Roger Waters Eğer olur da bugünlerde Pink Floyd diye bilinen grubu oluşturan üç elemandan birine "uçuş" halinde geçmekte olan ...
![]() |
Roger Waters |
"Syd", tahmin ettiğiniz gibi Pink Floyd'un ilk elemanı olan Syd Barrett. Hani şu şarkılarında elmalar, portakallar ve Astronomy Domine'den bahsedip ortadan kaybolan. Ama piyasada bir başka ilk eleman daha var: Roger Waters. Artık "Floyd" denilen rock efsanesi içinde olmayan, ama şu havada süzülüp patlayıp alev alan dev domuzcukların mucidi olan insan. Küçük okul çocuklarını detone bir şekilde "Eğitime ihtiyacimiz yok" diye bağırtan, "yabancılaşma" kavramının ulusal marşı haline gelen Severel Species Of Small Furry Animals Gathered Together in A Cave And Grooving With A Pict adlı "şarkı"yı besteleyip bütün dünyada dinleyenleri depresyona sokan kişi.
Hampshire'da nefis bir manzara resmi gibi gözüken Stockbridge kasabasında şirin bir otelin lobisindeyiz. Waters'ın bu kasabada bir evi var. Çevrenin balık avı için çok uygun olması ise bu kasabanın seçilmesinin en büyük sebebi. Mağrur rock devinin üstünde bir kot pantolon ve tişört var. Tişörtü, rengi hariç 1969'un Ummagumma'sının kapağında resimde görünenle aynı.
Eh, artık birilerinin malum soruyu sormasının zamanı gelmişti:
"Syd nasıl bu günlerde.
"Bilmiyorum. 10 yıldır görmüyorum onu... Belki de 10 yıldan da fazla oldu. Ona ne olduğu hakkında da hiç bilgim yok. Çünkü şizofreni denilen hastalığın ne olduğunu tam bilmiyorum. Syd, olağanüstü denilebilecek kadar yetenekli, canlı ve sempatik birisiydi. Ama ona her ne olduysa oldu işte."
Roger Waters ise, birçoklarına göre, rock'ın en "kasvetli" kişisi. The Wall, iç karartıcıydı, solo çalışmalarından The Pros And Cons Of Hitch Hiking (1983) ve Radio K.A.O.S. (1987) The Wall'dan da beterdi, ama en son albümü Amused T o Death (1992) "beterin beteri vardır" özlü sözünün tam bir örneğini oluşturdu.
Üstadın takma ismini hakettiğini gösteren sesi albümle ilgili iki şeyi kafamıza sürekli kakıyordu:
a) Her an fırtına gibi bir Jeff Beck solosu patlayabilir, b) Herşey dehşet vericidir. Özellikle de televizyon, savaş, bütün evren ve Andrew Lloyd Webber adlı sahis.
Amused To Death' in kayıtlarında Waters, yeni ve gelişmiş bir teknolojiye kucaklarını açmış durumda. "Q-Sound" denilen bu sistemle eğer dinleyici hoparlörlerin tam ortasında uygun yere oturmayı başarırsa kendisini hoş sürprizler bekliyor. Mucize gibi değil mi? Ben de evde denedim ama pek olmadı. Zaten biraz ağır işitirim. Ama bu teknolojik olayların yanı sıra esas önemli olan şey herşeyin nasıl boktan gittiğini bize anlatan adamın o karamsar böğürtüsü bence.
Waters, ikinci sorumu karşılamak üzere birasını öksüz bırakarak kollarını kavuşturuyor:
"Bu soruyu ciddiye almamı beklemiyorsunuz değil mi?"
Şeklinde yanıtlıyor, yumuşak derinden konuşan kişi.
"Böyle aptalca bir soruyu yanıtlamayı reddediyorum"
Ustada bir anda kanım kaynıyor.
"Amused To Death için son zamanlarda yazılanları okudum. Adam Sweeting (The Guardian gazetesinin albümde pek iş olmadığını iddia eden müzik yazarı) tam bir göttür ve hep öyle kalacaktır."
Protesto ediyorum. Sweeting göt değildir. Sweeting, işini iyi yapan ve yapmaya gayret eden, sadece fikrini söyleyen ve savunan bir müzik adamı bence.
"Hayır. Yaramaz birisi. Kendisini tanımıyorum ama biliyorum. Benim albümde boş konuşup gevezelik ettiğimi söylüyor. Ama yanılıyor. Zaten Sweeting, piyasadaki tek göt değil. Andy Gill ve Charles Shaar Murry gibi amcıkları da unutmamak lazım."
Andy Gill ve Charles Shaar Murry ikiside Q yazarlarından.
"Öyle mi? Yazamadıktan sora nereye yazdıklarının ne önemi var ki?"
Bu adam tartışmayı seviyor. Hiç şüphe yok.
"Benim için en dikkat çekici şey bu adamların The Wall'a hiç dikkat etmemiş olmaları. Sözde müzik yazarı olan bu herifler olağanüstü bir şekilde düzenlenmiş, derin anlamlar içeren böylesi bir sanat eserini ıskaladılar. Böyle gerizekalılara ne denebilir ki? Şimdi de Amused To Death ile yine aynı hatayı yapıyorlar. Bu herifler ve öteki müzik yazarları... Hepsinin hastanede olmaları gerekir. Ben zekamdan ve yaptığım işi son derece iyi yaptığımdan son derece eminim. Sweeting, Gill, Shaar veya öteki göt heriflerin kendi aptallıklarından kaynaklanan tavsiyelerine veya yorumlarına ihtiyacım yok. Amused To Death harika bir albüm, öyle değil mi?"
Çelik gibi bakışlarını üstüme kilitleyince albümün muhtemelen muhteşem olduğunu ama benden kaynaklanan "teknik arıza" yüzünden Q-Sound'un sunduğu olağanüstü eserden yeterince faydalanamadığımı söylüyorum. Neyse ki özürüm kabul ediliyor.
'Eh, her neyse. Savaştan bu yana ingiliz müziğindeki en iyi beş müzisyenden birisi benim zaten'.
Gelin şimdi zamanı geri alalım. 1960'lara Pink Floyd'un UFO gibi kulüplerde Amold Layne adındaki kadın iç çamaşırı çalmaya meraklı kahramanları anlattıkları şarkılarını sundukları zamana gelelim. Baba zamanlardı herhalde değil mi?
"Hayır" diyor bay kasvet.
"Hiç de öyle değildi. O günlere geri dönmek istemem doğrusu. O günlerin hiç 'baba' bir tarafı yoktu. Gülünesi tiplerdik. Gereksiz ve çalmayı beceremeyen bir grup olarak deneysel birşeyler yapalım dedik."
Bu kadarı da fazla doğrusu. Floyd'un ilk albümü Piper At The Gates Of Down bence tam bir anıt albüm.
"Evet öyle. Albüm tümüyle Syd'e aitti. O bir dahiydi. Ama yine de geri dönüp saatlerce Interstellar Overdrive'ı çalmak istemem doğrusu"
Waters artık bir grubun elemanı olma isteğini kaybetmiş görünüyor. 1973'de grup The Dark Side Of The Moon'u kaydetmiş, milyonlarca kişi albümü satın almış ve bunun doğal sonucu olarak Roger, bu işlere olan ilgisini tümüyle kaybetmişti.
"Kabuğumuzu kırmış, tüm listeleri alt üst etmiştik. Peki daha sonra ne yapmalıydık. Dark Side, grubun kendinden katarak isteklice yaptığı son çalışmaydı. Sonraki bütün albümler 10 küsur yıl boyunca sanki evli bir çiftin o soyadı kaybetme korkusuyla boşanamaması gibi sürdü gitti. 10 sikici yıl. Tam anlamı ile berbattı."
Evet, Waters, yani Bay Kasvet gerçekten de rock dünyasının en karamsar adamı. Bir at sineğini bile bunalıma sokabilecek kapasitede. Ama yine de siz okuyucuları neşelendirecek bir yol bulabilirim sanıyorum. Söz gelişi Waters hakkında bilmediğiniz 20 şey sıralaması işimizi görür kanısındayım.
Radio One hiç umurumda değil.
"Radio One benim kahrolası single'ımı (What God Wants) çalmıyor, çünkü iyi olmadığını düşünüyor. Gerçekten de o single Erasure veya siktiğimin Janet Jackson'ı kadar iyi değil.! Asıl canımı sıkan Radio One'ın İngilizlerin bu single'ı dinlememesi gerektiğini düşünmesi. Eğer kafanızda ters giyilmiş beyzbol şapkanız yoksa adamlar sizle ilgilenmiyorlar bile."
Başkaları kadar savaş olgusuyla ilgilenmiyor.
"Adam Sweeting, Charles Shaar ve Andy Gill ve tüm öteki rock yazarlarının en sınırını bozan şey benim kasvetli ve can sıkıcı bir biçimde savaşı büyük bir iş olarak görme alışkanlığım olsa gerek. Yıllar geçti ama benim bakış açım hiç değişmedi. 17 yaşımda ne kadar kasvetliysem 49 yaşında da hala öyleyim. Eminim, savaşta nefretim pilot olan babamın ikinci dünya savaşında ölmesiyle açığa çıktı ve diğer bütün çocukların babalarının savaşta ölmesiyle birleşti -hem de ne için ?"
" İnsanın duyguları yakalayabilmesi önemli birşey. Tıpkı benim balık avlarken yaptığım gibi. Kimimiz toplarız kimimiz avlarız. Ben avcıyım. Nehrin çamurunun ayaklarımın altından süzülüp gitmesine ihtiyacım var. Proust gibi."
Sinead O'Connor'la pek ilgilenmiyorum.
(O'Connor, Waters'ın 1990 yılında felaket kurbanlarına yardım için kurulmuş olan Leonard Cheshire Memorial Fund'a yardım amacıyla Berlin'de sahneye koyduğu The Wall gösterisinde yer almıştı)
"Çok ama çok zor bir organizasyondu ama herkes bütün gücüyle çalıştı: Bryan Adams, Van
Morrison, Cyndy Lauper harikaydı. Gerçekten Sinead O'Connor hariç. Tanrım. Hayatımda bu kadar bencil, içe dönük ve profesyonellikten uzak birisini görmemiştim. Tek korkusu gösterideki tek genç kişinin kendi olması ve ben dahil bütün ötekilerin yaşlı osuruklardan başka birşey olmadığımızdı. Tabii bu da yarattığı imajı zedeleyecekti. Sonuçta ortaya çıkacak görüntünün yeterince "sokak" kokmayacağını iddia etmeye başladı ve tam kafasına göre bir fikir öne sürdü. Madem şov o kadar "sokak" havasında değildi o zaman Ice-T ya da benzeri bir adamı bulup şarkılardan birinin rap yorumunu sergilemeliydim! Şaka yapmıyorum. O da yapmıyordu. Üzücü olan da buydu zaten -çok ciddiydi. Şovdan birkaç ay sonra -bu arada plak da piyasaya milyonlarca seyircinin önünde bütün olayı karalamaya başladı. Ona göre bütün gösteri benim mastürbasyonumdan başka birşey değildi. Ne düşündüğü umurumda değil. Ama bence çenesini tutmalıydı. Çünkü yaptığı şey paranın kullanımını amaçlayan kuruma zarar vermekten başka işe yaramayacaktı. Hiçbir şeyi anlamıyor o. Küçük aptal bir kızdan başka birşey değil.
Bu işler, hıyar kafasını kazıtıp kıçına sokarak bir köşeye kıvrılıp arada bir çıkartarak göz yaşları içinde "mmm, sanırım bu yanlış birşey, mmm, sanırım bu da yalnış" demekle yürümez."
Stadyum-rock'la da hiç ilgilenmiyor.
"Stadyumlardaki rock'n'roll gösterileri gerçekten berbat şeyler. Bu tip konserler sanki 50.000 kişinin katıldığı panayırlar gibi. Seyirciler hot-dog'larını ve tişörtlerini alıp tıkanırken arada sırada o iğrenç video ekranına bakarak sizin kendinizden iğrenmenize neden oluyorlar. Bir takım tiplerin bu olayı kutsamaya çalışması çok kötü. U2 gibi işi akla yakın hale getirmeye çalışmak bunun iyi bir örneği bence. Hey, tabii ki stadyumlarda konser vermeliyiz. Çünkü bütün hayranlarımız bizi görmek istiyor. Tabii, verin boktan bir konser, ama siktiğimin 25 pound'unu kişi başına almayın bunun için."
Çok da şakacı.
"Michael Jackson da stadyum konseri veriyor ama kendisi için yapmıyor bunul Dünya çocuklarını kurtarmak için bütün çabası".
Kafadan kontak ama çok değil. Çünkü Andrew Lloyd Webber'e de metelik vermiyor. Amused To Death'den bir alıntı: Llyod Weber'in boktan eseri/ Yıllardır hep aynı, hep aynı / Bir deprem vuruyor tiyatrosuna/ Ve piyanonun kapağı hızla iniyor ayağına/ Kırıyor parmaklarını
"A. L. W. beni hasta ediyor. Sürekli ortalarda dolaşıyor ve ne yapıyorsa hepsi saçma ve beşpara etmez şeyler. Hiç değeri yok. Derinlikten yoksun ve taklit şeyler. Hepsi böyle ve beni çok kasvetli yapıyor bunlar."
Doğrusunu isterseniz hiçbir Webber şovuna gitmedim daha önce, ama Amused To Death'de adamla ilgili o acımasız şarkıyı dinleyince kendi kendime "bari bir dinleyeyim şu Webber'i" dedim. Bu yaz boyunca Amerika'da kiralık bir evde kalıyordum ve ev sahiplerinde Webber'in bütün beş para etmez koleksiyonu vardı. Sanırım Phantom Of The Opera'yı dinledim ve "İsa aşkına" dedim. "Hiç iyi değil. Orta karar bile değil. Phantom Of The Opera tam anlamıyla berbat: Baştan sona dek."
Evet 'Sir' Andrew Lloyd Webber'in müziği oldukça dehşet verici. Ama Waters operayı "15. sınıf çöplük" diye nitelendirirken bir şeyi gözden kaçırmamış mıydı acaba? Hani plakla aynı adı taşıyan parçanın açılışındaki DAAAA da-da-da diye giden yer?
"Tabii.. Echoes" Diye patlıyor Waters. (Meddle albümünün bütün bir yüzünü kaplayan Pink Floyd şarkısı)
"Echoes: O allanın ezası Phantom şarkısının başlangıcı Echoes'dan alınmış. (Mırıldanmaya başlar) Duyduğumda inanamadım. Aynı gidiş. 12/8'lik. Aynı yapı ve aynı notalar. Herşeyiyle aynı. Piç! Sanırım dava edilmesi lazım. Yoo. Gerçekten davalık bir iş bu. Ama sanırım hayat siktirici Andrew Lloyd Webber'i dava edip uğraşacak kadar uzun değil. Sanırım bu iş beni iyice karamsar yapacak."
Waters'ın davalar konusundaki tecrübesi son yıllarda iyice ortaya çıkmıştı zaten. 1980 yılındaki Final Cut albümünden sonra Waters, Pink Floyd'dan öfkeli bir biçimde ayrılmıştı. 4 yıl sonra geride kalan Gilmour, Mason ve Wright biraraya gelip kendilerini Pink Floyd olarak adlandırdılar. Grup birçok Waters bestesini dev ve aç seyirci toplulukları Önünde çalmaya başladı ve muazzam gelir elde etti. Bu arada Waters, Radio K.A.O.S.'un tanıtım turnesine
başlamıştı. Ne de olsa adı Pink Floyd değildi ve doğal olarak kimse heyecanlanmadı. Bu da Roger'ı daha kasvetli birisi yaptı.
"Ötekilerin kendine Pink Floyd demesi beni çok ama çok kasvetli yaptı diyebilirim. Ama aynı şey onları çok mutlu etti tabii ki. Ama kesin olarak mutlu oldular diyemem. Mutlu olduklarını sanmıyorum. Onlara sormanız lazım aslında 'satışlara geldiniz, bu sizi rahatsız etti mi?' diye. Demek istediğim kendi içlerinde sahneye çıkıp benim şarkılarımı,Wall şarkılarını söylemek nasıl birşey acaba. Ben The Wall'u stadyum rock'a karşı çıktığım için yapmıştım. Ama şimdi Pink Floyd aynı albümü stadyumlarda çalıp dünyanın parasını topluyor. Eh sonuçta bunu yaşayan ve yaşayacak olan kendileri. Bu ihanetin işaretini taşımak durumdalar. O albümün ifade ettiği şeyi inkar ederek yaşamak zorundalar, ama bütün bu olayların başlaması bile beni çok kasvetli bir adam yaptı. Bir nehrin yanında durup öylece suya baktığımı hatırlıyorum. 'Acıklı' dedim kendi kendime. Eserimin ırzına geçiliyor ve benim yapabileceğim hiçbirşey yok."
"Elde ettiğim tek patetik zafer ise artık uçan domuzlara taşak koymak zorunda kalmaları!" (Waters, Animals albümü için uçan domuzlar konseptini uygulayan kişiydi. Patent onun yani.)
"Eğer benim tasarlamış olduğum domuzları kullanacak olsalardı şovlarını durdurabilirdim. Onlar da taşakları eklediler. Hepsini sikiyim. Gilmour ve Mason artık Pink Floyd'un isim hakkına sahipler. Herhalde bir kasada saklıyorlardır."
Waters kendine acıma ve öfkeden oluşan bir kıkırdayış salıyor. Eğer parlak bir altı pensim olsa hemen bu yaşlı adamların avucuna sıkıştırıverirdim.
Hatırlarsınız, bu konuşmanın başında Waters savaş sonrasının en iyi 5 ingiliz müzik yazarından birisi olduğuna işaret etmişti. Eh, acaba kendisinin üstünde yer alan kimlerdi sormak gerekiyordu. Alnında oluşan kırışıklıkların eşlik ettiği bir yanıt verir: "John Lennon...
Düşüneyim bir, başkası gelmiyor aklıma. Gördüğünüz gibi pek albüm dinlemekten hoşlandığım söylenemez. Biraz dar görüşlü ve inzivayı seven biriyim ben. Balık avını her zaman tercih ederim. Büyük bestecilerin listesi kesinlikle çok kısa. Ama ben kesinlikle listedeyim. Benden daha iyi kim olabilir ki, gerçekten bilmiyorum. Belki Freddie Mercury."
Roger Waters, dokunmadığı içkisini bulup dalıyor yine. Eline alıp dudağına götürme fikriyle oyalanıyor bir süre. Kendi kendine gülümseyip bana doğru sırıtıyor, içmiyor. Nasıl derler bilirsiniz:
Baltaya dikkat et Eugene.
Q Dergisi & Çeviri / Orhun Yakın