Çağdaş Sanatın Mecrası: Piyasa

“Çağdaş sanat” yeni bir kategori değil. Yeni olan bir şey varsa o da katıksız heterojenliği içerisinde çağdaş sanat addedilen çoğu güncel...

“Çağdaş sanat” yeni bir kategori değil. Yeni olan bir şey varsa o da katıksız heterojenliği içerisinde çağdaş sanat addedilen çoğu güncel pratiğin, tarihsel belirlenmişlik, kavramsal netlik ve eleştirel yargıdan azade bir şekilde serbestçe salındığına dair bir histir. Bir zamanlar Batı sanatına ve kuramına yön veren “neo-avangard” ve “postmodernizm” gibi paradigmalar çürümeye yüz tuttular ve yerlerine de doğru dürüst açıklayıcı vasfı ve entelektüel otoritesi olan bir model geçmedi. Ama bir yandan da, belki de paradoksal bir şekilde, “çağdaş sanat” başlı başına bir kurumsal nesne haline geldi: Sırf bu konuya adanmış akademik kadrolar ve programlar, müze departmanları ve kurumlar var ve bunların çoğu “çağdaş sanatı” yalnızca savaş öncesi değil aynı zamanda savaş sonrası sanatsal pratiklerin çoğundan da ayrı ele alıyor.

Bu serbest salınım, bu yüzer-gezerlik hali gerçek mi yoksa hayalî mi? Tamamıyla münferit bir algıdan mı ibaret? Büyük-anlatıların-sonu fikrinin bir ifadesi mi? Yok eğer gerçekse, temel sebeplerden bazılarını “piyasa” ve “küreselleşme” gibi fazlasıyla genel olguların ötesinde daha özgül biçimde saptayabilir miyiz? Yoksa bu yüzer-gezerlik hali gerçekten de neoliberal ekonominin –üstüne üstlük krizde olan bir neoliberal ekonominin– dolaysız bir ürünü mü? Sanatçıların, eleştirmenlerin, küratörlerin ve tarihçilerin formasyonları ve pratikleri açısından ne gibi ciddi sonuçları var? Sanat tarihinin diğer alanlarında da buna koşut etkilere rastlanıyor mu? Diğer sanat alanlarındaki ve disiplinlerdeki durumla arasında öğretici birtakım benzerlikler kurulabilir mi? Ve son olarak, var olmanın bu görünürdeki hafifliğinden umulacak faydalar var mı?

1975’te Andy Warhol geleceğe göz attı ve ne gördü beğenirsiniz? Damien Hirst’ü mü? Warhol, The Philosophy of Andy Warhol’da (Andy Warhol’un Felsefesi) “Para Kazanma Sanatı, Sanattan sonra gelen aşamadır” diye yazar.  Sanatçıların mümkün olduğu kadar çok para kazanmalarında hiçbir sakınca olmadığı gibi “para kazanmak bizzat sanattır”. O zamanlar, İşletme Sanatı’nın erbabı gibi görünüyordu Warhol – daha 1957’de Andy Warhol İşletmeleri’ni kurmuştu ve çok geçmeden bunu filmler, Interview dergisi, kitaplar ve televizyon programları izleyecekti– ama günümüzün standartlarına göre Warhol’un iş adamlığı lafı bile edilmeyecek bir uğraştır. Şimdilerde sanat âleminde “kârlı işin” çıtasını Hirst ve benzerleri belirliyor. Dünya âlemin bildiği üzere, Hirst 15-16 Ekim (2008) tarihlerinde, anlaşmalı olduğu her iki galeriyi de (White Cube ve Gagosian) devre dışı bırakarak yeni yaptığı 223 eseri Sotheby’s müzayede evinde satışa çıkardı. 200,7 milyon dolarlık eser satışıyla Hirst, 1993’te Pablo Picasso müzayedesindeki satış rakamını 10’a katlayarak tek bir sanatçı adına elde edilen en yüksek müzayede rekorunu kırmış oldu. Peki ama Hirst gerçekten de tekil bir fenomen midir? Bu soruyu sorarken aklımda bahsi geçen müzayededen çok, bir kariyerin tamamı var: şok, skandal ve mecrası bilfiil medya ve piyasa etkinliklerinden mürekkep olan bir yığın işle ayakta tutulan koskoca bir kariyer.

Andy Warhol
Piyasa için üretmek, Rönesans’tan beri sanatın temel koşullarından biri: Taşınabilir resim ve heykel gibi yeni sanat biçimlerinin gelişmesine ön ayak olan ve kendi diyalektiği gereği her iki alanda da gelişmeleri mümkün kılan bir koşul. Ne var ki, bildiğimiz haliyle sanat piyasası oldukça yeni bir olgu; II. Dünya Savaşı’ndan sonra kendini yeniden örgütleyen ve 1960’ların ekonomik patlama yıllarında sanata, özellikle de Amerikan Pop Sanatına –sanat tarihçisi Thomas Crow’un deyişiyle “ürün gibi satılıyor gibi duran ürünler”– harcayacak bir sermaye fazlasıyla ortaya çıkan uluslararası burjuvazinin doğurduğu bir sonuç. Aynı dönemde, bir yandan kayyumların ve koleksiyonerlerin nüfuzu artarken bir yandan da ticari galeriler ağı ciddi bir biçimde büyüdü. Kâr marjı yüksek müzayedelerin ortalığı kaplamasıyla beraber çağdaş sanata her şeyden önce bir yatırım gözüyle bakılabileceği fikri de yayıldı. Dönemin en ünlü müzayedesi, Robert ve Ethel Scull’un pop sanat odaklı koleksiyonlarının satışa çıktığı 1973 tarihli mezattı. Elde edilen kârdan sanatçıların payına beş kuruş bile düşmedi (Durumun sanatçıların lehine dönmesi için Hirst’ü beklemek gerekecekti).

70’lerdeki ekonomik durgunluk döneminin ardından gelen Reagan ve Thatcher’ın regülasyon karşıtı politikaları sonucunda yeni bir süper-zenginler sınıfı türedi. Bu zenginlerin bir kısmı oldukça meşhur koleksiyonerler haline geldiler ve gayet anlaşılabilir bir şekilde paralarını deneysel ve eleştirel ruhlu sanat formlarından ziyade piyasada kendini ispatlamış resim ve heykele yatırmaya meyilliydiler. 1980’lerdeki ekonomik patlama dönemindeki durumu gözler önüne seren şahsiyetlerden biri Londra-merkezli reklamcılık imparatorluğunun başındaki Charles Saatchi’ydi. Saatchi, sadece çağdaş sanatın yatırım potansiyelinin değil aynı zamanda bu alandaki meşhur aktörlerin reklam değerlerinin de farkındaydı (Hirst gibi Genç Britanyalı Sanatçılar’ın erken dönem destekçilerinden biriydi).1987’deki borsa krizinin üzerinden üç sene geçtikten sonra 1990’da sanat piyasası çok ciddi bir düşüşe sahne oldu; sanat ve finans piyasaları birbirlerine bağlı olsalar da senkronize oldukları söylenemez. Ne var ki, 1990’ların ikinci yarısında, dört başı mamur bir neoliberal ekonomi 1980’lerin süper zenginlerinin servetini solda sıfır bırakacak kişisel servetler üretti ve çok geçmeden “akıl almaz derecede bereketli” bir sanat piyasası peyda oldu.

1980’lerdeki patlamanın sancaktarı Saatchi gibi bir reklamcıysa eğer, onun günümüzdeki muadili de SAC Capital Yatırım Danışma Fonu’nun kurucusu olarak elde ettiği muazzam kârı birkaç sene gibi kısa bir sürede oldukça kapsamlı bir savaş sonrası sanat koleksiyonu oluşturmak için kullanan “hedge fon” yöneticisi Steve Cohen’dir. Christie’s müzayede evinin Uluslarası Savaş Sonrası ve Çağdaş Sanat Bölümü’nün eski eş-başkanı Amy Cappellazzo’ya göre günümüzün koleksiyoneri çağdaş sanata “borçlarına karşılık teminat olarak gösterebilecekleri, alıp satabilecekleri ya da değer artış vergilerini ertelemek için kullanabilecekleri bir varlık” gözüyle bakıyor ve sanat piyasasını esas itibariyle menkul kıymetler piyasalarının bir parçası olarak görüyor. Teknik olarak diğer yatırım alanlarında yasak olan içerden bilgi sızdırma ve fiyat sabitleme gibi uygulamaların sanat piyasasında oldukça sıradan uygulamalar olması da cabası. Cappellazzo durumu şöyle özetliyor: “Sanatın artan finansal cazibesinin altında, şimdiye kadar yüksek kalite sanat eserlerine hak ettiklerinden az değer biçildiği ama piyasanın son beş sene içerisinde giderek küreselleşmesinin sonucunda bu eserlerin değerinin artacağı düşüncesi yatıyor”.

Ne var ki, spekülatif çılgınlık zamanlarında bile çağdaş sanat yüzde yüz garantili bir yatırım değildir ve zaten sanatın yalnızca parasal bir cazibesi olduğunu varsaymak yanlış olur. “Bu alıcıların ekonomik sermayeleri ne kadar büyükse, sosyal ve kültürel sermaye açıkları da bir o kadar büyük,” diye yazıyor sanat piyasası uzmanlarından Olav Velthuis. “Çağdaş sanat, belirli bir sosyal dünyanın kapılarını da açıyor.” Bu anlatıma göre, yeni koleksiyonerler hâlâ prestij ve pozisyon edinmek gibi eskiden kalma saiklerle ve Crow’un tabiriyle “katılım hazzı” –bir sanat fuarından ötekine lüks geziler, açılış yemekleri, kaçırılmaması gereken partiler, daha önemsiz aktörlerle araya konan mesafe, sanatçılara erişim, vesaire– için sanat alıyorlar.

Tüm bunların günümüz sanatının hem üretimi hem de alımlanışı üzerinde çok ciddi etkileri var ve bu da meseleyi basit bir sosyolojik merak konusu olmanın ötesine taşıyor. Mesela, gösteriş arzusu, beraberinde daha büyük ölçekli ve hatta spektaküler sanat eserlerine yönelik bir talebi de getiriyor; bu durumun da üretim ve sergileme masrafları üzerinde hatırı sayılır bir etkisi oluyor: Örnek olarak Richard Serra’nın devasa heykellerini, Matthew Barney’in müsrif performanslarını, filmlerini ve enstalasyonlarını veya Olafur Eliasson’un ifrata kaçan ışık ve mekân oyunlarını verebiliriz. Bunun sonucunda, günün gözde ve pahalı sanatının müşterisi ne kadar uluslararasılaşmış olursa olsun, hâlâ dışa kapalı konumunu korumaya devam ediyor; öyle ki oldukça sıkı bir hamilik sistemi piyasaya geri döndü: En çok gıpta edilen eser, çoğunlukla üretilmeden önce ısmarlanan, sonra da kimseye çaktırmadan ortalıktan kaçırılıveren eser oluyor. Bu gelişme, insanların, içeriğinden ya da hitap tarzından bağımsız olarak çağdaş sanatı özel bir iş alanı olarak görmelerine yol açtı; Amerika, Avrupa ve diğer yerlerdeki özel müze patlaması da bu izlenimi güçlendirdi. Elbette müzeleşen koleksiyonların çok daha eski bir tarihi var ama halihazırdaki fenomen, özel bir koleksiyonun kamuya mal edilmesinden ibaret değil; bunun tam tersini, yani kamusal kültürün özelleşmesini de içeriyor.

Medya ve piyasayla kaynaşmanın çağdaş sanat üzerinde başka etkileri de oldu. Eleştirmen Julian Stallabrass kurumsal kitle kültürüyle arasındaki şu koşutlukların altını çiziyor: “gençlik imgesine yapılan vurgu, dergilerde basıldığında güzel gözüken eserlerin her yanı kuşatması, ve ‘yıldız sanatçı’ mefhumunun yükselişi; kültür ve moda endüstrisine kucak açan ve sponsorların gözlerini parlatan sanat eserleri; önceden tanımlanmış ve denetlenen durumlar haricinde eleştirinin noksanlığı”. Bu tür yakınlıklar kayda değer olmakla beraber çok daha yapısal ilişkiler de olabilir. Mesela, bir zamanlar toplum dışı bir bohem olarak görülen sanatçıya post-Fordist ekonomide yaratıcı işçinin modeli gözüyle bakılıyor. Sosyolog Luc Boltanski ve Eve Chiapello’ya göre, yönetimsel [managerial] söylem son yirmi yıldır bir zamanlar sanatsal kişilikle ilişkilendirilen tavırları ve vasıfları teşvik ediyor: “özerklik, kendiliğindenlik, yatay etkileşime girebilme kabiliyeti [rhizomorphous capacity], eski işbölümüne özgü keskin çizgilerle tanımlanmış uzmanlaşmanın tersine, aynı anda birden fazla işi kotarabilme yeteneği, esprili olmak, başkalarına ve yeniliklere açıklık, her daim erişilebilir olmak, yaratıcılık, öngörülü sezgi, farklılıklara yönelik bir hassasiyet, yaşanmış deneyime kulak vermek ve her çeşit deneyime açıklık, gayri resmîyetten hoşlanmak ve birebir ilişkiler kurmanın peşinde olmak”.

Yönetimsel söylem sanatçılarla özdeşleştirilen vasıfları bu yolla özümseyip bünyesine katarken dahi kimi sanatçılar Warhol’u mahcup edecek bir iştahla iş modellerini benimsediler. Mesela Hirst’ün on parmağında on marifet var: Kendisine ait bir yayınevi, giyim markası, eski ve yeni restoranaları ve Cotswolds’daki Viktorya dönemine ait Gotik malikanesinde sergilecek, ölüm temalı sanat eserlerinden ve nadirelerden oluşan ‘Murderme’ koleksiyonu var. Aynı zamanda, tıpkı Para Kazanma Sanatı’ndaki diğer meslektaşları Jeff Koons ve Takashi Murakami gibi, onun da bir alay asistanı var. Koons, Manhattan’da 90’ın üzerinde çalışanı olan bir atölye-fabrikayı yönetiyor, Murakami’nin ise Tokyo yakınlarında bir yerde ve Brooklyn’de 100 kadar işçinin çalıştığı bir şirketi var. “Koons” ya da “Murakami” imzalı eserlerin çoğu asistanlar tarafından bilgisayarda tasarlandıktan sonra imalatçılar tarafından üretiliyor. Kimi zaman müzelik sanat ile kitle kültürü arasındaki sınırların çöküşüne vurgu yapan, kimi zaman ise kendi hayırları için ikisi arasındaki farkları yeniden kayda düşen her üç sanatçı da bu makalede mevzu edilen gelişmelere emsal teşkil ediyor. Her üç örnekte de sanatın mecrası bizatihi piyasadır.

1980’lerdeki erken dönem eserlerinde sanat sergisi ile meta teşhirinin çakışmasından faydalanan Koons, denkleme hafif bir muğlaklık kattı: hiçbir kusuru olmayan elektrikli süpürgeleri aydınlatılmış pleksiglas kutulara koymanın ya da yepyeni basketbol toplarını su tanklarına batırmanın ne âlemi vardı? XIV. Louis’nin büstünden tutun da Bob Hope’un biblosuna, Kiepenkerl heykelinden Michael Jackson ve maymunu Bubble’ın heykeline varıncaya kadar Koons, paslanmaz çelik ve porselenden ürettiği bütün eserlerinde, kitsch’in kapsayıcı doğasına ilişkin kurnaz bir farkındalık sergiledi. Ne var ki, Koons’un amacı zevksizliğin kasıtlı teşhirinin yarattığı toplumsal tedirginlik değil; o da Warholcu bir edayla iletmeye çalıştığı mesajın samimiyetinde ısrar etmekte. “Hummel biblolarını kesinlikle zevksiz bulmuyorum,” diyor. “Onları güzel buluyorum ve duygusallıklarına karşılık veriyorum.” Bir zamanlar, avangard sanat kitsch’le karşıtlığı üzerinden tanımlanırdı; kitsch’i bağrına basmasının da hayret ve şaşkınlık uyandırıcı bir yanı olabilir ama öncü bir meydan okuma ya da başkaldırı içermediği kesindir. Bilakis: “Her zaman, hiçbir seyircimi yabancılaştırmayan işler üretmeye çalıştım,” diyor Koons. “Eserlerimle insanlara geçmişleriyle, kimlikleriyle barışmalarını telkin ediyorum.” Koons’a göre, bu geçmiş, bu kimlik, “kitle kültürü tarihinin” sembolleri tarafından oluşturulur ve var olduğu haliyle “mükemmeldir”.

Bu nesneleri hem hamiler hem de kamu için bu kadar çekici kılan nedir? Birbirinden tatlı renkleri olan Balloon Dog’u (Balon Köpek, 1996-2000) ele alalım: Küçük, kırılgan ve kısa ömürlü bir oyuncağın muazzam paralar harcanarak heybetli, sağlam, kalıcı bir hale sokulması, bir de üzerine üstlük daha da akıl almaz bir fiyata satılması insanda bir ürperti yaratıyor. Dahası, bu oyuncak, imgenin popülizmi ile ona sahip olma ayrıcalığının baştan çıkarıcı bir karışımını sunar. Kimi eleştirmenlere göre bir Koons heykelini ideal kamusal sanat eseri haline getiren de bu formüldür. Taraftarlarına göre Koons eserleriyle “toplumun panoramasını” gözler önüne sermektedir. Sanat eleştirmeni Peter Schjeldahl ise bu ‘panoramanın’ ne menem bir şey olduğunu gayet özlü bir şekilde ifade eder: “Alt sınıf beğenisiyle dayanışma gösterisi içinde çuvalla para harcarken aslında çağımızın plutokratik demokrasisini muhatap alıyor.”

Murakami sanat, medya ve piyasanın iç içe geçmesinden faydanlanmayı çok daha sistemli bir şekilde beceriyor. Koons, Batı’nın kitsch repertuarından akıllıca seçimler yaparak işini görüyor; Murakami ise otaku ve kawaii gibi Japon alt kültürlerinden esinlenerek yarattığı karakterlerle çalışıyor. Her ne kadar otaku esinli işleri pek tutmadıysa da daha ziyade kadınları hedef alan kawaii (şirinlik) alt kültüründen beslenen motifleriyle (rengârenk mantarlar, gülümseyen çiçekler, şirketine adını veren Kaikai ve Kiki karakterleri) başarıyı yakaladı. Adını bir manga karakterinden alan DOB’laysa zirveye ulaştı. Mickey Mouse’u çağrıştıran DOB tıpkı onun gibi ilk çıktığında dişlek ve kötücül bir karakterken çok kısa bir süre içinde çocuksu ve şirin bir hale sokuldu. Birgün DOB markası özgün Disney karakteriyle aşık atabilir. Murakami’nin DOB gibi mutantları hem en pahalı resimlerinde ve heykellerinde hem de en ucuz ürünlerde (yapıştırmalar, düğmeler, anahtarlıklar, oyuncak bebekler vesaire) arz-ı endam ediyor; onlarla hem müzelerde hem de marketlerde karşılaşabilirsiniz. Murakami’nin şirketi reklamcılık, ambalajlama, animasyon, sergi tasarımı ve web sitesi tasarımı da dahil olmak üzere en az 18 alanda hizmet veriyor. Murakami ayrıca yardımcılarıyla beraber 7 genç Japon sanatçının menajerliğini yapıyor; bir radyo programı ve gazetede köşesi var; emlak kralı Minrou Mori’nin ve bir televizyon kanalının marka danışmanlığını üstlenmiş durumda; kendi yaptığı animasyon filmleri de yolda.

Warhol’da hâlâ bütün pozisyonların ve değerlerin –sanatsal ve ticari, yüksek ve düşük, nadir ve kitlesel, pahalı ve ucuz, vesaire– birbirine girdiği bu keşmekeş halini bozan, ona çomak sokan bir yan vardı. Oysa bu ikililer kendi içlerinde çöktükten sonra geriye ne pek bir gerilim ne de pek fazla içgörü kaldı – kala kala sersemletici bir haz, yorgun bir keder, ya da ikisinin karışımından oluşan manik-depresif bir kokteyl kaldı. Murakami bir defasında “İnsanlar samimi arzularının ne olduğunu bulmakta çok zorlanıyorlar. Andy Warhol bunu becerdi,” demişti. Murakami’nin samimiymiş gibi duran dolambaçsız konuşmalarının ya da Koons’un “madde” etkisi altındaymış gibi gözüken neşesinin altında insan inceden inceye kötücül ve/ya sapık bir damar sezebiliyor. İlk bakışta ne kadar masum gözükürse gözüksün, baktıkça kalkık memelere ve penislere dönüşen şişik organlarıyla Balloon Dog akla çok-biçimli bir cinselliği getiriyor. DOB’un ilk halinde ise, zaman zaman Mickey Mouse ve Donald Duck’ta hissedilen türden sadomazoşist bir hainliğin izine rastlamak mümkün. Benjamin erken dönem Disney filmlerinin bu kadar popüler olmasını, insanların Mickey ve Donald’ın göğüs germek zorunda bırakıldıkları talihsizliklerde “kendi yaşamlarını bulmalarına” bağlıyordu. Ona göre, bu filmlerin ana fikri bize, barbarlaşmış bir “medeniyetten sağ çıkmanın” yollarını göstermekti.

1930’lardaki Buhran’ın sona ereceğine dair hiçbir emarenin gözükmediği bir zamanda Benjamin, Baudelaire gibi kişiliklerin anti-sosyal davranış yapılarının bazılarımızın zannettiği kadar bozguncu olmayabileceği fikrini ortaya attı ve zamanının küskün gerçekçiliklerini ve iflas etmiş sürrealizmlerini göz önünde bulundurarak şöyle dedi: “Tahakküm aygıtının bünyesine nihilizmi katmak yirminci yüzyılın burjuvazisine düştü”. Bu nihilizm üzerine kafa yormak, ama aynı zamanda onu güncelleyip ilerletmek gibi ikircikli bir başarı ise Warhol çizgisinden gelen Koons, Murakami ve Hirst’e nasip oldu.

Hal Foster’ın 9 Ekim 2008’de London Review of Books’ta yayınlanan “The Medium is the Message” başlıklı yazısından kısaltılarak çevrilmiştir.

Ad

A Separation,1,Adam Schaff,1,Adem ve Havva,1,Akra'da Bulunan Elyazması,1,Alain Badiou,4,Alain Resnais,1,Alan Woods,1,Albert Camus,17,Albert Einstein,4,Alejandro González Iñárritu,1,Alenka Zupančič,1,Alexander Supertramp,1,Alfred Hitchcock,4,Alıntı,1,Ali Rahimli,4,Allen Ginsberg,5,Amin Maalouf,1,Anarşi,2,André Breton,1,Andrey Tarkovski,7,Ani Gezinti,1,Anton Çehov,2,Antonin Artaud,1,Anubis,1,Aristoteles,1,Arthur Danto,1,Arthur Rosenberg,1,Arthur Schopenhauer,2,Arundhati Roy,1,Asghar Farhadi,3,Attila İlhan,1,Aynadaki Gibi,1,AzBlog,13,Aziz Nesin,2,Babaya Mektup,1,Beat Kuşağı,17,Belgesel,5,Belinski,1,Bertolt Brecht,3,Bertrand Russell,1,Bilim,10,Billie Holiday,1,Biyografya,22,Björk,1,Bob Black,1,Bob Dylan,1,Bozkırkurdu,1,Böyle Buyurdu Zerdüşt,1,Breaking Bad,1,Bulantı,1,Bülent Ortaçgil,2,Büyülenme,1,Camera Lucida,1,Can Yücel,2,Cemal Süreya,1,Charles Baudelaire,2,Charles Bukowski,6,Charles Dickens,1,Charlie Chaplin,2,Charlie Parker,1,Christfried Tögel,1,Christine Bard,1,Christopher McCandless,1,Christopher Nolan,1,Chuck Palahniuk,3,Çarlz Bukovski,1,Çavdar Tarlasında Çocuklar,1,Dallas Buyers Club,1,Damon Albarn,1,Daniel Goleman,1,Dava,1,David Gilmour,1,Demian,1,Desiderius Erasmus,1,Didier Lauru,1,Dieter Forte,1,Djivan Gasparyan,1,Dominique Laporte,1,Dostluk Bağları ve Dostluk,1,Dostoyevski,16,Dönüşüm,1,Edebiyyat,140,Edgar Allan Poe,1,Eduardo Galeano,1,Eflâtun,1,Ejderhaların Danssı,1,Elias Canetti,1,Elvis Presley,2,Emil Michel Cioran,1,Emma Goldman,1,Eric Clapton,1,Eric Hoffer,1,Erich Fromm,3,Ernest Hemingway,2,Estela Welldon,1,Ethan Coen,2,Əkrəm Əylisli,1,Feature,20,Félix Guattari,1,Felsefe,93,Ferman Toroslar,1,Fernando Pessoa,1,Film,68,Franz Kafka,25,Freddie Mercury,1,Friedrich Engels,1,Friedrich Nietzsche,19,Füruğ Ferruhzad,1,Gabriel Garcia Marquez,1,Gabriel García Márquez,2,Galileo,2,Gemeinschaft,1,George Carlin,1,George Martin,1,George Orwell,1,Georges Canguilhem,1,Georges Perec,1,Gerçeklik açısından Kafka,1,Gilles Deleuze,5,Goethe,1,Gogol,4,Guguk Kuşu,1,Gustav Janouch,1,Guy Fawkes,1,Hakim Bey,1,Harriet Lerner,1,Hegel,2,Heinrich Böll,1,Hermann Broch,1,Hermann Hesse,5,Herta Müller,1,Hrant Dink,1,Iain Menzies Banks,1,Immanuel Kant,1,Ingeborg Bachmann,1,Ingmar Bergman,6,Inside Llewyn Davis,1,Italo Calvino,2,İran,1,İtalo Calvino,1,J. D. Salinger,2,Jack Kerouac,8,Jacques Brel,1,Jacques Lacan,13,Jacques Vergès,1,James Hawes,1,James Joyce,1,Jan Pol Sartr,1,Jason McQuinn,1,Jean Baudrillard,1,Jean Cocteau,1,Jean-Paul Sartre,10,Jehane Noujaim,1,Jenn Ashworth,1,Jiddu Krishnamurti,2,Jimi Hendrix,1,Joel Coen,2,John Berger,1,John Fante,2,John Lennon,5,John Steinbeck,4,Jorge Luis Borges,1,Jose Saramago,1,Joseph Conrad,1,Judith Butler,1,Juliet Mitchell,1,Julio Cortázar,1,Kaos'un Gizli Yaşam,1,Karamazov Kardeşler,2,Karl Marx,8,Kaybedenler Klübü,1,Ken Kesey,1,Kırmızı Pazartesi,1,Korkma Ben Varım,1,Kumarbaz,1,Kürk Mantolu Madonna,1,La Casa De Papel,1,Lady with Ermine,1,Lars von Trier,8,Laura Nyro,1,Leonard Cohen,1,Leonard Da Vinci,1,Lev Tolstoy,5,Lev Troçki,2,Linda Lee,1,Maksim Gorki,2,Malina,1,Marie Curie,1,Marilyn Manson,1,Marilyn Monroe,1,Mario Leis,1,Marlon Brando,1,Marqius de Sade,2,Martı Jonathan Livingston,1,Martin Heidegger,2,Maurice Blanchot,2,Max Stirner,15,Mental Pornografi Blog,2,Meqale,175,Michael De Montaigne,1,Michel Foucault,6,Mike Leigh,1,Milan Kundera,1,Miles Davis,1,Milgram,1,Milgram deneyi,1,Mohsen Namjoo,3,Monique Wittig,1,Morrisse,1,Murat Menteş,1,Mustafa Kemal Atatürk,1,Muzik,37,Neal Cassady,2,ngmar Bergman,1,Nick Cave,1,Nick Mason,1,Nikolay Gavriloviç Çernişevski,1,Nilgün Marmara,1,Noam Chomsky,2,Nostalghia,1,Notre Dame'ın Kamburu,1,Nuri Bilge Ceylan,2,Octavio Paz,1,Oğuz Atay,1,Ontolojik Anarşi,1,Onur Ünlü,2,Oscar Wilde,2,Osho,1,Oteki Ben,1,Ölüler Tanrısı,1,Ölüm Pornosu,1,Ömer Hayyam,1,Özdemir Asaf,1,Palyaço,1,Pantolonun Politik Tarihi,1,Patti Smith,1,Paul Lafargue,1,Paul McCartney,3,Paulo Coelho,2,Peter Kropotkin,2,Pierre Clastres,1,Pigme,1,Pink Floyd,2,Politika,1,Rachel Carson,1,Rachter'in Günlüğü,1,Rashit,1,Ray Davies,1,Rene Girard,1,René Wellek,1,Richard Bach,1,Richard Brautigan,1,Richard Dawkins,1,Richard Wagner,3,Richard Wright,1,Robert Musil,1,Roger Fornoff,1,Roger Garaudy,1,Roger Waters,2,Roman,9,Rose Laub Coser,1,Rus edebiyat,2,Ruth Sheppard,1,S. Reynolds & J. Press,1,Sabahattin Ali,2,Sait Faik,1,Salvador Dali,1,Samuel Beckett,4,Sasha Grey,1,Saul Newman,2,Sean Penn,1,Sırtımdaki Ev,1,Siddhartha,1,Sigmund Freud,19,Silence Spring,1,Simone de Beauvoir,6,Slavoj Zizek,6,Slavoj Žižek,15,slide,2,Sokrates,1,Soren Kierkegaard,1,Spinoza,1,SS,6,Stalker,1,Stephen Eric Bronner,1,Steve McQueen,1,Stranger,1,Suç ve Ceza,2,Supertramp,1,Sürgün,1,Şeyler,1,Tanrıya Karşı Söylev,1,Tarkovsky,5,Tek Bacaklı Yolcu,1,Teneke Trampet,1,The Beatles,4,The Butterfly Effect,1,The Rolling Stones,1,The Square,1,Theodor Adorno,4,Thomas Mann,1,Through a Glass Darkly,1,Tom Waits,2,Tomris Uyar,1,Tony Porter,1,Turan Dursun,2,Turgut Uyar,1,Ulua,1,Uluma,1,Ulus Baker,4,Umberto Eco,1,Utanç,1,V for Vendetta,1,Van Gogh,1,Victor Emil Frankl,1,Victor Hugo,1,Viktor Frankl,1,Vladimir Nabokov,2,Voltaire,1,Vsevolod İ. Pudovkin,1,Walter Benjamin,1,Wilhelm Reich,1,Will Durant,1,William S. Burroughs,2,William Shakespeare,1,Woody Allen,8,Xavier Dolan,1,Yabancı,1,Yad,1,Yolda,1,Yusif Vəzir Çəmənzəminli,1,Zeki Demirkubuz,3,Zen Kaçıkları,1,
ltr
item
Ali Rahimli: Çağdaş Sanatın Mecrası: Piyasa
Çağdaş Sanatın Mecrası: Piyasa
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEht_ekFflXs2nFjA2kg69-BazZPNPP2Rgnt9LsDnJGtnJV7k2dvKUEG4dbbVQUXlqbZ3wmj4ppoNfWfGkvD8jWPWRpfFT5KJjGQXy1ys2iHlioJXTPgXSO8G21Gvg8g8sVI2itiCidL2H9P/s1600/medium+is+the+market.jpg
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEht_ekFflXs2nFjA2kg69-BazZPNPP2Rgnt9LsDnJGtnJV7k2dvKUEG4dbbVQUXlqbZ3wmj4ppoNfWfGkvD8jWPWRpfFT5KJjGQXy1ys2iHlioJXTPgXSO8G21Gvg8g8sVI2itiCidL2H9P/s72-c/medium+is+the+market.jpg
Ali Rahimli
https://alirahimli.blogspot.com/2014/12/cagdas-sanatn-mecras-piyasa.html
https://alirahimli.blogspot.com/
https://alirahimli.blogspot.com/
https://alirahimli.blogspot.com/2014/12/cagdas-sanatn-mecras-piyasa.html
true
8815050805795647263
UTF-8
Tüm Yazılar Yüklendi Hiç bir yazı bulunamadı HEPSİNİ GÖSTER DAHA FAZLA Cevapla Cevabı İptal Et Sil Tarafından Ana Sayfa Sayfalar İçerikler Hepsini Göster BU YAZIYA BENZER DİĞER YAZILAR ETİKET ARŞİV ARAMA BÜTÜN İÇERİKLER İsteğinizle eşleşme bulunamadı Ana Sayfaya Dön Sunday Monday Tuesday Wednesday Thursday Friday Saturday Sun Mon Tue Wed Thu Fri Sat January February March April May June July August September October November December Jan Feb Mar Apr May Jun Jul Aug Sep Oct Nov Dec just now 1 minute ago $$1$$ minutes ago 1 hour ago $$1$$ hours ago Yesterday $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago more than 5 weeks ago Followers Follow THIS CONTENT IS PREMIUM Please share to unlock Copy All Code Select All Code All codes were copied to your clipboard Can not copy the codes / texts, please press [CTRL]+[C] (or CMD+C with Mac) to copy