Bir sürü sevimsiz insan! Peki, nereden geliyor tüm bunlar? Senden, senin insan sevginden! Sen, kafandaki günahkârı beraberinde getirdin, d...
Bir sürü sevimsiz insan! Peki, nereden geliyor tüm bunlar? Senden, senin insan sevginden! Sen, kafandaki günahkârı beraberinde getirdin, dolayısıyla keşfettin onu ve her yere sokup sokuşturdun. İnsanlara günahkâr demezsen, günahkâr değillerdir: Günahkârın yaratıcısı sadece Sensin.
Suçlar sabit fikirlerden oluşur. Evliliğin kutsallığı bir sabit fikirdir. Kutsallıktan sadakatsizliğin bir suç olduğu doğar ve bu nedenle de evlilik yasası bu tür suça kısa ya da uzun süreli bir ceza uygular. Ancak bu ceza “özgürlüğü kutsal” olarak ilan edenler tarafından özgürlüğe karşı bir suç olarak görülmelidir ve kamuoyu da sadece bu anlamda evlilik yasasını kınamıştır.
Sıradan suçlu, kendinin-olanı arayacağına halkın-olanı hedefleyip vahim bir hatada bulunan kişiden farksızdır. Bu kişi, aşağılık ve yabancı serveti hedeflemekteydi, bu yaptığı inançlı insanların yaptığının aynısıydı: inançlılar, Tanrı’nın-olanı hedefliyorlar. Suçluya tembihte bulunan papaz ne yapar? Ona edimiyle devlet tarafından kutsallaştırılan devlet mülkiyetinin (ki devlete bağlı herkesin hayatı da bunun içerisindedir) kutsallığını ihlal etmekle büyük haksızlık yaptığını ifade eder; oysa papaz ona yabancı-olanı aşağılamayıp, onu çalmaya değer vermekle kendini kirlettiğini söyleyebilirdi: Bir karabaş olmasaydı bunu söyleyebilirdi. Suçluyla bir egoistmiş gibi konuşulursa utanacaktır ama yasalarınıza aykırı davranıp servetinize el uzattığı için değil, yasalarınızı ezmeye ve servetlerinizi talep etmeye değer verdiği için. Utanacaktır: Sizi ve Sizin-olanları - aşağılamadığı ve az egoist olduğu için. Ama onunla birer egoist olarak konuşamazsınız, çünkü Siz bir suçlu kadar büyük değilsiniz, Siz - hiç bir suç işlemediniz! Siz, bir kendi-olan Ben’in suçlu olmaktan vazgeçemeyeceğini ve suçun onun yaşamı olduğunu bilmezsiniz. Ancak buna karşın bilmeniz gerekir, çünkü “hepimizin günahkâr olduğumuza” inanıyorsunuz; ama Siz günah konusunda hilekar davranıp kendi kendinizi aldatıyorsunuz, Kavrayamıyorsunuz – çünkü Siz şeytandan korkanlarsınız – suçun bir insanın değeri olduğunu. Ah, keşke suçlu olsaydınız! Şu halinizle ama “adaletlisiniz.” Öyleyse, efendinizin istemlerini hakkıyla yerine getirin!
KARŞITLIK
“Birleştirici” bir Üçüncü’ye yer açabilmek için karşıtlığı “ortadan kaldırmak” istemekle, karşıtlığın anlamı çok biçimsel ve gelişigüzel ifade edilmektedir. Oysa Karşıtlık keskinleştirilmeye çok daha layıktır. Siz Yahudi ve Hıristiyan olarak küçük karşıtlarsınız çünkü kavganız sadece din içindir, kralın sakalı yüzünden, değersiz bir şey yüzünden kavga ediyorsunuz. Din yüzünden birbirinize düşman iseniz de bunun dışında iyi dostsunuz ve örneğin insan oluşunuzdan dolayı eşitsiniz. Aynı zamanda ‘bunun dışındakiler’ de her tek’te eşit değildir ve eğer Siz karşıtlığınızı tamamen kabul ederseniz ve her biriniz tepeden tırnağa kendini biricik olarak iddia ederse, ancak o zaman karşıtlığınızı gizlemekten vazgeçersiniz. İşte ancak o zaman eski karşıtlık ortadan kalkar ama sırf şu nedenle: daha güçlü bir karşıtlık onu kendi içine alır.
Başkalarının karşıtı olmamız zaafımız değildir, zaafımız tam karşıt olmayışımızdadır, yani onlardan tümüyle ayrı olmayışımızdadır ya da bir “birliktelik”, bir “bağ” arayışımızdadır, birlikteliği bir ideal olarak görmemizdedir. Tek inanç, tek Tanrı, tek düşünce, Herkesi aynı şapkanın altında toplamak! Herkes aynı şapkanın altında toplanırsa hiç kimsenin başkası önünde şapkasını çıkarmasına gerek kalmaz.
En son ve kesin karşıtlık Biricik ile Biricik arasındaki karşıtlıktır ve bu da esasen karşıtlığı aşar, ancak geriye dönüp “bir olmaz” ve “birlik” olmaz. Senin Biricik olarak ötekiyle ortak bir yanın yok artık ve bu nedenle de Seni ondan ayıracak ve ona düşman edecek bir şeyin de kalmaz; ona karşı bir Üçüncü önünde hak aramazsın ve onunla ne bir “hukuki zeminde” ne herhangi bir başka ortak zeminde durursun. Karşıtlık, tam – ayrılma’da ya da tam Biriciklik’te ortadan kalkar. Bu, yeni bir ortaklık ya da yeni bir eşitlik olarak görülebilir, ancak buradaki eşitlik eşitsizlikten oluşmaktadır ve kendisi eşitsizlikten başka hiçbir şey değildir; sadece “kıyaslama” meraklısı için: Eşit bir eşitsizlik.
HAK
Son olarak da henüz hak’kın içini oyarken ve sözcüğü olduğu gibi bırakarak kullandığım yarım ifade üslubunu geri almak zorundayım. Ne var ki kavramla birlikte sözcük de kendi anlamını gerçekten yitiriyor. Adına “hakkım” dediğim şey “hak” değildir artık, çünkü hak sadece bir tin tarafından verilebilir; doğa tini ya da cins tini, insanlığın ya da Tanrının tini ya da X Hazretleri ve X Majesteleri tini vb. Hak sahibi tin tarafından Bana verilmeden sahip olduğum şeye, hak olmadan da sahibim; buna sadece ve sadece kendi erkimle sahibim.
Hiçbir hak talebinde bulunmuyorum, dolayısıyla hiçbir hakkı tanımam da gerekmez. Bir şeyi zorla edinmeye muktedirsem edinirim ve zorla edinemediğim bir şey üzerinde de hakkım yok. Kendimi zaman aşımına uğrayamayacak bir hakkımla ne överim ne de avuturum.
Mutlak hakla birlikte hakkın bizzat kendisi yok olur ve aynı zamanda “hak kavramı”’nın tahakkümü de sona erer. Çünkü unutulmaması gerekir ki kavramlar, ideler ya da prensipler Bize ezelden beri hükmetmişlerdir ve bu efendilerin arasında “hak kavramı” ya da adalet kavramı en önemli rollerden birini oynar.
Hak sahibi olmak ya da olmamak - Benim için önemsizdir; erkim varsa o zaman kendimden yetki sahibiyimdir ve bir başka yetkiye ya da salâhiyete gereksinimim yok.
Hak - bir hayalet tarafından emredilen bir kaçıklıktır; Erk - Kendim’im, Ben Erkliyim ve erkin sahibiyim. Hak Benden üstün ve mutlaktır ve bir Yüce’de varlığını sürdürür ve bu Yüce’nin lütfu olarak bana bahşedilir: Hak, yargıcın bir sadakasıdır; Erk ve kudret [şiddet] sadece Bende - Erkli ve kudretli olandadır.
Almanca aslından Türkçeleştiren ve derleyen*: H. İbrahim Türkdoğan
Suçlar sabit fikirlerden oluşur. Evliliğin kutsallığı bir sabit fikirdir. Kutsallıktan sadakatsizliğin bir suç olduğu doğar ve bu nedenle de evlilik yasası bu tür suça kısa ya da uzun süreli bir ceza uygular. Ancak bu ceza “özgürlüğü kutsal” olarak ilan edenler tarafından özgürlüğe karşı bir suç olarak görülmelidir ve kamuoyu da sadece bu anlamda evlilik yasasını kınamıştır.
Sıradan suçlu, kendinin-olanı arayacağına halkın-olanı hedefleyip vahim bir hatada bulunan kişiden farksızdır. Bu kişi, aşağılık ve yabancı serveti hedeflemekteydi, bu yaptığı inançlı insanların yaptığının aynısıydı: inançlılar, Tanrı’nın-olanı hedefliyorlar. Suçluya tembihte bulunan papaz ne yapar? Ona edimiyle devlet tarafından kutsallaştırılan devlet mülkiyetinin (ki devlete bağlı herkesin hayatı da bunun içerisindedir) kutsallığını ihlal etmekle büyük haksızlık yaptığını ifade eder; oysa papaz ona yabancı-olanı aşağılamayıp, onu çalmaya değer vermekle kendini kirlettiğini söyleyebilirdi: Bir karabaş olmasaydı bunu söyleyebilirdi. Suçluyla bir egoistmiş gibi konuşulursa utanacaktır ama yasalarınıza aykırı davranıp servetinize el uzattığı için değil, yasalarınızı ezmeye ve servetlerinizi talep etmeye değer verdiği için. Utanacaktır: Sizi ve Sizin-olanları - aşağılamadığı ve az egoist olduğu için. Ama onunla birer egoist olarak konuşamazsınız, çünkü Siz bir suçlu kadar büyük değilsiniz, Siz - hiç bir suç işlemediniz! Siz, bir kendi-olan Ben’in suçlu olmaktan vazgeçemeyeceğini ve suçun onun yaşamı olduğunu bilmezsiniz. Ancak buna karşın bilmeniz gerekir, çünkü “hepimizin günahkâr olduğumuza” inanıyorsunuz; ama Siz günah konusunda hilekar davranıp kendi kendinizi aldatıyorsunuz, Kavrayamıyorsunuz – çünkü Siz şeytandan korkanlarsınız – suçun bir insanın değeri olduğunu. Ah, keşke suçlu olsaydınız! Şu halinizle ama “adaletlisiniz.” Öyleyse, efendinizin istemlerini hakkıyla yerine getirin!
KARŞITLIK
“Birleştirici” bir Üçüncü’ye yer açabilmek için karşıtlığı “ortadan kaldırmak” istemekle, karşıtlığın anlamı çok biçimsel ve gelişigüzel ifade edilmektedir. Oysa Karşıtlık keskinleştirilmeye çok daha layıktır. Siz Yahudi ve Hıristiyan olarak küçük karşıtlarsınız çünkü kavganız sadece din içindir, kralın sakalı yüzünden, değersiz bir şey yüzünden kavga ediyorsunuz. Din yüzünden birbirinize düşman iseniz de bunun dışında iyi dostsunuz ve örneğin insan oluşunuzdan dolayı eşitsiniz. Aynı zamanda ‘bunun dışındakiler’ de her tek’te eşit değildir ve eğer Siz karşıtlığınızı tamamen kabul ederseniz ve her biriniz tepeden tırnağa kendini biricik olarak iddia ederse, ancak o zaman karşıtlığınızı gizlemekten vazgeçersiniz. İşte ancak o zaman eski karşıtlık ortadan kalkar ama sırf şu nedenle: daha güçlü bir karşıtlık onu kendi içine alır.
Başkalarının karşıtı olmamız zaafımız değildir, zaafımız tam karşıt olmayışımızdadır, yani onlardan tümüyle ayrı olmayışımızdadır ya da bir “birliktelik”, bir “bağ” arayışımızdadır, birlikteliği bir ideal olarak görmemizdedir. Tek inanç, tek Tanrı, tek düşünce, Herkesi aynı şapkanın altında toplamak! Herkes aynı şapkanın altında toplanırsa hiç kimsenin başkası önünde şapkasını çıkarmasına gerek kalmaz.
En son ve kesin karşıtlık Biricik ile Biricik arasındaki karşıtlıktır ve bu da esasen karşıtlığı aşar, ancak geriye dönüp “bir olmaz” ve “birlik” olmaz. Senin Biricik olarak ötekiyle ortak bir yanın yok artık ve bu nedenle de Seni ondan ayıracak ve ona düşman edecek bir şeyin de kalmaz; ona karşı bir Üçüncü önünde hak aramazsın ve onunla ne bir “hukuki zeminde” ne herhangi bir başka ortak zeminde durursun. Karşıtlık, tam – ayrılma’da ya da tam Biriciklik’te ortadan kalkar. Bu, yeni bir ortaklık ya da yeni bir eşitlik olarak görülebilir, ancak buradaki eşitlik eşitsizlikten oluşmaktadır ve kendisi eşitsizlikten başka hiçbir şey değildir; sadece “kıyaslama” meraklısı için: Eşit bir eşitsizlik.
HAK
Son olarak da henüz hak’kın içini oyarken ve sözcüğü olduğu gibi bırakarak kullandığım yarım ifade üslubunu geri almak zorundayım. Ne var ki kavramla birlikte sözcük de kendi anlamını gerçekten yitiriyor. Adına “hakkım” dediğim şey “hak” değildir artık, çünkü hak sadece bir tin tarafından verilebilir; doğa tini ya da cins tini, insanlığın ya da Tanrının tini ya da X Hazretleri ve X Majesteleri tini vb. Hak sahibi tin tarafından Bana verilmeden sahip olduğum şeye, hak olmadan da sahibim; buna sadece ve sadece kendi erkimle sahibim.
Hiçbir hak talebinde bulunmuyorum, dolayısıyla hiçbir hakkı tanımam da gerekmez. Bir şeyi zorla edinmeye muktedirsem edinirim ve zorla edinemediğim bir şey üzerinde de hakkım yok. Kendimi zaman aşımına uğrayamayacak bir hakkımla ne överim ne de avuturum.
Mutlak hakla birlikte hakkın bizzat kendisi yok olur ve aynı zamanda “hak kavramı”’nın tahakkümü de sona erer. Çünkü unutulmaması gerekir ki kavramlar, ideler ya da prensipler Bize ezelden beri hükmetmişlerdir ve bu efendilerin arasında “hak kavramı” ya da adalet kavramı en önemli rollerden birini oynar.
Hak sahibi olmak ya da olmamak - Benim için önemsizdir; erkim varsa o zaman kendimden yetki sahibiyimdir ve bir başka yetkiye ya da salâhiyete gereksinimim yok.
Hak - bir hayalet tarafından emredilen bir kaçıklıktır; Erk - Kendim’im, Ben Erkliyim ve erkin sahibiyim. Hak Benden üstün ve mutlaktır ve bir Yüce’de varlığını sürdürür ve bu Yüce’nin lütfu olarak bana bahşedilir: Hak, yargıcın bir sadakasıdır; Erk ve kudret [şiddet] sadece Bende - Erkli ve kudretli olandadır.
Almanca aslından Türkçeleştiren ve derleyen*: H. İbrahim Türkdoğan