Kitlelerin insan karakterini nasıl değiştirdirğini "müşterek ruh", "fikrî buluşma", "kazanılmış prestij" ve ...
Kitlelerin insan karakterini nasıl değiştirdirğini "müşterek ruh", "fikrî buluşma", "kazanılmış prestij" ve "şahsî prestij" gibi terimlerle izah eden Gustave Le Bon'un, bunun neden böyle olduğu hususundaki sessizliğini Personality: A Psychological Interpretation isimli eseriyle Gordon W. Allport bozar. Kişilik değişmesinin mekaniğini "heyecan" ve "telkine açıklık" tesbitleriyle sistemleştiren Gordon W. Allport, "heyecan" hususunda bireyin ancak bir kitlenin üyesi olduğu zaman rahatlayabileceğim belirtir.
Gordon W. Allport'un bu iddiasına en mükemmel örneklerden birisi de, Mao Il'nin okuru zaman zaman George Orwell'ın 1984'üne doğru gri renkli bir hafıza seyahatine çıkartan ve Moon tarikatının Yankee Stadyumu'ndaki toplu nikâh törenini "görüntüleştiren" giriş'idir:
"Burada, sıraya dizilmiş birliklerin ortasında, elinde bir buket yaldızlı yasemin ve düşüncelerinde onu bekleyen fırtına ile Karen Jenney duruyordu. Efendi'nin önünden geçmeyi bekliyor ve onu kendi görme duygusundan soyutlanamaz bir biçimde ama daha keskin gözlerle, kalabalığın ortak gözüyle görüp algılıyordu. Kendini el değmemiş gibi, mutluluk ışınlarıyla yıkanmış gibi hissediyordu. Elli ülkeden gelen, benliğin diline karşı aşılanmış, genç insanlar'ın tümü de hep aynı duyguları hissediyorlardı. Giysilerinin altında gerçek kimliklerini unutuyorlar, tüm acı ve sızıları, ağrıyan diş etlerini ve terleyen enselerini, tuvalet ihtiyacını, karın ağrılarını, ürperti ve tikleri, ayak parmaklarının arasındaki mantarlı nemliliği ve kürek kemiklerinin arasındaki Azrail'in yoklamasıyla özdeştirilen ürpertiyi geride bırakıyorlardı. Hepsi siliniyordu artık.Bir arada durup ilahiler söylüyorlar,sayılarla güçleniyorlardı."
Gordon W. Allport, bireyin "telkine açıklık" derecesini ise, kitlelerin yenilmez bir yapıya sahip olduğu hissi, liderlerin karizmatik etkileri ve bireylerin kalabalık içinde sorumluluk hislerinin bir kısmını kaybetmeleri noktasında yorumlar. Mao II'de, "Her bir tatlı yüze, yuvarlak, uzun, yanlış, karanlık ve sıradan yüzlere tek tek baktı. Bunlar da bir milletti herhalde ve basit bir inanç ilkesi üzerine kurulmuşlardı. Kolay inanılırlıkla ateşlenen bir birimdiler, hazır deyimlerden ve boş tekrarlardan oluşan bir lisan konuşuyorlardı. Bütün her şey, bilinebilenlerin hepsi, doğru kopya edilen, tekrarlanan ve ezberlenen birkaç basit formüle indirgenmişti. Canlılarla kurulan mekanik sistemlerin dramı da işte buradaydı. Ölçü ve mahremiyetin kaybedilmesi, aşkın ve seksin rakkam olarak çoğaltılması onu dehşete düşürüyor, sanki bir heykeltraş tarafından biçimlendirilmiş bir nesneye benzeyen bu insan yığını onu korkutuyordu. Kurulunca yürüyen onüçbin parçalı bir oyuncak gibi masum, ama tehdit edici bir şeydi bu" şeklindeki satırlar, kitlelerin mağlüb olmaz bir yapıya sahip olduğu hissini sarahaten teyit etmektedir. Don De Lillo, aynı paragrafta, "Asıl korkunç olan, bu adamı onlara ihtiyaç hissettikleri şeyleri verdiği için takip etmeleriydi. Adam onların özlemlerine cevap veriyor, onları özgür irade ve bağımsız düşüncenin zahmetinden kurtarıyordu" satırlarıyla da, bireylerin kalabalık içinde sorumluluk hislerinin bir kısmını kaybetmelerinin edebî atmosferini kısa süren bir zelzele misali çizer. Lâkin, kitle çağında, Don De Lillo için asıl önem arzeden husus, hiç şüphesiz, kitle çağının liderlerinin karizmatik etkileridir. Ayrıca, bahis konusu kitle çağı olduğunda, Don De Lillo açısından, Yankee Stadyumu'ndaki Efendi Moon ile Beyrut'taki gerilla lideri Ebu Reşid arasında hiçbir fark da bulunmamaktadır. Tıpkı Efendi Moon'un müridleri gibi, Beyrut'taki Ebu Reşid'in çocuk gerillalarının da suratları ve konuşmaları yoktur. Suratlarının hatları hep aynıdır. Efendi Moon'un veya Ebu Reşid'in surat hatlarıdır bunlar. Hiçbirinin kendi suratlarına veya seslerine ihtiyaçları yoktur. Bunları kudretli ve büyük liderleri için feda etmişlerdir.
Kitlenin bahis konusu "pasiflik ile vahşi tabiilik arasındaki" bu konumu, Don De Lillo'yu en fazla "Nihilist olmak, radikal bir alay ve şiddet yoluyla hâkim sistemleri tahammül sınırlarına kadar zorlayıp, bu meydan okumaya kendi ölümleri aracılığıyla cevap vermelerini ihtar etmekse, o zaman ben teorik seviyede bir terörist ve nihilistim" diyen Jean Baudrillard'a yakınlaştırmaktadır. Zira, Don De Lillo'nun Mao Il'sindeki içtimaî kördüğüm, her şeyi sünger gibi emen bir gönderen'e dönüşerek, ne olduğu hem bilinen hem de bilinmeyen kitlelerin etrafında durmadan dönmektedir. Bu nedenle Don De Lillo'daki kitle, tıpkı Jean Baudrillard'm Sessiz Yığınların Gölgesinde ya da Toplumsalın Sonu'ndaki kitle gibi, asla bir mefhum değildir. Olsa olsa, hamurlaşmış, vıcık vıcık ve lümpen analitik bir "deyiş" olabilmektedir. Ayrıca, Mao Il'de "görüntüleşen" kitleler içtimaî olanın ve onun başlıca safhalarının yaygınlaşmasını tasvir etmekten başka bir şey yapamayan sosyolojidekinin de tam tersidir. Zira, kitle çağındaki kitlenin, hiçbir gerçek nüfus kesimiyle veya bir meslek kurumuyla bir ilişkisi olmadığı gibi, toplumun bütünüyle de bir ilişkisi yoktur. Dolayısıyla, "insanı bezdiren bir suskunluğun" görüntüsüdür kitle. Veya, Jean Baudrillard'm ifadesiyle, "bir hayvan sürüsü kadar suskun" olan politik denklemlerdeki bilinmeyendir.
Şayet bugün hâlâ kitle gösterileri diye bir husus gündeme gelebiliyorsa, bu gösterilerin enerjisi azalan, özgünlüğü elden giden, tarihi niteliği ve idealliği buharlaşıp uçan içtimaîliğin son çırpınışları olduğuna inanıyorum. Bir başka ifadeyle, çağımızdaki bütün kitle gösterilerinin artık süratle underground'a çekilen ve ölen bir dünya karşısında muhalefeti çok dar bir sahada olsa dahi gençleştirmeye çabalayan counter culture oldukları kanaatindeyim. Bu nedenle, günümüzün kitle gösterilerinin eski politik vasıtalara pek fazla ihtiyaç hissetmeyen "politik hedefli" marjinal hareketlere dönüştüklerini söylemek de mümkündür. Kitle çağındaki "gerçek" kitle gösterilerinin, sadece "terörist" hareketlerin periferisinde, yahut gençleşmiş bir muhalefeti duyurmanın en uygun ve en etkili artistik formu olan rock'ın ve de ırkçılık ile milliyetçiliğin tâ içerisinde gerçekleşebilmeleri ise, "politik hedefli" olup da eski politik vasıtalara pek fazla ihtiyaç hissetmeyen tarihî daralış'ın "görüntüleşen" başlıca emareleridirler. Meselâ "William S. Burroughs, "Bir rock konseri enerji üretimi ve değişimi ile ilgili bir âyindir" derken çok haklıydı. Zira, kitlelerin "kanı" olan enerji, artık sadece rock konserlerinde ve ırkçılık ile milliyetçilik merkezli "terörist" eylemlerde üretilebilmektedir.
Enerji üretimi ve enerji değişimi problematiğindeki kitle gösterisi açısından Grateful Dead çok ilginç örnektir. Fan'leri ile ilişkilerinde rock tarihinde bir benzeri daha bulunmayan Grateful Dead, dünyanın en çok konser veren gruplarındandır. Dead head'ler olarak isimlendirilen fan'ler grubun peşinden her yere giderler. Zira, Grateful Dead, bir dead head için bir rock grubundan ziyade bir hayat tarzıdır. Ama, asıl önemli olan, Grateful Dead konserlerinin hep, bütün zamanların en iyi rock show'ları olarak değerlendirilmeleridir. Grateful Dead konserleri, genellikle ağır bir ritmle başlar, giderek mahşerî bir gürültüyü çağrıştıran derecede süratlenerek çok şaşırtıcı finalle biterler. Grateful Dead şarkıları konserlerde çalına çalına zamanla en iyi formuna ulaşırsa da, bu en iyi form dahi kalıcı olmaz, bir sonraki konserde mutlaka değişir. Bahis konusu değişiklik tamamiyle büyü ile bağlantılıdır. Bu tür bir büyü için, büyü enerjisinin bütün kaynakları, yani yüksek volüm, tekrar, davul ve uyuşturucu maddeler sonuna kadar kullanılır. Çığlıklar ve uyuşturucularla transa geçen dead head'lerin "ham" enerjileri âdeta emilir, başlangıçtaki ağır ritm esnasında alınan bu "ham" enerji konser ilerledikçe "işlenerek" dead head'lere tekrar geri verilir. Bu nedenle, Mao II'nin girişindeki toplu nikâh törenindeki satırlar, bazı ufak değişikliklerle, yani "Dead head'lerin hepsi de ayrı hisleri paylaşıyorlardı. Grateful Dead t-shirt'lcrinin altında gerçek kimliklerini unutuyorlar, bütün acı ve sızıları, ağrıyan diş etlerini ve terleyen enselerini, tuvalet ihtiyacını, karın ağrılarını, ürperti ve tikleri, ayak parmaklarının arasındaki mantarlı nemliliği ve kürek kemiklerinin arasındaki Azrail'in yoklamasıyla özleştirilen ürpertiyi geride bırakıyorlardı. Hepsi siliniyordu artık. Bir arada durup şarkılar söylüyorlar, sayılarla güçleniyorlardı" şekliyle, bir Grateful Dead konseri için de pekâlâ kullanılabilir. Ayrıca, The History of The Grateful Dead isimli kitabında, grup ve hayranları arasında pek fark bulunmadığını belirten William Ruhlmann'la da aynı kanaatteyim. Zira, transa geçenlerin hepsinin de surat hatları aynıdır; Jerry Garcia'nm surat hatlarıdır bunlar. Tıpkı Efendi Moon'un müridlerinin Efendi Moon'un veya Ebu Reşid'in çocuk gerillalarının Ebu Reşid'in surat hatlarını taşımaları gibi. Ne var ki, "ham" enerjilerini verip "işlenmiş" enerji alan dead head'ler ortadan çekilip de, Grateful Dead kitlesiz stüdyoya girince, konserlerdeki o tüyler ürpertici başarı da asla elde edilememiştir. Kısacası, stüdyodaki Grateful Dead, çok gariptir ama, rock tarihinin en vasat gruplarından biri olup çıkmıştır.
Taner Ay-Astigmat Bakişlar,sf.76,83
Çalıntı Yayınları - 09 Haziran 1996
Gordon W. Allport'un bu iddiasına en mükemmel örneklerden birisi de, Mao Il'nin okuru zaman zaman George Orwell'ın 1984'üne doğru gri renkli bir hafıza seyahatine çıkartan ve Moon tarikatının Yankee Stadyumu'ndaki toplu nikâh törenini "görüntüleştiren" giriş'idir:
"Burada, sıraya dizilmiş birliklerin ortasında, elinde bir buket yaldızlı yasemin ve düşüncelerinde onu bekleyen fırtına ile Karen Jenney duruyordu. Efendi'nin önünden geçmeyi bekliyor ve onu kendi görme duygusundan soyutlanamaz bir biçimde ama daha keskin gözlerle, kalabalığın ortak gözüyle görüp algılıyordu. Kendini el değmemiş gibi, mutluluk ışınlarıyla yıkanmış gibi hissediyordu. Elli ülkeden gelen, benliğin diline karşı aşılanmış, genç insanlar'ın tümü de hep aynı duyguları hissediyorlardı. Giysilerinin altında gerçek kimliklerini unutuyorlar, tüm acı ve sızıları, ağrıyan diş etlerini ve terleyen enselerini, tuvalet ihtiyacını, karın ağrılarını, ürperti ve tikleri, ayak parmaklarının arasındaki mantarlı nemliliği ve kürek kemiklerinin arasındaki Azrail'in yoklamasıyla özdeştirilen ürpertiyi geride bırakıyorlardı. Hepsi siliniyordu artık.Bir arada durup ilahiler söylüyorlar,sayılarla güçleniyorlardı."
Gordon W. Allport, bireyin "telkine açıklık" derecesini ise, kitlelerin yenilmez bir yapıya sahip olduğu hissi, liderlerin karizmatik etkileri ve bireylerin kalabalık içinde sorumluluk hislerinin bir kısmını kaybetmeleri noktasında yorumlar. Mao II'de, "Her bir tatlı yüze, yuvarlak, uzun, yanlış, karanlık ve sıradan yüzlere tek tek baktı. Bunlar da bir milletti herhalde ve basit bir inanç ilkesi üzerine kurulmuşlardı. Kolay inanılırlıkla ateşlenen bir birimdiler, hazır deyimlerden ve boş tekrarlardan oluşan bir lisan konuşuyorlardı. Bütün her şey, bilinebilenlerin hepsi, doğru kopya edilen, tekrarlanan ve ezberlenen birkaç basit formüle indirgenmişti. Canlılarla kurulan mekanik sistemlerin dramı da işte buradaydı. Ölçü ve mahremiyetin kaybedilmesi, aşkın ve seksin rakkam olarak çoğaltılması onu dehşete düşürüyor, sanki bir heykeltraş tarafından biçimlendirilmiş bir nesneye benzeyen bu insan yığını onu korkutuyordu. Kurulunca yürüyen onüçbin parçalı bir oyuncak gibi masum, ama tehdit edici bir şeydi bu" şeklindeki satırlar, kitlelerin mağlüb olmaz bir yapıya sahip olduğu hissini sarahaten teyit etmektedir. Don De Lillo, aynı paragrafta, "Asıl korkunç olan, bu adamı onlara ihtiyaç hissettikleri şeyleri verdiği için takip etmeleriydi. Adam onların özlemlerine cevap veriyor, onları özgür irade ve bağımsız düşüncenin zahmetinden kurtarıyordu" satırlarıyla da, bireylerin kalabalık içinde sorumluluk hislerinin bir kısmını kaybetmelerinin edebî atmosferini kısa süren bir zelzele misali çizer. Lâkin, kitle çağında, Don De Lillo için asıl önem arzeden husus, hiç şüphesiz, kitle çağının liderlerinin karizmatik etkileridir. Ayrıca, bahis konusu kitle çağı olduğunda, Don De Lillo açısından, Yankee Stadyumu'ndaki Efendi Moon ile Beyrut'taki gerilla lideri Ebu Reşid arasında hiçbir fark da bulunmamaktadır. Tıpkı Efendi Moon'un müridleri gibi, Beyrut'taki Ebu Reşid'in çocuk gerillalarının da suratları ve konuşmaları yoktur. Suratlarının hatları hep aynıdır. Efendi Moon'un veya Ebu Reşid'in surat hatlarıdır bunlar. Hiçbirinin kendi suratlarına veya seslerine ihtiyaçları yoktur. Bunları kudretli ve büyük liderleri için feda etmişlerdir.
Kitlenin bahis konusu "pasiflik ile vahşi tabiilik arasındaki" bu konumu, Don De Lillo'yu en fazla "Nihilist olmak, radikal bir alay ve şiddet yoluyla hâkim sistemleri tahammül sınırlarına kadar zorlayıp, bu meydan okumaya kendi ölümleri aracılığıyla cevap vermelerini ihtar etmekse, o zaman ben teorik seviyede bir terörist ve nihilistim" diyen Jean Baudrillard'a yakınlaştırmaktadır. Zira, Don De Lillo'nun Mao Il'sindeki içtimaî kördüğüm, her şeyi sünger gibi emen bir gönderen'e dönüşerek, ne olduğu hem bilinen hem de bilinmeyen kitlelerin etrafında durmadan dönmektedir. Bu nedenle Don De Lillo'daki kitle, tıpkı Jean Baudrillard'm Sessiz Yığınların Gölgesinde ya da Toplumsalın Sonu'ndaki kitle gibi, asla bir mefhum değildir. Olsa olsa, hamurlaşmış, vıcık vıcık ve lümpen analitik bir "deyiş" olabilmektedir. Ayrıca, Mao Il'de "görüntüleşen" kitleler içtimaî olanın ve onun başlıca safhalarının yaygınlaşmasını tasvir etmekten başka bir şey yapamayan sosyolojidekinin de tam tersidir. Zira, kitle çağındaki kitlenin, hiçbir gerçek nüfus kesimiyle veya bir meslek kurumuyla bir ilişkisi olmadığı gibi, toplumun bütünüyle de bir ilişkisi yoktur. Dolayısıyla, "insanı bezdiren bir suskunluğun" görüntüsüdür kitle. Veya, Jean Baudrillard'm ifadesiyle, "bir hayvan sürüsü kadar suskun" olan politik denklemlerdeki bilinmeyendir.
Şayet bugün hâlâ kitle gösterileri diye bir husus gündeme gelebiliyorsa, bu gösterilerin enerjisi azalan, özgünlüğü elden giden, tarihi niteliği ve idealliği buharlaşıp uçan içtimaîliğin son çırpınışları olduğuna inanıyorum. Bir başka ifadeyle, çağımızdaki bütün kitle gösterilerinin artık süratle underground'a çekilen ve ölen bir dünya karşısında muhalefeti çok dar bir sahada olsa dahi gençleştirmeye çabalayan counter culture oldukları kanaatindeyim. Bu nedenle, günümüzün kitle gösterilerinin eski politik vasıtalara pek fazla ihtiyaç hissetmeyen "politik hedefli" marjinal hareketlere dönüştüklerini söylemek de mümkündür. Kitle çağındaki "gerçek" kitle gösterilerinin, sadece "terörist" hareketlerin periferisinde, yahut gençleşmiş bir muhalefeti duyurmanın en uygun ve en etkili artistik formu olan rock'ın ve de ırkçılık ile milliyetçiliğin tâ içerisinde gerçekleşebilmeleri ise, "politik hedefli" olup da eski politik vasıtalara pek fazla ihtiyaç hissetmeyen tarihî daralış'ın "görüntüleşen" başlıca emareleridirler. Meselâ "William S. Burroughs, "Bir rock konseri enerji üretimi ve değişimi ile ilgili bir âyindir" derken çok haklıydı. Zira, kitlelerin "kanı" olan enerji, artık sadece rock konserlerinde ve ırkçılık ile milliyetçilik merkezli "terörist" eylemlerde üretilebilmektedir.
Enerji üretimi ve enerji değişimi problematiğindeki kitle gösterisi açısından Grateful Dead çok ilginç örnektir. Fan'leri ile ilişkilerinde rock tarihinde bir benzeri daha bulunmayan Grateful Dead, dünyanın en çok konser veren gruplarındandır. Dead head'ler olarak isimlendirilen fan'ler grubun peşinden her yere giderler. Zira, Grateful Dead, bir dead head için bir rock grubundan ziyade bir hayat tarzıdır. Ama, asıl önemli olan, Grateful Dead konserlerinin hep, bütün zamanların en iyi rock show'ları olarak değerlendirilmeleridir. Grateful Dead konserleri, genellikle ağır bir ritmle başlar, giderek mahşerî bir gürültüyü çağrıştıran derecede süratlenerek çok şaşırtıcı finalle biterler. Grateful Dead şarkıları konserlerde çalına çalına zamanla en iyi formuna ulaşırsa da, bu en iyi form dahi kalıcı olmaz, bir sonraki konserde mutlaka değişir. Bahis konusu değişiklik tamamiyle büyü ile bağlantılıdır. Bu tür bir büyü için, büyü enerjisinin bütün kaynakları, yani yüksek volüm, tekrar, davul ve uyuşturucu maddeler sonuna kadar kullanılır. Çığlıklar ve uyuşturucularla transa geçen dead head'lerin "ham" enerjileri âdeta emilir, başlangıçtaki ağır ritm esnasında alınan bu "ham" enerji konser ilerledikçe "işlenerek" dead head'lere tekrar geri verilir. Bu nedenle, Mao II'nin girişindeki toplu nikâh törenindeki satırlar, bazı ufak değişikliklerle, yani "Dead head'lerin hepsi de ayrı hisleri paylaşıyorlardı. Grateful Dead t-shirt'lcrinin altında gerçek kimliklerini unutuyorlar, bütün acı ve sızıları, ağrıyan diş etlerini ve terleyen enselerini, tuvalet ihtiyacını, karın ağrılarını, ürperti ve tikleri, ayak parmaklarının arasındaki mantarlı nemliliği ve kürek kemiklerinin arasındaki Azrail'in yoklamasıyla özleştirilen ürpertiyi geride bırakıyorlardı. Hepsi siliniyordu artık. Bir arada durup şarkılar söylüyorlar, sayılarla güçleniyorlardı" şekliyle, bir Grateful Dead konseri için de pekâlâ kullanılabilir. Ayrıca, The History of The Grateful Dead isimli kitabında, grup ve hayranları arasında pek fark bulunmadığını belirten William Ruhlmann'la da aynı kanaatteyim. Zira, transa geçenlerin hepsinin de surat hatları aynıdır; Jerry Garcia'nm surat hatlarıdır bunlar. Tıpkı Efendi Moon'un müridlerinin Efendi Moon'un veya Ebu Reşid'in çocuk gerillalarının Ebu Reşid'in surat hatlarını taşımaları gibi. Ne var ki, "ham" enerjilerini verip "işlenmiş" enerji alan dead head'ler ortadan çekilip de, Grateful Dead kitlesiz stüdyoya girince, konserlerdeki o tüyler ürpertici başarı da asla elde edilememiştir. Kısacası, stüdyodaki Grateful Dead, çok gariptir ama, rock tarihinin en vasat gruplarından biri olup çıkmıştır.
Taner Ay-Astigmat Bakişlar,sf.76,83
Çalıntı Yayınları - 09 Haziran 1996