Kameranın icadından beri seks her zaman işin içinde oldu. İlk kameralarla çekilen ilk görüntüler, çıplak kadınların kameranın içinden ge...

Belki de porno lobisi en başından beri dünyayı ele geçirmek istiyordu. Dev memeleri ve kocaman penisleri ile porno yıldızları, istilacı bir uzaylı ırkı gibi, fani ve sıradan insan bedenlerini kontrol etmek isteyen birer yüce varlıktı. Amerika’nın Kaliforniya şehrindeki San Fernando Vadisi‘nde, nam-ı diğer “porno vadisi”nde kurulmuş onlarca “yetişkin filmleri” şirketinin bu porno lobisinden haberi var mıydı? Yoksa lobiyi bizzat onlar mı yönetiyordu? İnternet yasasıyla korunmak istendiğimiz bu porno lobisi gerçekten ne gibi bir tehdit teşkil ediyordu?
“Hiç kimse internetin etkilerini tahmin edemezdi. Engin bir mahremiyet, tesadüfi bir şiirsellik var; en tuhaf pornoları saymıyorum bile. Bütün insan deneyimi adeta yeni bir gezegen gibi kendini açığa çıkarıyor gibi görünüyor.” diyordu James Ballard 2004’te.
İşin özü; internet deneyimi insanoğlunun yegane deneyimi olma yolunda ilerlerken, pornonun tanımı da değişti. Youtube‘da cadı olduğu gerekçesiyle bir grup insanın ortasında canlı canlı yakılan genç bir kadını dakikalarca izleyebildiğimiz bu yeni internet deneyiminin kapıları, ardı ardına sevişenlere kapatılıyor. Oysa porno, hayatın bizatihi pornosu karşısında çoktan yenik düştü.

Aslına bakarsanız, porno bize öğrettikleri kadar kötü bir şey değildir. Kötü olan, kadına dair doğal ve normal ne varsa hepsini yeniden kodlayan ve satan bu aşağılık porno lobisi! İşbu nedenledir ki benim de kadrosunda yer almaktan mutluluk duyduğum kardeş yayın Öteki Sinema‘nın kadın yazarları popüler kültüre derun bir bakış attı. Popüler kültürün ve şov dünyasının porno lobisini analiz etti. İşte hususi tabiatli porno lobisi:
Game Power: Oyun Dünyasının Kadınları :
Tomb Raider hem kadınlar için, hem de erkekler için sansasyonel bir oyundu. Erkek dünyası olarak kabul edilen bilgisayar oyunları evreninde, ilk defa “kadın gözünden” oynanan bir oyun bu kadar geniş bir kitle tarafından kabul görüyordu. Bu başarıda Lara’nın özellikle erkeklere hitap eden dolgun göğüslerinin ve şekilli kalçalarının da önemli ölçüde yeri oldu. Ancak kadınların seks objesi olmak dışında insiyatif kullanabildiği bir hikaye barındırması açısından Tomb Raider önemli bir kilometere taşıydı. Ne yazık ki devam oyunlarında bu bakış açısı az da olsa değişmeye başladı. Lara Croft’un seksapelinden faydalanmak konusunda arsız bir doyumsuzluğa sürüklenen yapımcı firma Eidos, her yeni oyunda Lara’yı daha seksi, daha dolgun ve daha histerik bir karakter haline getirdi. Ve işin sonunda Lara, zamanında LucasArts‘ın iddia ettiği gibi “dişi Indiana Jones” olmaktan biraz uzaklaştı.

The Operative: No One Lives Forever isimli oyunun kahramanı olan Cate eski bir hırsızdı. Annesinin doğumdan hemen sonra ölmesi ve babasının intiharından sonra suça yönelen Cate’in kaderi İngiliz İstihbarat Örgütü UNITY‘nin babacan ajanı Bruno Lawrie tarafından keşfedildikten sonra değişmişti. Oyunun en önemli özelliği 60’ların Bond filmlerini anımsatan muazzam atmosferiydi. Fakat yer yer Austin Powers‘ı da hatırlatan, hatta dönemin “ajanlık temalı” dizileri ile inceden dalga geçen eşsiz bir mizahı da vardı.

Bu iki önemli karakter dışında oyun sektörüne yön vermiş bir çok kadın karakterden daha bahsedebiliriz; Oyun tarihinin en etkileyici kötü karakterlerinden biri olan Sarah Louise Kerrigan, dünyanın en seksi Dhampir‘i (yarı insan / yarı vampir) BloodRayne, Half Life‘ın levyeli dünya starı Gordon Freeman‘a içten içe yakıştırdığımız seksi nerd Alyx Vance, zombi istilasını çekilir hale getiren gözüpek polis Jill Valentine, Mortal Kombat‘ın ortağına en sadık sarışını Sonya Blade, Street Fighter‘ın “kızlara da seçecekleri bir şey yapalım” mantığından çok daha uzağa erişmiş ikonik karakteri Chun-Li ve değinemediğim daha niceleri.
Her ne kadar “erkek hobisi” olduğu düşünülürse düşünülsün, aslında bu yakıştırmaya konu olan her şeyde olduğu gibi, kadınların gerçek karakterler haline dönüşmediği bir oyun dünyası düşünülemez. Bu gerçeğin daha sık dillendirilmesi ve kabul görmesi için tüm kadınları önyargılarını yıkmaya ve erkeklere hitap ettiği yanılgısıyla “bulaşmaktan” çekindiği oyun dünyasına dalmaya davet ediyorum.
Boop-Oop-a-Doop, Betty Boop!
Kocaman simsiyah gözler, her teli itinayla kıvrılmış kısacık saçlar, bebek gibi bir yüz ve seksi bir vücut: Betty Boop efsanesinden bahsediyorum. Burlesque dansçısı gibi kırıtarak yürüyüşüyle, endamıyla, işveli sesiyle düşleri süsleyen, en kadınsı çizgi karakterlerden birinden, dişiliğin iki boyutlu sembolünden…

Fıstığımız 9 Ağustos 1930 doğumlu. Max ve Dave Fleischer tarafından Paramount Pictures bünyesindeki Fleischer Stüdyoları’nda yaratıldı. Fakat “Talkartoon” isimli ilk çizgilerde bu kadar afet değilmiş. Dönemin meşhur şarkıcısı Helen Kane‘den esinlenerek yaratılan Betty Boop, ilk başta bir kaniş olarak çizilmiş. Kaniş bir Helen Kane, fetişe bak! Daha sonra; puppy kulakları halka küpelere, kafasındaki tüyler de kısa saça dönüşmüş. 1932’de gerçek bir kadın olmuş ve kendi serilerine başlamış.
Siyah beyaz ve hüzünlü Betty’cik, 1960’da renkli ve daha seksiydi. Çünkü o tarihlerde dünya daha seksiydi. Zaman aktıkça evrimleşti, seksiliğine seksilik kattı (Kabul edelim ki ilk başlarda pek alımlı değildi). Asla yaşlanmadı, çünkü tıpkı Marilyn Monroe gibi bir efsane oldu. Jessica Rabbit’ten daha çok sevildi, çünkü buz gibi bir domina değildi. Kelimenin tam anlamıyla bir “hottest”tı. (Yazarın notu: Favorim Jessica olmasına rağmen!) Yükselen bir grafikle günümüze kadar gelmeyi başardı. Ve nihayet Betty Boop günümüzde bir moda ikonuna dönüştü.

Ama Betty Boop her zaman, hayranlık uyandıran her kadın gibi biraz yalnız ve hüzünlüydü.
1934’te “Betty Boop’s Little Pal”da, Pudgy isminde küçük beyaz bir köpeği vardı, o kadarcık. Bir de 1984’le 1988 arasında Felix the Cat’le “Betty Boop and Felix” çifti olarak takıldılar. Başarısız bir ilişkiydi. Çok sürmedi. Betty sadece motosikletleri ve jartiyer lastiklerini sevdi. Ve ara sıra şarkı söylemeyi. Onu bu kadar paha biçilmez kılan şey de buydu zaten. Kırılgan ve dokunulmaz oluşu. Kadınların içselleştirdiği bir kadın oluşu. Çünkü Alice Cooper’ın da dediği gibi only woman bleed’di. Ah o gözümdeki ıslaklık mı nesi? Lafı bile olmaz! Mutluluktan ağlıyorum tatlım, hadi dans edelim!
Efsanenin Adı Marilyn Monroe
![]() |
Marilyn Monroe |
“Hollywood öyle bir yerdir ki, bir öpücük için size bin dolar öderler, ama ruhunuzu satmank için size 50 cent verirler. Bunu biliyorum, çünkü ilk teklifi reddederek defalarca 50 cent’e razı oldum.”
![]() |
Marilyn Monroe |
“Evet, bende özel bir şeyler vardı ve ben bunun ne olduğunu biliyordum. Ben koca, boş bir yatak odasında elinde boş bir uyku hapı şişesiyle ölü bulabilecekleri türden bir kızdım. Ama her şey henüz siyah değildi. Genç ve sağlıklıyken pazartesi günü intihar etmeyi planlayıp Salı günü yine kahkahalarla gülebilirsiniz.”
Marilyn yıllarca arşınladığı yollarda, kapısını beklediği stüdyolarda ve elini tuttuğu insanlarda şunu görmüştü; fazla zeki olmak dezavantajdı, görsellik her şeydi ve asıl oyunculuk kameralar kapandığında başlıyordu. O zeki ve kendine güvenen bir kadın olarak istediği yolda yürüyemedi. Onun yolu şapşal, çaresiz ve aptal bir sarışın olduğunda açıldı. Şuh ses tonuyla, birinin yardımı olmadan ne yapacağını bile bilemeyen güzel giysili bir kadın olmalıydı. Zira onun tarihinde bir kadın için “Amerikan Rüyası” böyle başlıyordu.
Amerikan erkeklerinin kafasına kazınan hiçbir zaman oyunculuk performansı olmayacaktı. Bunu anlaması yıllar sürse de, sonunda formülü bulmuştu. Tıpkı How to Marry a Millionaire filmindeki Pola Debevoise gibi olmalıydı, ya da Gentelmen Prefer Blondes’de ki Lorelei Lee, ya da Some Like It Hot’daki Sugar gibi… Savunmasız, katıksız bir sarışın. Erkekler akıllı kadınlarla başa çıkmak istemiyorlardı. O kadınlar hayatlarını zorlaştırırken, en azından filmlerde fantezilerini tazelemek istiyorlardı. Marilyn onların “gündüz rüyası” olmalıydı. Koyu kahve saçlarını kestiği ve platin sarısına boyadığı gün aslında tahmin edebiliyordu dünyaya yeni bir tanımlama getirdiğini; “aptal sarışın”.
![]() |
Marilyn Monroe |
“Eğer aptal bir kızı oynuyorsam ve aptalca bir soru sormam gerekiyorsa bunu yapmalıyım. Benden ne bekleniyor, zeki olmam mı?”
Amerika o devirlerde komedi ve aile filmleriyle devrin insanına şunu salık veriyordu: Bahçeli bir eviniz, huzurlu bir hayatınız olmasını istemelisiniz. Eşleriniz saçlarının mükemmel şekliyle size mutfakta harikalar yaratmalı ve mutlaka iki çocuğunuz olmalı. Yemek masasında, gülmekten felç olmuş suratlarınızla oturup basit şeyler konuşmalısınız. Eşleriniz ise konuşmaktan ziyade gülümsemeli. Hollywood size fantezilerinizin kapılarını aralarken, düşünmeyi unutup gösterdiklerimizi yapmalısınız. İşte yıkanan beyinlere afyon kadınlar tam da bu devirlerde belirmişlerdi. Erkekler Mariyln’i seyredip evlerinde yemek yediler; mutluydular! Kadınlar saçlarını onun gibi kestirip boyattılar, onun gibi giyinip konuşmaya özen gösterdiler, mutluydular! Çünkü salık verilen sır basitti; mutlu olmak istiyorsanız zeki olmayı bırakın ve basit yaşayın. Gördüğünüze ve duyduğunuza inanın.
Afrodit-i Âlâ: Banu Alkan
![]() |
Banu Alkan |
![]() |
Banu Alkan |
Oldukça başarısız bir oyunculuk yeteneğine sahip olan Banu Alkan tam da bu sebeple, filmlerinde vücudunu sergilemekten ve ön plana çıkarmaktan çekinmedi. Dolayısıyla erotik bir imge haline dönüştü ve verdiği röportajlarda bir Afrodit, bir Venüs olduğunu açıkladığı için böyle anılmaya başlandı.
![]() |
Banu Alkan |
Gürbüz Hanif’in ölümüne ve sinemadan bir süreliğine el etek çekmesine kadar Türk ve dünya basınında kendisine yer bulan Banu Alkan, birçok Yeşilçam ve dünya oyuncusunun aksine bilinçli olarak cinsellik abidesi olmayı seçen ender isimlerden biridir. Alkan, “Neremi neremi” şarkısıyla eski şaşalı günlerine dönmeye çabalamış, ama pek başarılı olamamıştı. Ama her şeye rağmen hafif erotik sinemanın en önemli yıldızları arasına girdiği ve unutulmaz olduğu yadsınamaz.
Popüler Kültürde Seks Kodları
Kadın komedyen çok yoktur nedense. Erkeğe göre her şeyi daha fazla ciddiye aldığından mıdır, hayatla dramatik deneyiminin daha fazla olmasından mıdır bilinmez… Kadın karakter illa güldürecekse aynı anda ağlatabilmeli, modern kadının sorunlarına dair mesajlar vermeli, ayrıldığı ya da ulaşamadığı erkeği için depresyona giren kadın izleyicilere örnek olmalıdır. Varsın erkekler dünyayı kurtarsın, süper kahramanlıklar yapsın! Yine de hiçbiri kadın karakterler kadar hemcinslerine yaklaşamayacaktır. Ancak anlıktır bu yakınlaşma. Gerçek hayatta, filmlerde gördüğü aşkların kırıntısına dahi rastlayamayan kadınlar, idealize edilmiş bu yapay kadınları izler ve unutur. Zaten bu filmlerin gerçek amacı da insanların hayatını değiştirmekten çok, masallarla büyüyen “kadın çocuklar”ı uykudan önceye hazırlamaktır.
Kağıt üzerinde yaratılan, oradan da sinema perdesine aktarılan ideal kadın tipi, reeldeki ile pek örtüşmez. Nitekim bilim dünyası bile halen kadınları anlamaya çalışırken, sinemanın kadını ele alma çabalarının çoğu zaman komediye dönüşmesi zaten kaçınılmazdır. O nedenle sinemada “romantik komedi”nin varlığını olağan karşılayabiliriz. Hollywood’un ise bu konuda en fazla çabayı sarf eden taraf olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu filmlerde kadın, erkeklerin rüyasına girebilecek güzelliğe, seksapeliteye, şirinliğe sahip. Bir nevi mutfakta aşçı, sokakta hanımefendi, yatakta orospu.. Ancak Bridget Jones, bu janrın kodlarını baştan yazmaya cesaret etmiştir.
Diğerlerinin aksine burada kadın, podyumdan fırlamış bir karakter olmaktan uzaktır ve sakarlıklarıyla, zaaflarıyla kendini kadını idealize etme çabalarından sıyırabilmiştir. Hatta son dönemde, 60’li yaşlarda da kadınların romantik olabileceğini kanıtlarcasına Meryl Streep’in peş peşe seyircinin karşısına çıktığını görüyoruz. Mamma Mia ve It’s Complicated bunlardan birkaçı. Halbuki bugüne kadar romantik komedilerde yaşlı kadınları daha çok aşk yaşayan kadının yancısı olarak görmeye alışmıştık. Hollywood bile bundan sıkılmış olacak ki, Meryl Streep herkese ilaç gibi geldi.

Meg Ryan’ın belki de tüm kariyeri boyunca en iyi oynadığı sahne de budur. Kadın-erkek ilişkilerini, lafı dolandırmadan çarpıcı ve kestirme bir yöntemle aktarabilme becerisi sayesinde sinema tarihine geçmiştir.
Son dönemde ise Bridesmaids ile kadın karakterler daha cesur, hatta komiklikte erkeklerle baş edecek nitelikteler. Bu filmle birlikte kadınlar; erkekler gibi içen, onlar gibi küfredip hunharca kaçamak yapabilen yapıda karakterlere evrilmişlerdir.
Türkiye sinemasına dönüp baktığımızda Türkan Şoray, Emel Sayın gibi isimlerle özdeşleşen melodramlarda, komedi izlerine rastlayabiliyoruz. Ama burada da güldürme işi erkeklere ve daha çok yan karakterlere devredilmiş durumda. Kadın her zaman “olması gerektiği gibi” kendini ağırdan alan bir ciddiyete sahip. Son dönemde “yeni nesil” genç kadınlara hitap etme derdinde olan ancak kadınları karikatürize edebilen “Romantik Komedi” filmini görüyoruz. Burada da, kadını Amerikan filmlerindeki gibi erkeklere sevdirme gayesi öne çıkıyordu ne yazık ki. Her gün neredeyse bir kadının “aşk cinayeti”ne kurban gittiği topraklarımızda, ilişkilerde komediyi aramak… Romantik komediler bizim kadınlarımıza bir beden küçük gelir!