Dogville (Lars von Trier) Grace (Nicole Kidman) mafyadan kaçarak Dogville adında dış dünyadan bağımsız küçük bir kasabaya sığınır. Kasab...
Dogville (Lars von Trier) |
Aslında bu istek de sıradan bir ricadan ibaret değildir. Tom kasabanın hem yazarı hem de ahlak filozofudur. Daha açık bir ifadeyle, kasabanın sözü itibar görmeyen fikir adamı… Kasaba sakinleri Tom’u bir türlü ciddiye almaz. Çünkü onlar için yaşam basittir, Tom’un vaktini boşa harcadığını düşünürler. Tom, kasaba eşrafının misafirperverliği unuttuğuna inanır. Amacı, bu savını onlara ispat edebilmektir. Dış dünya ile bağlantısı kesik olan mahalleye film boyunca, mafya, Grace ve şeriften başka kimse uğramaz. Bu da Tom’un elinde tek bir şans olduğunun en belirgin ispatıdır aslında. O şans beklemediği bir anda ortaya çıkmıştır. Grace, oraya kendi isteğiyle gelmemiştir. Mafyadan kaçmaktadır. Ama sonuç olarak bu kasabaya sığınmıştır ki, Tom, kendisinin mahalleye ait olduğuna inanır. Geriye tek bir adım kalmıştır, o da düşüncesini hayata geçirme. Mahalle sakinleri, mafyadan kaçan bir kızı sahiplenecek midir? Hiçbir dertleri olmayan, kendi kendilerine yeten bir grup insan neden böyle bir risk alsın sorusu gelir akıllara.
Konu misafirperverlikten çok daha ötededir aslında. Trier, Dogville filmiyle insanlık, kibir, tevazu, bedel ödeme, cömertlik, affetme gibi insan hayatında önem teşkil eden birçok kavramı tartışmaya açarak, farklı bir bakış açısı sunmaktadır. Gerek buhran döneminde geçmesi, gerek yönetmenin geçmiş filmlerindeki Amerika vurgusu, seyircide salt bir Amerika eleştirisi beklentisi oluştursa da film bir kasabanın veya bir ülkenin vatandaşlarından çok insanlığın doğasına ayna tutmaktadır. Yani klasik bir Amerika eleştirisinden ziyade hümanizme felsefi bir bakışla bakma gereği duymuştur Trier bu filminde.
Dokuz bölümden ve sadece bir sahneden oluşan, tiyatro ve roman karışımı bu film, çekim tarzıyla sinemaya da alternatif bir bakış kazandırmaktadır. Bunu yaparken her filminde içinde bulundurduğu dinsel öğeleri yine bariz şekilde ortaya koyuyor Trier. Grace kasabaya geldiğinde onu karşılayan Moses (Musa) isimli köpek, toplantıların yapıldığı Jeremiah kilisesi (eski ahitte ismi geçen İbrani Peygamber) ile dinsel mesajlar içeren bir yer inşa ediyor Dogville adında. Tabii ki bununla kalmayıp, filmin içinde fedakârlık ve affetmek kavramlarını irdeleyip, son olarak Hıristiyanlık dininde bilinen yedi büyük günahın ilkine de atıfta bulunuyor. Yedi sayısını filmin içinde birçok yerde kullanıp, eleştirel hümanizm bakışı ile arka planda tuttuğu din motiflerini başarıyla harmanlayıp felsefi temeli güçlü, Kant, Nietzsche gibi büyük filozoflardan referanslar bulunduran, birçok gerçeği her zamanki sert üslubuyla seyircinin yüzüne vuran bir yapım ortaya koymayı başarıyor.
Tüm filmlerinde olduğu gibi, son sahnede yine soru işaretleri her şeyin önüne geçiyor. Bu soru işaretleri, insanın kendisine yönelttiği sorulardan ibaret aslında. Sen olsaydın ne yapardın sorusunun cevabından daha karmaşık. Belki de insanlığın en temel eksikliklerine açılan kapı. Nedir günümüz toplumlarının en büyük eksiklikleri? Empati, öz eleştiri, kendini üstün görme… Tüm mesele bu! İyilik, misafirperverlik, tevazu, hoşgörü, hatta masumiyeti yeniden gözden geçirttiren, tebeşirlerle çizilmiş bir sahnede; kapısız alanda kapı çalma efektleri, dikkat çekici diyalogları, muhteşem sonu ve verdiği dersler ile son yılların en çok konuşulan filmlerinden oluveriyor Dogville.
Üzerinde kitap yazılabilecek bir senaryoya sahip olup, oyunculuğu ve yönetmenliği ne kadar başarılı olursa olsun hikâyenin adeta parladığı bir başyapıt olma özelliği de taşıyor.
Ahmet Tuğcu