Siddhartha (Hermann Hesse) "Genel olarak herkesçe kabullenilmiş Buddha imgesini aşan bir Buddha yaratmak, daha önce eşine rastlanma...
![]() |
Siddhartha (Hermann Hesse) |
Brahman Siddhartha
Kitap Siddharta ismindeki genç bir Brahman'ı ve arkadaşı Govinda’yı anlatmaktadır. Herkes tarafından değer gören ve hayran olunan Siddharta, hayatını her insanın içinde var olan Atman’ı, yani canda bütünlüğü aramaya adar.
Samana Siddhartha
Siddharta'nın canda bütünlüğü araması onun Brahmanlıktan vazgeçip bir samana, bir gezgin çileci ve dilenci olmasını gerektirir. Ancak Siddharta samanayken bir süre sonra hayatın onu hedefine götürmeyeceğini hisseder. Govinda ile beraber Gotama’nın, yani Buda’nın yanına gitmiştir (Hesse kitabında bu kelimeyi Pali dilinde yazıldığı gibi yazmayı tercih etmiştir; Gotama, bu kelime Sanskritçede Gautama diye yazılmaktadır). Ancak Siddharta Buda’nın öğretisini kabullenemez. Siddharta Gotama’nın aydınlığa erişmeyi arzu ettiğinin farkına varır ve Gotama'nın öğretisinin doğruluğundan kuşku etmez; ancak Siddharta bu öğretinin sadece Gotama için geçerli olduğuna inanır. İnsan sadece öğreti sayesinde Buda olamaz, öğretilerin yanı sıra bu hedefine kendi deneyimleriyle erişmek durumundadır. Arkadaşı Govinda, Gotama'nın yanında kalırken Siddharta kendi deneyimlerini edinme bilinciyle yeniden yola koyulur.
Siddhartha “Çocuk İnsanlar“’ın yanında
Siddharta kendi çevresinin ve önceleri samana olarak gözlemlemeyi öğrendiği doğanın güzelliğini yoğun bir şekilde tecrübe eder. Kayıkçının ona kehanetini sunduğu bir ırmaktan karşıya geçer (kehanete göre Siddharta bu ırmağa geri dönecektir) ve büyük bir şehre ulaşır. Metres Kamala ona aşk sanatının öğretmeni olmayı teklif eder. Siddharta Kamala’nın isteklerini yerine getirebilmek için tüccar olur. İlk başlarda başarıya ulaşılırken gösterilen çabayı görür ve dünyevi şeylere bağlanıp kalmış insanlara taktığı isim olan “çocuk insanların” ilginç bir özelliği olarak paraya bağlılığı tanır. Ancak onun ilk başlardaki tavırları sonradan kibre dönüşür ve kendisi de gittikçe aynen çocuk insanlar gibi olur. Gördüğü bir rüya onu kendine getirir ve ona tekrar aydınlığa erişme arayışını hatırlatır.
Siddharta bunun üzerine Kamala'yı terk eder ve onun kendisinden hamile olduğunun farkında değildir. Daha önce tattığı yaşamın ve ölümün; ayrıca tüm varlıkların döngüsü olan Sansara duygusundan daha derin bir duygu içinde uzun bir zaman önce üzerinden geçtiği ırmağa tekrar varır. Asıl amacı olan Nirvana’ya erişmekten ne kadar uzakta olduğunun farkına vardığında ırmakta boğulmanın eşiğinde durmaktadır. Aslında intiharından sonra Sansara’ya daha sıkı bir şekilde yakalanacak, yeniden doğacaktı. Yeniden kendine gelmesi üzerine mutlu bir şekilde tekrardan inzivaya çekilmeye başlar ve uyuyakalır. Uyandığında yanında onun Siddharta olduğundan haberi olmayan keşiş Govinda'yı bulur.
Govinda da henüz bir Buda olamamıştır ve diğer yandaşlarıyla birlikte Buda’nın yanına göç etmektedir. Siddharta, Govinda’nın yanında şimdiye kadar yaşadıklarını gözünün önüne getirir: “O Brahman Siddharta nereye gitti?”, “O Samana Siddharta’ya ne oldu?”, “O zengin Siddharta nerede şimdi?”, “Ölümlü nesneler hızlı bir değişim içindedir, Govinda, biliyorsun bunu.” (Siddharta, Şipal Kamuran, Can Yayınları, 2006, 7.Basım, s. 97/98). Siddharta inzivaya dalar ve bir zamanlar Gotama’nın yanından ayrıldıktan sonra nasıl bir haldeyse, şimdi de onu tekrardan gelişiminin tam başında durduğunu ve yeni bir hayatın başında olduğunu hisseder. Öğretilen bilginin hiçliği hakkındaki bilgisi ve kısmen deneyimin önemi ona önceye göre daha açık bir şekilde malum olmuştur. Bu zamana ilişkin düşünceleri birçok bakımdan onu Gotama’nın yanında kalmaya zorlayan şeylerin uygunluğunu oluşturur; ancak bu uygunluklar o zamanlar daha çok kuramsal düşüncelerken Siddharta bu düşünceleri dünyayı tanıdıktan sonra tecrübe eder.
Kayıkçı Siddhartha
Siddharta yeni yolunu arayışında ırmağa kadar gelir ve orada tekrar kayıkçı Vasudeva ile karşılaşır, Vaseduva ona yanında yardımcı olarak kalmasını teklif eder. Aydınlığa erişmiş Vasudeva Siddharta’ya ırmağın sesini dinlemeyi ve o sesten bir şeyler öğrenmesini öğretir.
Baba Siddhartha
Siddharta kayıkçıyken ölen Gotama’nın yanına giden Kamala ile tekrar karşılaşır. Kamala babası ile aynı ada sahip oğlunu, Siddharta’yı, yanında götürmektedir; fakat ırmağın kenarında bir yılan tarafından sokulduktan sonra ölür. Siddhartha şimdiye kadar şehrin lüks hayatına alışmış olan oğlunu yanına alır, ona yetingenliği ve huzuru öğretmek ister. Siddharta burada farkında olmadan Gotama'nın yaptığı hatayı yapar: Küçük Siddharta'ya gerçek bilgiyi öğreteceğine ve kendisinin şu ana kadar yaşadıklarını ona aktaracak durumda olduğuna inanır. Küçük Siddharta babasının söylediklerine aklı yatmayınca nehri geçerek oradan kaçar.
Siddharta oğlunu, Vasudeva’nın gitmemesine ilişkin öğüt vermesine aldırmadan takip eder; fakat şehre varmadan bu arayışının anlamsızlığının farkına varır. Kamala ile ilk karşılaştığı yerde oğlunun peşinden gitmekten vazgeçer ve Nirvana'ya giden yolunu takip etmek için geri döner. Bu olay uzun yıllar Siddharta'nın içini kemirir ta ki o bilgeliğin ne olduğu olgunluğuna erişinceye ve kendi kendinin rehberi oluncaya kadar. Bu olgunluk ona, durmadan dönüşse de sürekli aynı kalan ırmağı dinlemeyi ve onu gözlemlemeyi öğretir. Siddhartha kendi yaşamının karmaşasında kendisini çocuk, genç ve ihtiyar olarak tanımlar. Siddharta ve Vasudeva aydınlığa eriştikten sonra Vasudeva ormana gider. Siddharta kayıkçı olarak işini devam ettirir. Aydınlığa erişen Siddhartha kitabının son bölümünde Hesse gençlik arkadaşları Siddharta ve Govinda’nın tekrardan buluşmasını gösterir. Govinda, olgunluğunu tamamlamıştır ve hala aramaktadır. Kitabın başından beri farklı kısımlarda göze görünen bu zıtlık kitabın son kısmında ortadan kalkmaktadır. Hesse, başlarda Siddharta'nın sözlerini ne anlayabilen ne de o sözlerine inanabilen arkadaşı için Siddharta'nın nesnelerin gerçek doğasına bir anlığına da olsa bir bakış sunduğunu yansıtmaktadır.
KİTABIN ÖZETİ
Yerleşmiş katı inançlardan, kurumlardan kopmuş, başkaldıran bir kişi, yepyeni değerler peşinde koşan, yalnız, bıkmabilmez bir arayıcı olan Alman yazar Hermann Hesse, 1946 Nobel Edebiyat ödülü aldığı Siddhartha adlı romanında, tüm dinlerde, insanların benimsediği tüm inanış biçimlerinde ortak olan yanı, tüm ulusal ayrımları aşan, tüm ırkların, tüm bireylerin benimseyebileceği şeyi yakalamaya çalışmıştır.
Brahmin’in oğlu Siddhartha, başka bir din adamının oğlu Govinda’yla birlikte büyüdü. Siddhartha, babasından birşeyler öğreniyor ve bilge kişilerin konuşmalarına katılıyordu, onlardan düşünme, düşüncede yoğunlaşma sanatını öğreniyor ve bu konular üzerine Govinda’yla tartışıyordu. Sessizce Om çekmeyi çoktan öğrenmişti. Atman’ı, yıkılmaz evrenle bir olan Atman’ı, varlığının derinliklerinde duymayı da biliyordu.’
Bu akıllı, bilgiye susamış oğul, babasını çok mutlu ediyordu; büyüdüğünde önemli bir bilge, bir rahip, Brahminler arasında bir prens olacaktı oğlu. Arkadaşı Govinda herkesten çok seviyordu onu.Herkes Siddhartha’yı seviyordu, herkese sevinç veriyor, mutlu kılıyordu herkesi O.
Oysa Siddhartha mutlu değildi, kendisi sevinç duymuyordu. Huzursuzluğun içinde filizlendiğini duyuyordu. Babasının, anasının, arkadaşı Govinda’nın sevgilerinin bile kendisini mutlu kılamıyacağını, ona huzur veremeyeceğini, yetemeyeceğini, onu doyuramayacağını sezmeye başlamıştı. Değerli babasıyla öteki öğretmenlerinin, bilge Brahminlerin bütün bilgilerini, en iyi bilgilerini kendisine aktardıklarını, hepsini olduğu gibi kendisinde aç bekleyen o dağarcığa döktüklerini biliyordu; gene de dağarcığın dolduğundan, aklının doyuma ulaştığından, ruhunun huzura erdiğinden, yüreğinin tek duracağından kuşkuluydu. İnsanın Benlik’inden, özünden, herkesin içinde taşıdığı ölümsüzlükten başka nerede olabilirdi Atman? Bu benlik, bu öz, neredeydi? Et ya da kemik, düşünce ya da bilinç olamazdı bu! En bilge kişiler böyle sanıyorlardı oysa. Neredeydi öyleyse? Kendine, Atman’a yaklaşmaya çalışmak-denenmeye değer başka bir yol var mıydı? Kimse göstermiyordu bu yolu, kimse bilmiyordu- ne babası, ne öğretmenleri, ne bilge kişiler, ne de kutsal ezgiler. Birçok değerli Brahmin tanıyordu, en çok da, kutsal, bilgili, saygıdeğer babasını. Beğenilecek bir insandı babası; ölçülüydü, soyluydu. İyi bir yaşam sürüyordu; sözleri bilgelik doluydu, ince soylu düşünceleri vardı. Böylesine çok şey bilen babası mutluluk içinde miydi, huzurlu muydu? O da hiç durmadan arayan biri, doymak bilmeyen bir insan değil miydi? Atman yok muydu içinde? Kaynağı kendi yüreğinde bulamıyor muydu? İnsan kendi içinde bulabilmeliydi kaynağı, kendisi sahibolmalıydı ona. Bunun dışında herşey bir arayıştı, bir sapma, bir yanlıştı. Bunlardı işte Siddhartha’nın düşündükleri; susuzluğu, acısı buydu onun.
Bir gün Siddhartha’nın oturduğu kentten bazı Samanalar geçti. Başıboş dolaşan bu asetikler zayıf, yıpranmış üç kişiydiler; ne gençtiler, ne yaşlı; omuzları toz, kan içindeydi; nerdeyse çırılçıplaktılar; güneşte kavrulmuş, yalnız, yabanıl, düşman görünüşlü kişilerdi, insanların pırıl pırıl dünyasında yaşayan bir deri bir kemik çakallardı bunlar. Çevrelerinde, sessiz bir tutkululuk, bitirici bir çalışma, kendine acımayı bilmeme havası vardı. Siddhartha, Samanalara katılma fikrini önce arkadaşına sonra da babasına bildirdi. Önce karşı çıkmasına rağmen, Siddhartha’nın kararlılığı karşısında babası izin vermek zorunda kaldı, arkadaşı Govinda da Siddhartha’ya katıldı. O gün akşama doğru Samanalar’a yetiştiler, aralarına katılma isteklerini, bağlılıklarını bildirdiler ve kabul edildiler. Sıradan insanların, ilgilendikleri, değer verdikleri olaylar, kavramlar, bunların hiçbirisi dönüp bakmaya bile değmezdi; herşey yalandı, yalan kokuyordu; duyuların, mutluluğun, güzelliğin yanılsamalarıydı bunların hepsi. Herşey çürüyecekti, buruk bir tadı vardı dünyanın, yaşam acılarla doluydu.
Siddhartha’nın tek bir amacı vardı artık;boşalmak, susuzluktan, tutkulardan, düşlerden, zevkten ve üzüntülerden arınmak. Benlik’ini öldürmek. Ben olmaktan çıkmak; arınmış bir yüreğin dinginliğini tatmak, salt düşünceye ermek, buydu onun amacı. Benlik bütünüyle ele geçirilip öldürüldü mü bir kez, tüm tutkular, tüm arzular susacaktı; işte o zaman en son şey, Varlık’ın artık Ben olmayan iç özü-o büyük sır- uyanacaktı!
Samanalar’ın en yaşlısı, benliğini yadsımayı Samanalar’ın kurallarına göre düşüncede yoğunlaşmayı öğretiyordu. Siddhartha Samanalar’dan, oruç tutmayı, düşünmeyi ve beklemeyi (sabretmeyi) öğrendi. Üç yıldır Samanalar’la birlikte yaşamak ve bu süre zarfında onlardan öğrendikleri de yetmemişti. Tam bu sırada çeşitli yerlerden bir söylenti, bir bildiri geldi kulaklarına. Gotama denen aydın bir kişi çıkmıştı ortaya: Buddha. Bu kişi kendi içinde dünyanın acılarını yenmiş, yeniden doğuş çevrimini durdurmuştu. Çevresinde izleyicileriyle dolaşan malsız, mülksüz, evsiz, karısı olmayan, başı yukarda dolaşan, ermiş bir adam; ülkeyi baştan başa dolaşıp vaaz veriyordu; Brahminler’le prensler onun önünde boyun eğiyor, öğrencileri oluyorladı.
Bu bildiri, bu söylenti, bu öykü şurda burda duyuluyor, yayılıyordu. Kentte Brahminler, ormanda Samanalar bundan söz ediyorlardı hep. Buddha adı bazen iyi, bazen kötü denerek, bazen övgülerle, bazen aşağılamalarla hiç durmadan kulaklarına geliyordu geçlerin. İnananlar onun büyük bir bilgiye sahip olduğunu söylüyorlardı;O, önceki yaşamları anımsıyordu, Nirvana’ya ermişti, çevrime hiç kaptırmamıştı kendini, biçimlerin o dertli ırmağına düşmüyordu artık. Onun hakkında birçok olağanüstü, inanılmaz şey söyleniyordu, Tanrılarla konuşmuştu. Öte yandan düşmanlarıyla ona inanmayanlar da bu Gotama’nın başıboş bir dolandırıcı olduğunu söylüyorlardı;günlerini zevk içinde geçiriyor, kurbanları aşağılıyordu; bilgelikten uzaktı; ne dualardan ne de bedenini öldürmekten haberi var onun diyorlardı.
Buddha hakkındaki bu söylentiler çok ilginçti;büyüleyici bir yanı vardı duyulanların. Dünya hastaydı, yaşam zordu ve işte yeni bir umut belirmişti. Yepyeni, rahatlatıcı, yumuşak, güzel umutlarla dolu bir haberci vardı ortada. Her yerde Buddha hakkında söylentiler dolaşıyordu. Hindistan’ın dört bir yanındaki gençler bunları dinliyor, kendilerini bekleyiş, umut içinde buluyorlardı. Ondan haber getiren her hacı, her haberci sevinçle karşılanıyordu.
Söylentiler ormandaki Samanalara, Siddhartha’ya, Govinda’ya dek, parça parça ulaştı. Samanaların en yaşlısı hoşlanmadığından pek sözü edilmiyordu bu söylentilerin. Büyük Samana, Buddha denen bu kişinin eskiden bir asetik olduğunu, ormanda yaşadığını, sonra zevke, safaya ve dünya zevklerine döndüğünü duymuştu ve Gotama’ya hiç inanmıyordu.
Govinda, bu eksiksiz kişinin öğrettiklerini kendi ağzından dinlemek ve yeni bir yola atılmak istediğini Siddhartha’ya söyledi. Siddhartha’nın, artık Samanaların yolundan gitmek istememesine rağmen, Buddha’nın da öğrettiklerini dinleme isteği yoktu. Çünkü öğretilere, bilgilere artık inanmıyordu, öğretmenlerden kendisine gelecek şeylere inancını hemen hemen yitirmişti. Gene de, bu yeni öğretiyi de dinlemeye hazır olduğunu; yüreğinde öğretilerin en iyi meyvalarını artık tattığı inancı olsa da, bu yeni teklifi kabul ettiğini arkadaşına söyledi.Aynı gün Siddhartha en yaşlı Samana’ya onlardan ayrılmak istediklerini, gençlere, öğrencilere yaraşır bir incelik ve alçak gönüllülükle söyledi. Oysa yaşlı adam her iki gencin de kendisinden ayrılmak istemelerine kızmış, sesini yükseltip adamakıllı azarlamıştı onları. Siddhartha, yaşlı Samana’nın yanında, başı dimdik, öylece durdu, gözlerini onun gözlerine dikti, bakışlarıyla onu yakaladı, uyuşturdu, susturdu, istemini yendi, sessizce kendi istemini kabul ettirdi ona. Yaşlı adam sustu, gözleri donakaldı, istemi yıkıldı, kolları yana sarktı, Siddhartha’nın büyüsü altında güçsüzleşti. Siddhartha’nın düşünceleri yaşlı adamın düşüncelerine egemen oldu; yaşlı adam onun buyurduklarından başka bir şey yapamazdı artık. Böylece yaşlı adam birkaç kez eğildi, onları kutladı, kekeleyerek iyi yolculuklar diledi. Gençler iyi dileklerle teşekkür ettiler; eğilerek selamına karşılık verip yanından ayrıldılar.
Siddhartha ve Govinda, Savathi kentinde Jetavana korusunda, Buddha’yı buldular. Govinda, Buddha’nın öğretilerinden hemen etkilenerek ona katıldı. Oysa Siddhartha Buddha’ya şunları söyledi; ” Sizin Buddha olmadığınız, binlerce Brahmin’in, Brahmin oğlunun ulaşmaya çabaladığı en yüce ereğe ulaşmadığınız bir an bile geçmedi aklımdan. Bunu kendi arayışınızla kendi yolunuzda, düşüncede yoğunlaşmayla, bilgiyle, aydınlanmayla yaptınız. Öğretilerden hiçbir şey öğrenmediniz; ben öyle düşünüyorum ki Ey Yüce Kişi öğretilerle kimse kurtuluşa eremez. Ey Yüce İnsan, aydınlanma anında size neler olduğunu sözlerle ya da öğretilerle anlatamazsınız kimseye. Aydın Buddha’nın öğretileri çok şeyi içeriyor, çok şeyi, dürüst yaşamayı, kötülükten kaçınmayı öğretiyor. Ama bu açık, değerli öğretinin içermediği bir tek şey var: onda Yüce Kişi’nin kendi yaşadıklarının- yüzbinlerce kişi içinde yalnız onun yaşadıklarının gizi yok. Sizin öğretilerinizi dinlediğim zaman bunu düşünüp bunu anladım. İşte bunun için gideceğim kendi yoluma; daha başka, daha iyi bir öğreti aramak için değil; çünkü biliyorum ki yok böylesi; tüm öğretileri, bütün öğretmenleri bırakıp kendi ereğime yalnız başıma ulaşmak - ya da ölmek - için. Şu var ki bu günü, gözlerimin gerçekten ermiş bir insan gördüğü şu anı hep anımsayacağım, ey Yüce İnsan. Size katılanların, hepsinin öğretileri izlemesidir dileğim. Ereklerine ulaşmalarını dilerim. Başka bir yaşamı yargılamak bana düşmez. Ben kendi yaşamımı yargılamalıyım. Ben, benimden kurtulmaya çalışıyorum. Ey Yüce İnsan, ben sizin izleyicilerinizden biri olsaydım, korkarım bu ancak yüzeyde böyle olacaktı; huzurluyum, kurtuluşa erdim diye kandıracaktım kendimi, oysa aslında Ben’im yaşamaya, büyümeye devam edecekti; çünkü Ben’im sizin öğretilerinize, size, keşişler topluluğuna olan bağlılığıma ve sevgime dönüşecekti.” Bunun üzerine; Buddha yarı gülümseyerek, gölgesiz bir açıklıkla, dostlukla, gözlerini kırpmadan baktı yabancıya; sonra belli belirsiz bir hareketle ona gitmesini işaret etti ve son olarak; ” Akıllısın ey Samana, akıllıca konuşmayı biliyorsun. Gereğinden fazla akıllı olmamaya dikkat et.” dedi. Buddha uzaklaşıp gitti; bakışı, kırık gülümseyişi Siddhartha’nın anısına çakıldı kaldı.
Kimsenin böyle bakıp güldüğünü, böyle oturup böyle düşündüğünü görmedim diye düşündü Siddhartha. Ben de böyle bakıp gülebilmek, böyle oturup yürüyebilmek isterdim; böylesine özgür, böylesine değerli, böylesine ölçülü, böylesine içten, böylesine çocukça ve gizemli. İnsan ancak Ben’ini yendikten sonra böyle bakıp böyle yürüyebilir. Ben de yeneceğim Ben’imi diyerek kendine söz verdi.
Şimdiye dek önünde gözlerimi yere indirdiğim tek insan tanıdım, diye düşündü. Başka kimsenin önünde yere indirmeyeceğim bakışlarımı. Başka kimsenin öğretisi çekmeyecek beni; Buddha’nınki çekemedikten sonra dedi Siddhartha.
Buddha bende olan herşeyi aldı diye düşündü. Beni soydu; gene de çok daha değerli birşey verdi bana. Eskiden beri bana inanan dostumu (Govinda’yı) aldı benden; şimdi ona inanıyor o dostum; benim gölgemdi o; şimdiyse O’nun Gotama’nın gölgesi oldu. Ama SİDDHARTHA’YI bana verdi, kendimi verdi. Bu düşünceler içerisindeki Siddhartha bundan sonraki yaşamını, sıradan, normal insanlar gibi yaşamaya, hayatı olduğu gibi kabul etmeye, her türlü öğretinin, sıradan bir yaşam içinde saklı olduğuna inanarak sürdürmeye karar verdi. Bu yaşamıyla Ben’ini yenerek, gerçek bir aydın kişi,ermiş kişi olmayı başardı.