Şiddetsiz eylemle propaganda

Hazır formüllerden ya da ku­rulmuş denklemlerden yola çıkarak çözümlemeler yap­mak çoğu zaman dogmatizmin sınırla­rına vardırır. Söz...

Hazır formüllerden ya da ku­rulmuş denklemlerden yola çıkarak çözümlemeler yap­mak çoğu zaman dogmatizmin sınırla­rına vardırır. Sözgelimi, "tarihsel geli­şimi belirleyen sınıf çatışmasıdır" ya da "çelişki uzlaşmazdır" gibi formüller birer ön kabul olarak ele alındığında zihinsel bir sürecin mantıki sonucunu görmemizi sağla­yan bir nevi trafik işareti fonksiyonu taşır. Aslında, öngörülmüş ve tasarlanmış bu tür zihinsel sonuçlara gö­türen güzergâh ve yol işaret­leri bütün düşüncelerde var. Anarşinin bir farkı; hem bu güzergâhı, yol işareti ve işa­retçilerini sık sık görmezden gelmesi, hem de varılacak yere pek çok yoldan varılabi­leceğini bir ön kabul olarak görmesidir. Örneğin, anarşi özgür seyahatten büyük zevk duyar, o nedenle kendi yol krokisini önceden çizip de-taylandırarak seyahat özgür­lüğünü kısıtlamaz; o daima, dere boylarına, kimi vadilere, yükselti ve uçurum başlarına giden yan yollara da sapabilir ve oradaki sürprizleri göze alır. Bu mecazı biraz daha uzatırsak; engin okyanuslara yelken açmak varken, günü­müz otobanı veya demiryo­luyla seyahat etmek anarşisti cezbetmez. Raylara mahkûm bir tren yolculuğundan hiç hoşlanma­yan anarşistlerin itirazı (bir anarşistin dediği gibi), daha en başında biletçinin üniformasınadır. Çünkü, üniforma cisimleşmiş tahakkümdür de diyebili­riz. Çekidüzenin, disiplinin sembolü olan üniforma, şiddetle iç içe şekillenerek otoritenin ruhuna bürünür. Na­zi Almanyası’nda kapıcıların bile üni­formalı olması boşuna değil, üzerinde ince ince düşünülmüş ve hesaplanmış bir uygulamadır. Çünkü, günümüzde otorite öncelikle kendini çekidüzenle tesis eder. Çekidüzenle; yani şiddetin yumuşak elleri ve güler yüzüyle...

Örgütlü Şiddete Hayır

Şiddet üzerine söylenmiş ya da söy­lenecek hiçbir söz bu konudaki tartış­mayı bitiremez. Gerek şiddet algılama­larının birbirinden çok farklı olması, gerekse insan iradesini de aşarak toplumsal sistemlerin ürünü olması nede­niyle, şiddeti öngörülebilir bir zaman kesitinde ortadan kaldırmak mümkün olamayacak; yani, bir olgu olarak şid­det, varlığını sürdürecektir. Tarihten günümüze dek toplum şiddetin varlı­ğını kabul etmiş, onu aklileştirip belir­li kalıplarda biçimlendirmiştir. Konu­ya, ideallerin dışından ba­kan bir insan olarak yaklaş­tığımızda şiddet tasarımıyla aramıza kesin sınırlar koya­biliriz; şiddete dair, çözüle­meyecek bir sorunumuz kalmaz, çok daha kolayca tavır belirleyebilir ve nere­de duracağımızı bilebiliriz. Ne var ki, toplumsal tasa­rımlara sahip bireyler ola­rak bakınca sorunun son derece karmaşık bir hal al­dığını görürüz. Şiddetle be­lirlenen ve aynı zamanda şiddet üreten toplumsal et­kileşim ve ilişkilerin için­deyiz; öyleyse şiddetle, dü­şünsel ve pratik bağımızı nasıl kuracağız? Şiddet bizi özgürleştirebilir mi? Ya da toplumsal tasarımlarımızda şiddete yer var mı?

Her şeyden önce, genel anlamıyla şiddete karşıyız! Çünkü, şiddet, kurbanın niteliğinden bağımsız ola­rak kendiliğinden ahlâk dı­şı ve kötü bir eylemdir. Ay­rıca, bizim özgürlük erde­mimize ve anarşist etiğimize aykırı ol­duğu için onu reddediyoruz. Genel bir doğru olan, şiddetin ahlâka aykırılığı yargısı ne yazık ki, hâlâ toplumsal iliş­kilerde egemen olan şiddeti ortadan kaldırmak bir yana, dizginleyemiyor bile. Hakikat galebe çalmıyorsa, bu, toplumsal eşitsizliğin yanı sıra zihniyet kapılarımızın da hakikate yeterince açık olmadığını gösterir. Milyonlarca insanın zihniyetinde yer etmiş olan ta­hakküm ahlâkı, özgürlük, eşitlik ve adalet duygusuna ağır basmaktadır. Çünkü yaşamı, herkesin herkese karşı mücadelesi olarak gören tahakküm ahlâkı güce dayanır. Güçlüysen her şe­yi yapabilirsin ve buna hakkın var. Doğanın "bahşettiği" bu hak, öteki canlıların yaşam ilişkilerini yanlış ta­savvur ederek elde edilmiştir. Bu yan­lış tasavvur, eski klan ve kabile yaşamına inanılmaz bir vahşilik atfederek ya­rattığı gerçek vahşiliğin köklerini, doğuştan kötü gördüğü insanın ilk toplu­luk ilişkilerine dayandır­mıştır. Oysa, yabanıl top­lumlar, günümüz modern tarih anlayışının gösterme­ye çalıştığı anlamıyla ilkel ya da vahşi değildiler. O toplumların başvurduğu şiddet, bugünkü toplumda uygulanan şiddetin ne do-zuyla ne de boyutlarıyla kıyaslanamayacak kadar sınırlıydı. Evet, onlar da bizim gibi, "kısasa kısas" yöntemini ve misilleme hakkını kullanıyorlardı, ama ritüellere boyun eğ­mek dışında öldürme edimleri hemen hemen hiç yoktu. Ayrıca, bizim gibi, toplu imha teknikle­rine ve ahlâkına da sahip değillerdi. Önemli bir nokta da, uzmanlaşmış yargıç ve cellat ayrımına sahip olmayan ve şiddet tekelinin oluşmadığı o topluluklarda, tıpkı yargı gibi, suç da toplumun ortak sorumlu-luğundaydı. Örneğin, kan dökmüş bi­rinin kanı dökülecekse eğer, kimse tek başına bu kararı yerine getirme arzu­sunu göstermiyordu. Yargıç ve cellat rolü topluluğun tüm üyelerine ait olan ortak bir sorumluluktu. Kimsenin in­faza olmak istemediği bu eski gelene­ğin, 19. yüzyıla kadar askeri infazlarda da varlığını sürdürdüğünü aktaran Kropotkin, çok çarpıcı bir örnek veri­yor: "19. yüzyıl ortalarına kadar, on iki asker, içlerinden biri kurusıkı olan on iki tüfekle mahkûma ateş ediyor­lardı. Askerler, hangi tüfeğin kurusıkı olduğunu bilmediğinden, her biri ken­disinin katil olmadığını düşünerek vicdanını rahatlatabiliyordu." Vahşi diye nitelediğimiz toplumların bizden çok daha derin bir adalet ve merhamet duygusuna sahip oldukları artık yeterince biliniyor. Bizde ise, bu duygu, geçmişten bugüne gelen süreç­te "tarihsel gerçeklik ve zorunluluk" palavrasıyla yer değiştirdi.

Şiddet ve Özsavunma

Şiddettin karakteristik bir özelliği, daima pratik ilişkilerimizde akli ve fel­sefi gerçeklikten soyutlanarak, bütü­nüyle öfke ya da nefret gibi çok güçlü duygulara bürünmüş haliyle karşımıza çıkmasıdır. Olayların dışından ve ta­mamen "düşünsel düzlemden baktığı­mızda, masumun özsavunmasıyla sal­dırganın imha eylemini aynı şiddet kavramı içinde ele alıp aklen reddede­biliriz. Yine bunun gibi, somut bir olay üzerinde ne kadar objektiflikle durursak duralım, onu akıl sınırları­mız içine aldığımız andan itibaren, ya­şandığı zamandan, tezahür ettiği bo­yutlardan kopararak soyutlamış olu­ruz. İnsana dair her türlü etkileşim ve özgünlük, felsefi yargılarımızın gölge­sinde kalır. Oysa, olay kendi gerçekliği içinde bambaşka boyutlarda seyreder. Kişiler, felsefi ve akli yargılarımızın bi­rer nesnesi değil, birbirlerini etkileyen, belirleyen canlı birer varlıktırlar/İsim­leri, karşılıklı konumları, duyguları, ruhlarında ve tenlerinde hissettikleri acıları var. Dolayısıyla, adalet duygumuz da felsefi doğrula­rımız ve genellemelerimiz ka­dar gerekli ve geçerlidir. O nedenle, olayla karşı karşıya bir konumda, duygularımızla ve pratiğin içinden baktığı­mızda saldırı ile savunmayı kategorik olarak birbirinden ayırmaya başlarız; saldırı kar­şısında özsavunmayı meşru buluruz.

Vardığımız bu noktada, so­runa açıklık getirmek bir ya­na, sorunun asıl burada baş­ladığını görürüz. Özsavunma nedir, onun ilkesel temellerini nasıl belirleyeceğiz, sınırları nerede başlar ve nerede biter?

Yukarıda da belirttiğim gi­bi, şiddete kişisel bir sorun olarak baktığımız sürece, her­hangi bir açmazla karşılaşma­yız. Bize yönelecek bir saldırı­ya karşı nefs-i müdafaada bulunur, ya da karşı saldırıy­la cevap veririz. Fakat sorun bununla bitmiyor. Özgürlük etiğini savunan bizler, yalnız­ca nefsimize karşı bir saldırı­yı ayırt edici bir başlangıç noktası olarak alamayız. Çünkü saldırı, toplumsal asi­metriyle birlikte başlamıştır. Sürekli şiddet anlamına gelen yönetim, güç kullanarak, yani ancak şiddete başvu­rarak milyonlarca insana boyun eğdirtebiliyor. Biçimi ne olursa olsun, her türlü yönetim, açık ya da gizli baskı ve zorbalık olmadan varlığım sürdüre­mez. Çok eski zamanlardan günümü­ze kadar aralıksız süren yönetim siste­mi, dayandığı yasal ve hukuksal te­melleri ve hükmetme "meşruiyeti"ni dünden devralmıştır. Genel anlamıyla yönetim ilkesinin sınırları, geçmişin tarihsel köklerine kadar uzanır. Öyley­se yönetim sistemine karşı meşru mü­dafaanın sınırları da tıpkı yönetim il­kesi gibi, geçmişin tarihsel ilişkileri içinde şekillenmiştir. Yoksa, siyasal zora dayanarak varlığını sürdüren yö­netime karşı, meşru müdafaa -özsavunma- hakkı bugün icat edilip ortaya atılmış bir fikir değildir. Ancak, özsavunma hakkında, özellikle medyatik manipülasyonlarla yapılan çifte stan­dartlara sık sık rastlarız. Örneğin, kı­ran kırana bir savaş sürecinden geçen Hindistan ve Vietnam kurtuluş müca­deleleri, Batılı kamuoyu vicdanında bi­le meşru müdafaa olarak kabul gördü. Yine bunun gibi, faşist güçleri durdur­mak için başvurulan şiddet, genellikle meşru müdafaa olarak görülür. Ancak, devrim amacıyla doğrudan devlete ve iktidara karşı gelişen eylemler en az Filistin’in bağımsızlığı kadar meşru, çok daha adil ve ahlâki kaygı taşımala­rına rağmen hemen hemen hiçbir ko­şulda meşru müdafaa olarak kabul görmüyor. Bütün bunlardan farklı olarak anarşi, yönetim ilkesine karşıtlığı nedeniy­le, yönetilmeye olduğu kadar yönet­meye de karşıdır. Yani; başkalarının bize uyguladığı- Zor’a ne denli karşıysak, ne kadar güç sahibi olursak ola­lım başkalarına Zor uygulamaya da o denli karşıyız. Klasik anarşizm döne­minin (Tolstoy ve Benjamin Tucker hariç) belli başlı anarşist simaları, şid­dete şiddetle yanıt veren özsavunmayı meşru ve gerekli görmüşlerdir. Ancak, Malatesta’nın yaptığı gibi, bunun sınır­larını net olarak belirlemişlerdir: "Şid­det ancak kendini ve başkalarını şid­dete karşı savunmak için zorunlu ol­duğunda haklı görülebilir. Zorunlulu­ğun bittiği yerde suç başlar." Malatesta, "zorunluluğun bittiği yer"i, iktida­rın ortadan kaldırıldığı özgürlükçü toplum olarak görür. Böyle bir top­lumda hâlâ şiddet uygulanıyorsa artık o, kurumlaşmış, amaç haline gelmiş ve teröre dönüşmüş bir şiddettir.

Teröre Hayır

Elbette burada söz konusu olan, bi­zim kişisel olarak birim zamanda so­mut bir şiddete maruz kalıp kalmadı­ğımız değildir. Başkasının acısını ken­di acısı olarak gören bizler, özgürlü­ğün etik evrenini sahiplenen bizler, yönetim ilkesinin sürekli tahakkümü­ne karşı, sürekli meşru müdafaa halin­deyiz. Dolayısıyla, bu anlatılanlardan çıkarılacak sonuç şu: Yönetim ilkesini, dayandığı her türlü toplumsal temelle birlikte yok etmek, özgürlük ilkesi ge­reğince kendiliğinden meşru bir hak­tır. Peki ama, bu hakkı hangi yol ve yön­temlerle uy­gulayacağız? Çünkü şunu da biliyoruz ki, şiddete dayalı bir eylem olan devrim, ta­sarladığı çiz­gide başarıy­la ilerlese bi­le, şiddet eğilimini yok etmez, aksine onu daha da ge­liştirir, kurumlaştırır; kurumlaşmış- şiddet ise te­rörden başka bir şey değildir.

Terör eylemine karşıyız. Çünkü, her şeyden önce, terör eylemi barbarlıktır; ve bu barbarlık asla özgürlükçü ama­cımız için bir araç olamaz; bizi karşıtı­mızla benzeştirir. Bu noktada bir soru akla gelecektir: Yönetimin, terör de­mek olan kurumlaşmış şiddetine şid­detle yanıt verdiğimiz özsavunma es­nasında, özünde teröre başvurmuş ol- muyor muyuz? Bu soruya açık ve net bir yanıt vermek bana pek olanaklı gi­bi görünmüyor. Çünkü, yaşam pratiği içinde olayların ardı ardına gelişimi çoğu zaman insanların (tarafların) kontrolünden çıkar. Böylesi zamanlar­da niyet ile sonuç genellikle birbiriyle bağdaşmaz. Dolayısıyla, istenmediği halde terör ile şiddetin sınır çizgileri kimi zaman birbirine karışabilir. Ama, burada önemli olan bizim ilkesel tutu­mumuzdur. Biz ilkesel olarak terörü (rehin alma, kitlesel imha vb.) redde­diyorsak; ilkesel olarak cezalandırmayı (suikast, misilleme hakkı vb.) reddedi­yorsak, ancak o zaman kitlesel öfke patlamalarının faciaya yol açtığı nadir olaylar fevrilikle açıklanabilir. Çünkü, doğrudan eylem şeklinde gelişen ken­diliğinden şiddet ile örgütlü şiddet ey­lemi arasındaki fark, şiddet ile terör arasındaki nitelik farkı kadardır.

Anarşizmin bu konudaki hassasiye­tine ilişkin önemli bir nokta ise, örgüt­lü şiddetin hiyerarşik ve örgütsel yapı­ları zorunlu kıldığıdır. Hiyerarşik bir yapı olmadan düzenli örgütlü şiddet­ten söz edilemez. Bu nedenlerden ötü­rü, anarşist etik ve ilkelerimize uygun olmak koşuluyla, etkiye tepki olarak kendiliğinden gelişen meşru müdafaa durumları dışındaki örgütlü şiddeti reddetmeliyiz. Bunun garantisi de, mücadele ve yaşam ilişkilerinde anti-otoriter ilkeyi hiçbir şekilde göz ardı etmemektir. Çünkü, çoğu zaman şu yanlış kanı oluşur: bir toplulukta ta­hakküm ve şiddet yok edilmişse o toplulukta otorite de yok olmuştur. Bu bütünüyle bir yanılgıdır; pek çok öz­gür cemaat ve grup ilişkilerinde şiddet ortadan kalktığı ya da tamamen nispi sınırlara çekildiği halde, hiyerarşik bir yapı ve ilişki olmasa da, bilgi, beceri ve tecrübe farklılığından doğan bir tür otorite hâlâ varlığını korur. Cemaati veya topluluğu açıktan açığa temsil eden bir liderin varlığına onay verme­yen özgürlükçü ahlâk, birçok "doğal önder"in boyvermesini engellemez, hatta onlara fırsat tanır. Ne yazık ki, bu tür durumlarda özgürlük adına ko­nuşan doğal önderin keyfiliği ve sahip olduğu güç hiç sorgulanmaz. Anarşi, bir diktatörün yolunu da açacak kadar bireysel inisiyatifi teşvik ettiği için, doğal önderin hesap tanımayan keyfiliği, çoğu zaman diktatörün keyfiyet sınır­larına kadar varır. O nedenle, özgürlükçü de olsa kişilerüstü bir doğal önder en az diktatör kadar tehlikeli ve kötüdür. Hatta, tü­zük kurallarına bağlı kalma zorunluluğu olan diktatöre oranla, otori­tesini kişilerin gönüllü kabulüne dayandırdığı için, doğal önderin ko­numu daha da tehlikeli­dir. Şiddetin biricik edim haline geldiği ko­şullarda nerede ne yapa­cağı bilinmez; ve onu dizginleyecek bir meka­nizma yoktur.

Şiddetsiz Eylem

Her türlü şiddet kar­şıtlığı, vicdanımızda ra­hatlıkla yer edinip ruh­sal bütünlüğümüzü per­çinler, etik kaygılarımızı harekete geçirerek bizi vicdanımızla baş başa bırakır. Felsefi bir ilke boyutlarıyla doğru olan bu düşünce, zulmün boyunduruğuna mah­kûm edilmiş insanlığın mevcut durumu karşı­sında ne yazık ki çaresizdir. Çünkü, esin kaynağını öncelikle Hıristiyan ah­lâkının "kötülüğe kötülükle karşılık vermeyeceksin" ilkesinden aldığı için, zulmün ve şiddetin hiçbir tezahürü karşısında bu ilkeyi ihlal etmez. Oysa, genel insanlık alemini bir yana bıraka­lım, bir tek insanın hayatı bile bütün ilkelerden daha önemlidir.

Ağırlıklı olarak Tolstoy tarafından geliştirilen şiddet karşıtlığı, günümü­zün anarşistleri için kolayca es geçile­meyeceği gibi, etkili bir kabul de gör­müş durumda. Ancak, Tolstoy’un Hı­ristiyan anarşizmi olarak geliştirdiği bu düşünce, İsa’nın, Gabara Dağı’ndaki vaazına dayanıyordu. Tolstoy, Dağ­daki Vaaz’ı Hıristiyanlığın özü olarak kabul ederken; Kilisenin, Hıristiyanlığı yozlaştırdığını, resmi bir kurum olarak cinayete ve devletin öteki suçlarına or­tak olduğunu ileri sürerek, Kilisesiz, peygambersiz, ayinsiz, salt Dağdaki Vaazla sınırlı bir Hıristiyanlık öneri­yordu. Tolstoy, Dağdaki Vaaz’ı çağımı­za her ne kadar uyarlasa da bu düşün­cenin belirleyici olan özünde, köleden itaat, efendiden de merhamet etmesi bekleniyordu. Elbette Tolstoy’un etki­sini ve rolünü küçümsemiyorum. O, itaat kısmım bütünüyle itaatsizliğe dö­nüştürerek vicdanımıza yepyeni bir boyut ve bir derinlik kazandırdı. Ra­hatlıkla, Tolstoy anarşizmin vicdanıdır diyebilirim. Tolstoy’dan sonra, savaş koşullarını bir yana bırakırsak, şiddete başvurulan her yerde, onu mutlaka anarşist ahlâkın süzgecinden geçirme ihtiyacı ve sorumluluğu doğdu.

Meşru müdafaa hakkını da "kötülü­ğe kötülükle karşılık vermek" olarak gören Tolstoy, bütünüyle pasif direni­şi, yani itaatsizliği önerir. Açık ki, pa­sif direniş, sistemin çeşitli aşırılıklarına ve daha çok da yaşam hakkına kast edildiği durumlarda ortaya koyduğu duyarlılığıyla bir mücadele tarzı haline gelmiştir. Oysa, hükmedilenlerin ken­di kaderlerini belirleme özgürlüğüne ilişkin atacakları adım, daima pasif di­renişin nötr tutumuyla karşılaşır. Çün­kü o, hak ihlallerinde değişmez vicda­ni bir ölçü olarak şekillenmiştir. Dola­yısıyla, mutlak barışçıldır. Bu durumda başka bir seçenekle karşı karşıyayız: şiddetsiz eylemle propaganda! Ancak, anarşizmin eylemle pro­paganda dönemi, bili­nen bir mücadele tarzını çağrıştırır. Bu tarz, si­lahlı başkaldırıdan, planlanmış örgütlü si­lahlı eyleme kadar çeşit­li eylem biçimlerini bir mücadele tarzı olarak hayata geçirmişti. Şid­det, bu mücadele tarzı­nın belirgin öğesiydi. Şimdi; iki noktaya mü­dahale edilmesi gereki­yor. Birincisi; klasik "ey­lemle propaganda" anla­yışını, kaçınılmaz özsavunma dışında şiddet­ten arındıralım. İkincisi; şiddetten arındırdığımız bu eylemle propaganda­yı sivil itaatsizlikle ka­rıştırmayalım. Çünkü, eylemle propaganda, statükonun korunması­nı değil, toplumsal dö­nüşümü esas alır. Legal etkinlikle özdeş ve sınır­lı değil, legalite ve yasal meşruiyeti da­ima zorlar. Yatıştırıcı, uzlaşmacı bir barışı değil, isyanı hedefler. Bu ayırt edici nitelikler şiddetsiz eylemle pro­pagandayı sivil itaatsizlikten ayırırken, şiddetin temel bir öğe olarak reddedil­mesi, onu klasik anarşizm döneminde­ki pratiğinden de ayırır. Sonuç olarak; meşru isyan hakkımızı kullanırken, özsavunma durumları da dahil, şiddeti mutlaka ahlâk süzgecinden geçirmeli­yiz. Toplumsal tasarımlarımıza ilişkin dönüştürücü eylemimizi ise şiddetten arındırmalıyız. Bu haliyle, sivil itaat­sizlikle güç kullanmak arasında bir yerde durmuş oluyoruz. Bence bu kö­tü veya yanlış bir nokta değil. Genel olarak, şiddetten arınmış eylem tarzıy­la mücadele etmek, doğru ve ahlâki bir tutumdur.

Hayati ve kaçınılmaz ol­duğu yerde, tamamen özsavunma du­rumunda şiddete başvurmak, "dünya hali" gereğince başkasının bizi mecbur ettiği bir kötülüktür. Bu kötülükten nereye kadar kaçınacağız? Sabır taşı­nın çatladığı yere kadar!

Gazi Bertal
Karamecmua-Sayı 2-Mayıs Haziran 2001

Ad

A Separation,1,Adam Schaff,1,Adem ve Havva,1,Akra'da Bulunan Elyazması,1,Alain Badiou,4,Alain Resnais,1,Alan Woods,1,Albert Camus,17,Albert Einstein,4,Alejandro González Iñárritu,1,Alenka Zupančič,1,Alexander Supertramp,1,Alfred Hitchcock,4,Alıntı,1,Ali Rahimli,4,Allen Ginsberg,5,Amin Maalouf,1,Anarşi,2,André Breton,1,Andrey Tarkovski,7,Ani Gezinti,1,Anton Çehov,2,Antonin Artaud,1,Anubis,1,Aristoteles,1,Arthur Danto,1,Arthur Rosenberg,1,Arthur Schopenhauer,2,Arundhati Roy,1,Asghar Farhadi,3,Attila İlhan,1,Aynadaki Gibi,1,AzBlog,13,Aziz Nesin,2,Babaya Mektup,1,Beat Kuşağı,17,Belgesel,5,Belinski,1,Bertolt Brecht,3,Bertrand Russell,1,Bilim,10,Billie Holiday,1,Biyografya,22,Björk,1,Bob Black,1,Bob Dylan,1,Bozkırkurdu,1,Böyle Buyurdu Zerdüşt,1,Breaking Bad,1,Bulantı,1,Bülent Ortaçgil,2,Büyülenme,1,Camera Lucida,1,Can Yücel,2,Cemal Süreya,1,Charles Baudelaire,2,Charles Bukowski,6,Charles Dickens,1,Charlie Chaplin,2,Charlie Parker,1,Christfried Tögel,1,Christine Bard,1,Christopher McCandless,1,Christopher Nolan,1,Chuck Palahniuk,3,Çarlz Bukovski,1,Çavdar Tarlasında Çocuklar,1,Dallas Buyers Club,1,Damon Albarn,1,Daniel Goleman,1,Dava,1,David Gilmour,1,Demian,1,Desiderius Erasmus,1,Didier Lauru,1,Dieter Forte,1,Djivan Gasparyan,1,Dominique Laporte,1,Dostluk Bağları ve Dostluk,1,Dostoyevski,16,Dönüşüm,1,Edebiyyat,140,Edgar Allan Poe,1,Eduardo Galeano,1,Eflâtun,1,Ejderhaların Danssı,1,Elias Canetti,1,Elvis Presley,2,Emil Michel Cioran,1,Emma Goldman,1,Eric Clapton,1,Eric Hoffer,1,Erich Fromm,3,Ernest Hemingway,2,Estela Welldon,1,Ethan Coen,2,Əkrəm Əylisli,1,Feature,20,Félix Guattari,1,Felsefe,93,Ferman Toroslar,1,Fernando Pessoa,1,Film,68,Franz Kafka,25,Freddie Mercury,1,Friedrich Engels,1,Friedrich Nietzsche,19,Füruğ Ferruhzad,1,Gabriel Garcia Marquez,1,Gabriel García Márquez,2,Galileo,2,Gemeinschaft,1,George Carlin,1,George Martin,1,George Orwell,1,Georges Canguilhem,1,Georges Perec,1,Gerçeklik açısından Kafka,1,Gilles Deleuze,5,Goethe,1,Gogol,4,Guguk Kuşu,1,Gustav Janouch,1,Guy Fawkes,1,Hakim Bey,1,Harriet Lerner,1,Hegel,2,Heinrich Böll,1,Hermann Broch,1,Hermann Hesse,5,Herta Müller,1,Hrant Dink,1,Iain Menzies Banks,1,Immanuel Kant,1,Ingeborg Bachmann,1,Ingmar Bergman,6,Inside Llewyn Davis,1,Italo Calvino,2,İran,1,İtalo Calvino,1,J. D. Salinger,2,Jack Kerouac,8,Jacques Brel,1,Jacques Lacan,13,Jacques Vergès,1,James Hawes,1,James Joyce,1,Jan Pol Sartr,1,Jason McQuinn,1,Jean Baudrillard,1,Jean Cocteau,1,Jean-Paul Sartre,10,Jehane Noujaim,1,Jenn Ashworth,1,Jiddu Krishnamurti,2,Jimi Hendrix,1,Joel Coen,2,John Berger,1,John Fante,2,John Lennon,5,John Steinbeck,4,Jorge Luis Borges,1,Jose Saramago,1,Joseph Conrad,1,Judith Butler,1,Juliet Mitchell,1,Julio Cortázar,1,Kaos'un Gizli Yaşam,1,Karamazov Kardeşler,2,Karl Marx,8,Kaybedenler Klübü,1,Ken Kesey,1,Kırmızı Pazartesi,1,Korkma Ben Varım,1,Kumarbaz,1,Kürk Mantolu Madonna,1,La Casa De Papel,1,Lady with Ermine,1,Lars von Trier,8,Laura Nyro,1,Leonard Cohen,1,Leonard Da Vinci,1,Lev Tolstoy,5,Lev Troçki,2,Linda Lee,1,Maksim Gorki,2,Malina,1,Marie Curie,1,Marilyn Manson,1,Marilyn Monroe,1,Mario Leis,1,Marlon Brando,1,Marqius de Sade,2,Martı Jonathan Livingston,1,Martin Heidegger,2,Maurice Blanchot,2,Max Stirner,15,Mental Pornografi Blog,2,Meqale,175,Michael De Montaigne,1,Michel Foucault,6,Mike Leigh,1,Milan Kundera,1,Miles Davis,1,Milgram,1,Milgram deneyi,1,Mohsen Namjoo,3,Monique Wittig,1,Morrisse,1,Murat Menteş,1,Mustafa Kemal Atatürk,1,Muzik,37,Neal Cassady,2,ngmar Bergman,1,Nick Cave,1,Nick Mason,1,Nikolay Gavriloviç Çernişevski,1,Nilgün Marmara,1,Noam Chomsky,2,Nostalghia,1,Notre Dame'ın Kamburu,1,Nuri Bilge Ceylan,2,Octavio Paz,1,Oğuz Atay,1,Ontolojik Anarşi,1,Onur Ünlü,2,Oscar Wilde,2,Osho,1,Oteki Ben,1,Ölüler Tanrısı,1,Ölüm Pornosu,1,Ömer Hayyam,1,Özdemir Asaf,1,Palyaço,1,Pantolonun Politik Tarihi,1,Patti Smith,1,Paul Lafargue,1,Paul McCartney,3,Paulo Coelho,2,Peter Kropotkin,2,Pierre Clastres,1,Pigme,1,Pink Floyd,2,Politika,1,Rachel Carson,1,Rachter'in Günlüğü,1,Rashit,1,Ray Davies,1,Rene Girard,1,René Wellek,1,Richard Bach,1,Richard Brautigan,1,Richard Dawkins,1,Richard Wagner,3,Richard Wright,1,Robert Musil,1,Roger Fornoff,1,Roger Garaudy,1,Roger Waters,2,Roman,9,Rose Laub Coser,1,Rus edebiyat,2,Ruth Sheppard,1,S. Reynolds & J. Press,1,Sabahattin Ali,2,Sait Faik,1,Salvador Dali,1,Samuel Beckett,4,Sasha Grey,1,Saul Newman,2,Sean Penn,1,Sırtımdaki Ev,1,Siddhartha,1,Sigmund Freud,19,Silence Spring,1,Simone de Beauvoir,6,Slavoj Zizek,6,Slavoj Žižek,15,slide,2,Sokrates,1,Soren Kierkegaard,1,Spinoza,1,SS,6,Stalker,1,Stephen Eric Bronner,1,Steve McQueen,1,Stranger,1,Suç ve Ceza,2,Supertramp,1,Sürgün,1,Şeyler,1,Tanrıya Karşı Söylev,1,Tarkovsky,5,Tek Bacaklı Yolcu,1,Teneke Trampet,1,The Beatles,4,The Butterfly Effect,1,The Rolling Stones,1,The Square,1,Theodor Adorno,4,Thomas Mann,1,Through a Glass Darkly,1,Tom Waits,2,Tomris Uyar,1,Tony Porter,1,Turan Dursun,2,Turgut Uyar,1,Ulua,1,Uluma,1,Ulus Baker,4,Umberto Eco,1,Utanç,1,V for Vendetta,1,Van Gogh,1,Victor Emil Frankl,1,Victor Hugo,1,Viktor Frankl,1,Vladimir Nabokov,2,Voltaire,1,Vsevolod İ. Pudovkin,1,Walter Benjamin,1,Wilhelm Reich,1,Will Durant,1,William S. Burroughs,2,William Shakespeare,1,Woody Allen,8,Xavier Dolan,1,Yabancı,1,Yad,1,Yolda,1,Yusif Vəzir Çəmənzəminli,1,Zeki Demirkubuz,3,Zen Kaçıkları,1,
ltr
item
Ali Rahimli: Şiddetsiz eylemle propaganda
Şiddetsiz eylemle propaganda
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgYMjLeR64bwqlvvyEQHKe_vvbNjEQtOZ6QdFAiioJo3zlyexuaZwutNT43G80gJLpPGDpjuRkHnQmNzovSnX5i8TZBVQpqi-NFLyaOLQUjcDaj0KtdA5wQSN8rG6m_JwyjHcNxcKTF6IWo/s640/012-chen-wei-theredlist.png
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgYMjLeR64bwqlvvyEQHKe_vvbNjEQtOZ6QdFAiioJo3zlyexuaZwutNT43G80gJLpPGDpjuRkHnQmNzovSnX5i8TZBVQpqi-NFLyaOLQUjcDaj0KtdA5wQSN8rG6m_JwyjHcNxcKTF6IWo/s72-c/012-chen-wei-theredlist.png
Ali Rahimli
https://alirahimli.blogspot.com/2015/01/siddetsiz-eylemle-propaganda.html
https://alirahimli.blogspot.com/
https://alirahimli.blogspot.com/
https://alirahimli.blogspot.com/2015/01/siddetsiz-eylemle-propaganda.html
true
8815050805795647263
UTF-8
Tüm Yazılar Yüklendi Hiç bir yazı bulunamadı HEPSİNİ GÖSTER DAHA FAZLA Cevapla Cevabı İptal Et Sil Tarafından Ana Sayfa Sayfalar İçerikler Hepsini Göster BU YAZIYA BENZER DİĞER YAZILAR ETİKET ARŞİV ARAMA BÜTÜN İÇERİKLER İsteğinizle eşleşme bulunamadı Ana Sayfaya Dön Sunday Monday Tuesday Wednesday Thursday Friday Saturday Sun Mon Tue Wed Thu Fri Sat January February March April May June July August September October November December Jan Feb Mar Apr May Jun Jul Aug Sep Oct Nov Dec just now 1 minute ago $$1$$ minutes ago 1 hour ago $$1$$ hours ago Yesterday $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago more than 5 weeks ago Followers Follow THIS CONTENT IS PREMIUM Please share to unlock Copy All Code Select All Code All codes were copied to your clipboard Can not copy the codes / texts, please press [CTRL]+[C] (or CMD+C with Mac) to copy