ortaya çıktı. Kanıtlar ve bilgiler toplandıkça bilmecenin parçaları yerine yerleştiriliyor, es­rar çözülüyordu. Adalet gecikmiş olmanın öcünü alırcasına onu işlemediği cinayetten de suçluyordu. Yeni gelini odasında zehirleyerek öldürmüş olmalıydı. Kendisine za­rar vermemek için sabırla yıllarca hazırladığı ve uygula­dığı doğal ölüm tasarısı, bir cinayet olarak üzerine yükle­niyordu.

Hangi cinayetten daha önce yargılanacağı kesinleşme­mişti, fakat bu kana susamış adamlar gerçek suçluyu bul­muş ve onu asmaya karar vermişlerdi! Parası onu kurtara­madı ve asıldı. İşte ben o adamım ve size anlattığım asıl­ma olayı bundan yüzyıl önce karşıda gördüğünüz Lancas­ter Şatosu'nda benim başıma geldi.

Bu korkunç itirafı duyan Goodchild ayağa fırlayıp ba­ğırmaya çalıştı. Fakat siyahlar içindeki yaşlı adamın göz­lerinden kendi gözlerine akan alev dalgası onu adeta otur­duğu yere mıhlamıştı; ne kımıldayabiliyor, ne de sesi çıkı­yordu. Tam o anda saatin ikiyi çaldığını duydu ve yaşlı adamlardan ikincisi aniden beliriverdi.

Aynı giysi ve görünümde iki yaşlı adam! Aynı gözler, aynı bakışlar, aynı burun, aynı ablak yüz! Aynı anda konu­şuyorlar, aynı ses tonu havada çınlıyor ve aynı alev dalga­ları Goodchild'in gözlerine iki katı güçlü olarak akıyordu. Kopyası özgün olandan hiçbir ayrım göstermiyor; ne ses, ne de görüntü daha zayıf gelmiyordu. Kopyası da aslı ka­dar gerçekti!

"Siz dün saat kaçta gelmiştiniz? "
"Altıda."
'Ve sizi altı siyahlı adam karşılaşmıştı."

Beni astıktan sonra bedenimi anatomi dersinde ince­lemeye aldılar. Kemiklerimi tellerle bir araya bağlayıp is­keletimi anatomi derslerinde kullanmaya başladıkları za­man gelinin öldüğü evin "perili" olduğu söylentisi yayıl­maya başladı. Evet, artık orası bir perili köşktü. Ben hep oradaydım.

Biz, oradaydık. Ben ve gelinim. Her gece bu şömine­nin yanında oturuyordum. O yerde sürünerek bana doğru ellerini uzatıyor ve "yaşa" diyordu. Artık konuşan ben de­ğildim, oydu. Gece yarısından tan ağırıncaya kadar sürekli bana fısıldıyordu "Yaşa!"

Genç adam da oradaydı. Dışardaki ağacın dallarında oturuyor, ağaç sallandıkça ay ışığında onun da bedeni bir görünüyor, bir görünmez oluyordu. O hep orada, her gece başına saplanmış orakla sessizce bana bakıyor, benim acı çekmemi izliyor, sanki ruhumun erince kavuşmaması için görevlendirilmiş bir gardiyan gibi gözcülük yapıyordu.

Bu ay benim yaşamdan uzaklaştırıldığım ay. Gelin odası boş ve sessiz, fakat 10 yıl huzursuz ve korkuyla ya­şadığım oda öyle değil. Ben her gece saat birden başlaya­rak her saat başı çoğalıyorum. Saat ikiyi vurduğunda 2, üçü vurduğunda 3 ruh oluyorum ve bu durum öğlen on ikiye kadar sürüyor. Neden 12? Gelinimin servetini 12 katına çı­kartmıştım ya; işte acılarım da, ruhum da 12'yle çarpılı­yor her gece. Öğlen 12'den gece 12'ye kadar korku ve acıy­la bu evin içinde köşe bucak saklanarak celladın bizi as­masını bekliyoruz. Ve gece 12'de cellat hepimizi asıyor.

Lancaster Şatosu'nun duvarlarına dönük 12 idam mahku­mu. Acımız 12'ye katlanıyor ve her gün, her gece bu acı ve korkuları yeniden yaşıyoruz.

Ruhum gelinin odasına ilk girdiğinde anladım ki bu acı sonsuza dek sürecek. Ancak bu olayı iki canlıya aynı anda anlatabilirsem ve saat birden ikiye kadar her ikisi de beni uyumadan dinlerlerse ilenç üzerimden kalkar ve ben de erince kavuşabilirim. Yıllardır gelin odasına iki kişinin gelip kalmasını ve bir gece olsun saat 1 'i vurduğunda iki­sinin de uyanık olmasını bekledim.

En sonunda bir gün, bu odanın, perili olduğunu du­yup merakla bir serüven yaşamaya gelen iki kişi tarafın­dan tutulduğunu duydum. Saat 12'de bir yıldırım çaktı ve ben şömine bacasından içeri girdiğimde onlar da merdi­venlerden çıkıyorlardı. Birisi 45 yaşlarında, kel, neşeli ve hareketli bir adamdı. Öbürü 10 yaş daha gençti. Bir sepet içinde yiyecekler ve şişeler getirmişlerdi. Elinde yakacak odunla bir kadın onları izliyordu. Kadın ateşi yaktıktan son­ra neşeli adam onu geçirmek üzere odadan çıktı ve kahka­halar atarak yine içeri girdi.

Kapıyı kilitledi, sepettekileri çıkardı, bardaklan dol­durdu ve birlikte ateşin karşısında yiyip içmeye başladılar. Yemekleri bitince ceplerindeki silahları çıkarıp masanın üzerine koydular; şimdi, ateşin karşısına oturmuş, yaban­cı marka pipolannı tüttürüyorlardı.

Birlikte yolculuk etmekteydiler ve dolayısıyla konu­şacak çok ortak konuları vardı. Konuşmalarının tam orta­sında genç olan öbürüne, her zaman serüvene hazır oldu­ğunu ve hiçbir şeyden korkmadığını söyledi. "Sandığın gi­bi değil," diye yanıtladı öbürü. "Hiçbir şeyden korkmaz gi­bi görünebilirim ama aslında kendimden çok korkarım." Arkadaşı bu yanıt karşısında biraz şaşkın, ne demek iste­diğini sordu.

"Şunu demek istiyorum. Buraya varlığı kesinleşme­miş bir hayaleti araştırmaya geldik. Eğer yalnız olsaydım, düşgücüm bana ne oyunlar oynardı ve duyularıma ne ka­dar güvenebilirdim bilmiyorum. Fakat başkasıyla birlikte, özellikle seninle olunca, evrenin tüm hayaletlerini araştırabilirim"
"Senin için bu kadar önemli olduğumu düşünmemiş­tim," dedi genç olan.
"Gerçekten önemlisin. Sen olmasan bu geceyi bura­da geçirmeye cesaret edebilir miydim bilmiyorum," dedi önder konumundaki hayalet avcısı.

Saat 1 'e geliyordu. Genç hayalet avcısının başı gittik­çe düşmekte, gözleri kapanmaktaydı. "Uyanık kalmalısın, Dick," dedi önder olan, heyecanlı bir biçimde. "Gecenin erken saatleri en kötüsüdür."
Öbürü başmı dik tutmaya, uyanık kalmaya çalıştı. Fa­kat başaramadı.
"Dick, uyan, uyanık kalmaya çalış!"
"Yapamıyorum, elimde değil. Garip bir güç beni et­kisi altına almış gibi. Gözlerimi açamıyorum"
Arkadaşı genç hayalet avcısına korku içinde baktı ve ben de aynı korku içinde saatin biri çaldığını ve genç ada­mın benim etki alanıma girdiğini ve üzerimdeki ilenç do­layısıyla onu uyutmak zorunda kaldığımı duyumsadım.

"Kalk ve yürü Dick" diye bağırdı önder. "Kalkmaya çalış!"
Üzerine miskinlik çökmüş olan genç adamı sarsmak, uyandırmaya çalışmak boşunaydı artık. Saat biri vurmuş, büyü etkisini göstermiş, denetimim dışında onu ben uyut­muştum. Bu, benim sonsuza dek sürecek ilencimdi.

Artık daha yaşlı olanla yalnız kalmış ve ona görün­müştüm. Büyülenmiş gibi bana bakmakta olan adama ilençlenmiş bir hayaletin öyküsünü, hiçbir işe yaramasa da bir kez daha anlatmaya başladım. Acı ve umarsızlıkla gö­rüyordum ki saat biri vurduğunda uyanık kalabilecek iki insanoğlunu hiçbir zaman bulamayacaktım. Ben görün­meden önce hep biri uykuya dalacak, ben öbürüne acı için­de öykümü anlatacağım, fakat beriki beni ne gördüğü, ne duyduğu için ilenç çözülmeyecek, saat ikiden sonra çoğal­maya başlayacağım ve acılarım da katlanarak çoğalacak. Ben bu ilenci sonsuza dek taşıyacağım. Acılar! Acılar! Sonsuz acılar içinde!!!

İki yaşlı adam (Goodchild ve idle) bu acılı sözleri duy­duğunda, Goodchild birdenbire anladı ki hayaletin ilenç öyküsünü anlattığı bir saat boyunca idle büyülenmiş bir bi­çimde uyumuş ve öyküyü yalnızca kendisi dinlemişti.

Bu korkunç gerçeği anladığında, dehşet içinde ayağa kalkmaya ve hayaletin gözlerinden gözlerine akan büyü­leyici kıvılcım selinden kurtulmaya çalıştı. Idle'ı yattığı yerden kaldırarak hızla odadan çıkardı ve birlikte merdi­venlerden aşağıya indiler.
"Ne yapmaya çalışıyorsun, Francis? Benim odam bu katta değil ki. Beni niye taşımaya çalışıyorsun? Koltuk değneğimle yürüyebildiğimi biliyorsun."
Goodchild Idle'ı bırakırken hâlâ dehşet içindeydi.
"Ne oluyor Francis? Beni niye ite kaka bu kata indir­din? Neden kaçıyoruz? Beni birşeyden kurtarmaya çalışır gibisin." idle uyku sersemi bir huysuzlukla sorulan sıra­lamaktaydı.
"Karalar içindeki yaşlı adam!, hayır iki yaşlı adam!" diye dehşet içinde bağırdı Goodchild.
"Yaşlı kadın demek istiyorsun herhalde" diye yanıt­layan idle merdivenlere doğru sendeleyerek ilerlemeye başladı; korkuluklan tutarak yavaş yavaş yukan çıkıyordu ki Goodchild arkasından seslendi.
"İnan bana Tom, sen uykuya daldıktan sonra    "
"Haydi canım sen de. Ben gözümü bile kırpmadım!"

Birçok insan gibi, uyukluyor olmasının yüzüne vurul­masından son derece rahatsız olan idle uyumadığını ileri sürmekteydi. Benzer bir rahatsızlığı, Goodchild da anlat­tığı öyküye Idle'ın inanmaması yüzünden yaşadı. Saat bi­ri vurduğunda yalnızca Goodchild'a görünen, ikiyi vurdu­ğunda iki tane olan yaşlı adam öyküsü Idle'ın kafasını iyi­ce karıştırmış, ayrıntılara girilince böyle bir şeyin olama­yacağını düşünmeye başlamıştı. Goodchild'ın düşgücünün iyi çalıştığını, evde gördükleri bazı eşyalar, resimler ve kasvetli havanın kendisini etkilediğini, yedikleri düğün pastasının da yardımıyla Goodchild'ın düş gördüğünü ve ortaya iyi bir hayalet öyküsü çıkardığını söyleyen idle sa­at 1 ile 2 arasında uyuyakaldığını hiçbir zaman kabullen­medi. Daha sonra odalarına gitmek üzere birbirlerine iyi geceler dilediklerinde, her ikisi de birbirlerine biraz kırgın gibiydiler. Goodchild otel olarak kullanılan o eski evin ha­vasından ve orada yaşadıklarından esinlenerek şu anda okumakta olduğunuz bu öyküyü yazdı, idle ise, arkadaşı­nın anlattıklarına hiçbir zaman inanmadı ama yazdığı öy­küyü çok beğendi.

Gizemli Öyküler | Asılmış Adamın Gelini - Charles Dickens

Ad

A Separation,1,Adam Schaff,1,Adem ve Havva,1,Akra'da Bulunan Elyazması,1,Alain Badiou,4,Alain Resnais,1,Alan Woods,1,Albert Camus,17,Albert Einstein,4,Alejandro González Iñárritu,1,Alenka Zupančič,1,Alexander Supertramp,1,Alfred Hitchcock,4,Alıntı,1,Ali Rahimli,4,Allen Ginsberg,5,Amin Maalouf,1,Anarşi,2,André Breton,1,Andrey Tarkovski,7,Ani Gezinti,1,Anton Çehov,2,Antonin Artaud,1,Anubis,1,Aristoteles,1,Arthur Danto,1,Arthur Rosenberg,1,Arthur Schopenhauer,2,Arundhati Roy,1,Asghar Farhadi,3,Attila İlhan,1,Aynadaki Gibi,1,AzBlog,13,Aziz Nesin,2,Babaya Mektup,1,Beat Kuşağı,17,Belgesel,5,Belinski,1,Bertolt Brecht,3,Bertrand Russell,1,Bilim,10,Billie Holiday,1,Biyografya,22,Björk,1,Bob Black,1,Bob Dylan,1,Bozkırkurdu,1,Böyle Buyurdu Zerdüşt,1,Breaking Bad,1,Bulantı,1,Bülent Ortaçgil,2,Büyülenme,1,Camera Lucida,1,Can Yücel,2,Cemal Süreya,1,Charles Baudelaire,2,Charles Bukowski,6,Charles Dickens,1,Charlie Chaplin,2,Charlie Parker,1,Christfried Tögel,1,Christine Bard,1,Christopher McCandless,1,Christopher Nolan,1,Chuck Palahniuk,3,Çarlz Bukovski,1,Çavdar Tarlasında Çocuklar,1,Dallas Buyers Club,1,Damon Albarn,1,Daniel Goleman,1,Dava,1,David Gilmour,1,Demian,1,Desiderius Erasmus,1,Didier Lauru,1,Dieter Forte,1,Djivan Gasparyan,1,Dominique Laporte,1,Dostluk Bağları ve Dostluk,1,Dostoyevski,16,Dönüşüm,1,Edebiyyat,140,Edgar Allan Poe,1,Eduardo Galeano,1,Eflâtun,1,Ejderhaların Danssı,1,Elias Canetti,1,Elvis Presley,2,Emil Michel Cioran,1,Emma Goldman,1,Eric Clapton,1,Eric Hoffer,1,Erich Fromm,3,Ernest Hemingway,2,Estela Welldon,1,Ethan Coen,2,Əkrəm Əylisli,1,Feature,20,Félix Guattari,1,Felsefe,93,Ferman Toroslar,1,Fernando Pessoa,1,Film,68,Franz Kafka,25,Freddie Mercury,1,Friedrich Engels,1,Friedrich Nietzsche,19,Füruğ Ferruhzad,1,Gabriel Garcia Marquez,1,Gabriel García Márquez,2,Galileo,2,Gemeinschaft,1,George Carlin,1,George Martin,1,George Orwell,1,Georges Canguilhem,1,Georges Perec,1,Gerçeklik açısından Kafka,1,Gilles Deleuze,5,Goethe,1,Gogol,4,Guguk Kuşu,1,Gustav Janouch,1,Guy Fawkes,1,Hakim Bey,1,Harriet Lerner,1,Hegel,2,Heinrich Böll,1,Hermann Broch,1,Hermann Hesse,5,Herta Müller,1,Hrant Dink,1,Iain Menzies Banks,1,Immanuel Kant,1,Ingeborg Bachmann,1,Ingmar Bergman,6,Inside Llewyn Davis,1,Italo Calvino,2,İran,1,İtalo Calvino,1,J. D. Salinger,2,Jack Kerouac,8,Jacques Brel,1,Jacques Lacan,13,Jacques Vergès,1,James Hawes,1,James Joyce,1,Jan Pol Sartr,1,Jason McQuinn,1,Jean Baudrillard,1,Jean Cocteau,1,Jean-Paul Sartre,10,Jehane Noujaim,1,Jenn Ashworth,1,Jiddu Krishnamurti,2,Jimi Hendrix,1,Joel Coen,2,John Berger,1,John Fante,2,John Lennon,5,John Steinbeck,4,Jorge Luis Borges,1,Jose Saramago,1,Joseph Conrad,1,Judith Butler,1,Juliet Mitchell,1,Julio Cortázar,1,Kaos'un Gizli Yaşam,1,Karamazov Kardeşler,2,Karl Marx,8,Kaybedenler Klübü,1,Ken Kesey,1,Kırmızı Pazartesi,1,Korkma Ben Varım,1,Kumarbaz,1,Kürk Mantolu Madonna,1,La Casa De Papel,1,Lady with Ermine,1,Lars von Trier,8,Laura Nyro,1,Leonard Cohen,1,Leonard Da Vinci,1,Lev Tolstoy,5,Lev Troçki,2,Linda Lee,1,Maksim Gorki,2,Malina,1,Marie Curie,1,Marilyn Manson,1,Marilyn Monroe,1,Mario Leis,1,Marlon Brando,1,Marqius de Sade,2,Martı Jonathan Livingston,1,Martin Heidegger,2,Maurice Blanchot,2,Max Stirner,15,Mental Pornografi Blog,2,Meqale,175,Michael De Montaigne,1,Michel Foucault,6,Mike Leigh,1,Milan Kundera,1,Miles Davis,1,Milgram,1,Milgram deneyi,1,Mohsen Namjoo,3,Monique Wittig,1,Morrisse,1,Murat Menteş,1,Mustafa Kemal Atatürk,1,Muzik,37,Neal Cassady,2,ngmar Bergman,1,Nick Cave,1,Nick Mason,1,Nikolay Gavriloviç Çernişevski,1,Nilgün Marmara,1,Noam Chomsky,2,Nostalghia,1,Notre Dame'ın Kamburu,1,Nuri Bilge Ceylan,2,Octavio Paz,1,Oğuz Atay,1,Ontolojik Anarşi,1,Onur Ünlü,2,Oscar Wilde,2,Osho,1,Oteki Ben,1,Ölüler Tanrısı,1,Ölüm Pornosu,1,Ömer Hayyam,1,Özdemir Asaf,1,Palyaço,1,Pantolonun Politik Tarihi,1,Patti Smith,1,Paul Lafargue,1,Paul McCartney,3,Paulo Coelho,2,Peter Kropotkin,2,Pierre Clastres,1,Pigme,1,Pink Floyd,2,Politika,1,Rachel Carson,1,Rachter'in Günlüğü,1,Rashit,1,Ray Davies,1,Rene Girard,1,René Wellek,1,Richard Bach,1,Richard Brautigan,1,Richard Dawkins,1,Richard Wagner,3,Richard Wright,1,Robert Musil,1,Roger Fornoff,1,Roger Garaudy,1,Roger Waters,2,Roman,9,Rose Laub Coser,1,Rus edebiyat,2,Ruth Sheppard,1,S. Reynolds & J. Press,1,Sabahattin Ali,2,Sait Faik,1,Salvador Dali,1,Samuel Beckett,4,Sasha Grey,1,Saul Newman,2,Sean Penn,1,Sırtımdaki Ev,1,Siddhartha,1,Sigmund Freud,19,Silence Spring,1,Simone de Beauvoir,6,Slavoj Zizek,6,Slavoj Žižek,15,slide,2,Sokrates,1,Soren Kierkegaard,1,Spinoza,1,SS,6,Stalker,1,Stephen Eric Bronner,1,Steve McQueen,1,Stranger,1,Suç ve Ceza,2,Supertramp,1,Sürgün,1,Şeyler,1,Tanrıya Karşı Söylev,1,Tarkovsky,5,Tek Bacaklı Yolcu,1,Teneke Trampet,1,The Beatles,4,The Butterfly Effect,1,The Rolling Stones,1,The Square,1,Theodor Adorno,4,Thomas Mann,1,Through a Glass Darkly,1,Tom Waits,2,Tomris Uyar,1,Tony Porter,1,Turan Dursun,2,Turgut Uyar,1,Ulua,1,Uluma,1,Ulus Baker,4,Umberto Eco,1,Utanç,1,V for Vendetta,1,Van Gogh,1,Victor Emil Frankl,1,Victor Hugo,1,Viktor Frankl,1,Vladimir Nabokov,2,Voltaire,1,Vsevolod İ. Pudovkin,1,Walter Benjamin,1,Wilhelm Reich,1,Will Durant,1,William S. Burroughs,2,William Shakespeare,1,Woody Allen,8,Xavier Dolan,1,Yabancı,1,Yad,1,Yolda,1,Yusif Vəzir Çəmənzəminli,1,Zeki Demirkubuz,3,Zen Kaçıkları,1,
ltr
item
Ali Rahimli: Asılmış Adamın Gelini (Charles Dickens)
Asılmış Adamın Gelini (Charles Dickens)
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhx8bjPMxChrnK7ShpQvTllp9QsiYybsF34GPmZWRAfOXU7AfV3rlBNg3Bgw71dW5ejXZUsTy0Xlprf7-IPXrtrakyjmZOaPh6-7A7n8QSSV-SNopL0JmqY2rO2tu_UW2NoBLU02SLbIOwq/s640/charles-dickens.jpg
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhx8bjPMxChrnK7ShpQvTllp9QsiYybsF34GPmZWRAfOXU7AfV3rlBNg3Bgw71dW5ejXZUsTy0Xlprf7-IPXrtrakyjmZOaPh6-7A7n8QSSV-SNopL0JmqY2rO2tu_UW2NoBLU02SLbIOwq/s72-c/charles-dickens.jpg
Ali Rahimli
https://alirahimli.blogspot.com/2015/08/aslms-adamn-gelini-charles-dickens.html
https://alirahimli.blogspot.com/
https://alirahimli.blogspot.com/
https://alirahimli.blogspot.com/2015/08/aslms-adamn-gelini-charles-dickens.html
true
8815050805795647263
UTF-8
Tüm Yazılar Yüklendi Hiç bir yazı bulunamadı HEPSİNİ GÖSTER DAHA FAZLA Cevapla Cevabı İptal Et Sil Tarafından Ana Sayfa Sayfalar İçerikler Hepsini Göster BU YAZIYA BENZER DİĞER YAZILAR ETİKET ARŞİV ARAMA BÜTÜN İÇERİKLER İsteğinizle eşleşme bulunamadı Ana Sayfaya Dön Sunday Monday Tuesday Wednesday Thursday Friday Saturday Sun Mon Tue Wed Thu Fri Sat January February March April May June July August September October November December Jan Feb Mar Apr May Jun Jul Aug Sep Oct Nov Dec just now 1 minute ago $$1$$ minutes ago 1 hour ago $$1$$ hours ago Yesterday $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago more than 5 weeks ago Followers Follow THIS CONTENT IS PREMIUM Please share to unlock Copy All Code Select All Code All codes were copied to your clipboard Can not copy the codes / texts, please press [CTRL]+[C] (or CMD+C with Mac) to copy