12 Years A Slave (Steve McQueen) Gayet pratik dertler, kaygılar taşıyan bir yazı olacak bu… Solomon Northup’un gerçek yaşam öyküsünün on...
![]() |
12 Years A Slave (Steve McQueen) |
Diyeceğim şudur ki, 12 Yıllık Esaret gibi bir filmin özellikle Amerikan seyircisi üzerinde sarsıcı bir etkisi olması kaçınılmaz. Kendi tarihleriyle ilgili sözünü sakınmayan, can acıtıcı bir filmi alınmadan gücenmeden, hatta gözyaşları içinde, darmadağın olarak izleyebilecek olgunlukta bir toplum var çünkü orada. Fakat söz konusu filmin arızalarını da göz ardı etmemek gerek.
Film, özgür bir siyah adam olarak mesleğini icra eden, ailesini geçindiren Solomon’un bir tuzağın içine çekilerek kaçırılışı ve köle olarak ülkenin bambaşka bir köşesinde satılışı ile başlıyor. Benedict Cumberbatch tarafından canlandırılan ilk sahibi görünürde anlayışlı, vicdanlı bir adam. Fakat düzene karşı başkaldıracak cesareti de yok. Solomon’a güveniyor, ona göreceli bir özgürlük alanı sağlıyor ama en ihtiyaç duyduğu anlarda ortalarda gözükmüyor.
Bu blokta film, kölelik meselesine dair son derece sert bir bakış açısıyla ilerliyor. Yönetmenin sinema dili de aynı ölçüde sert ve zorlayıcı. Solomon’un çektiği tüm ruhsal ve bedensel acıları bize de hissettirmeye çalışıyor McQueen. Büyük ölçüde başarıyor da. Bu bir saate yakın süren bloğun tematik olarak önceki filmleriyle organik bağı var. Bir Steve McQueen filmi izliyoruz. Stüdyo sistemi içinde bile kendi sinemasını yapan, cesur ve yaratıcı bir yönetmen izliyoruz.
Ancak sonra yeni bir perde başlıyor. Solomon’un Michael Fassbender tarafından canlandırılan yeni sahibi Edwin Epps ve onun öyküsüne dahil oluyoruz. Schindler’in Listesi’nde Ralph Fiennes’ın oynadığı Nazi subayını anımsatıyor karakter bazı açılardan. Ama Fassbender ürpertici bir soğukkanlılıkla değil, olabildiğince abartılı bir performansla hayat veriyor karakterine. Siyah kölesi Patsey’ye saplantılı biçimde aşık, bu yüzden kendinden bile nefret eden ama bütün öfkesini yine arzu nesnesine yönelten, psikopat bir adam Epps.
Bu hikaye de bize gayet sert sahneler sunuyor ve elbette kölelik meselesinin bir diğer yüzünü işliyor. Epps, malı olarak gördüğü Patsey’nin bedeni üzerinde her türlü hakka sahip olduğuna inanıyor. Sırf karısına kendini ispatlamak için o bedeni lime lime edene kadar kırbaçlamak da onun tasarrufunda. Ancak ister istemez büyük bir kölelik hikayesinden, Solomon’un pasif bir izleyici olarak kaldığı obsesif aşk öyküsüne dönüyor film. Filmin en vahim sorunu bu değil belki ve Lupita Nyong’o ile Sarah Paulson’ın performansları çok etkili. Ama yine de filmin bu blokta ciddi biçimde ölçek küçülttüğünü ve etkisini kaybettiğini düşünüyorum. Filmin merkezine bu öyküyü almanın gişe ve ödül kaygıları taşıdığına, 12 Yıllık Esaret’i ortalama bir alana çektiğine inanıyorum.
Bu durum filmin rejisine de yansıyor. Bariz bir yapımcı müdahalesi var gibi filmin ikinci yarısında. Daha ana akım, daha Hollywood bir şeye dönüşmeye başlıyor karşımızdaki. Brad Pitt’in öyküye dahil oluşu da her şeye tüy dikiyor. İşte filmin en vahim sorunu da Pitt’le vücut buluyor. Tek mesele Pitt’in bir Hollywood yıldızı olarak kurtarıcı pozisyonunda filme girişinin yabancılaştırıcı etkisi değil. Bu girişin hiçbir karakter gelişimi, sunum yapılmadan bodoslama gerçekleşmesi. Tanımadığımız bir adam, Solomon ile iki sohbet ettikten sonra bir de bakıyoruz filmin kilit noktası oluveriyor. Kim bu adam? Solomon’a neden yardım ediyor? Hiçbir cevabı yok! İyi, cesur bir adam olduğunu varsaymamız bekleniyor. Ne de olsa Brad Pitt oynuyor rolü!
![]() |
12 Years A Slave (Steve McQueen) |
O zamana kadar, 12 Yıllık Esaret yer yer sarsıcı ama sırf önemli bir mevzuyu anlattığı için hak ettiğinden fazla değer verilen bir sinema eseri benim gözümde.
Ali Ercivan