İnsanlara özgürlük verip, bağımsızlıklarını ellerinden alıyorlar” Attila İlhan Hegel farklı bir çağda ve farklı sosyoekonomik koşulların ...
İnsanlara özgürlük verip, bağımsızlıklarını ellerinden alıyorlar”
Attila İlhan
Hegel farklı bir çağda ve farklı sosyoekonomik koşulların toplumunda yaşasaydı efendi-köle diyalektiğini aynı biçimde kurar mıydı? Hegel, kendilik oluşumunun özünü oluşturan çok önemli bir kavram olan diyalektik için neden bu örnek üzerinden gitme gereği duymuştur? Kölenin varoluşunu, kölenin emeğinin efendi tarafından takdir edilmesine bağlayan bu diyalektik, her birey için arzusunu arzulayacağı bir efendi yaratma gerekliliği ortaya koyması açısından rahatsız edicidir. Bu nedenle Althusser, Marx'ın en önemli adımının Hegel'den koptuğu nokta olduğunu söyler.
Atilla İlhan |
Bilincimizin gelişebilmesi için Hegel, bir dizi zihinsel operasyon yapmamız gerektiğini belirtir. Bebek doğduğunda kendi dünyası içinde olan bir varlık olduğu için henüz kendilik bilinci gelişmemiştir. Ötekinden ayrı olarak kendisinin farkına varışı ile birlikte kendisini önce “orada”, dışarıda bir varlık olarak hisseder. Bu dışardaki varlık, önceki “kendi içinde bir varlık” olma aşamasından “kendisi için bir varlık” aşamasına geçmiş bir varlıktır. Hegel insanın kendisini bir nesne, yani “ben” olarak kendisinin dışında bu biçimde hissedişini, kendilik bilincinin gelişiminde olmazsa olmaz bir adım olarak tanımlar. Kendilik bilincini oluşturan diyalektiğin başladığı nokta bu noktadır. Bu aşamadan sonra süreç, bu nesne ile ardı ardına yaşanan özdeşleşme ve dışına çıkarma, yani nesneleştirme ve özneleşme süreçleri ile sonsuza dek sürer gider. Toplumsal gerçeklik açısından, dışarıya konularak nesneleştirilmiş kendiliğin özneleştirilebilmesi için, toplumun yetkili mercilerinin onayı şarttır.
Efendi-köle diyalektiğine dönersek, Hegel efendiyi efendi yapan şeyin, kölenin kendisini efendi olarak onaylayan bakışı olduğunu söyler. Efendi kimliği, toplumsal bir kimlik olarak ötekinin onayıyla varolabilir, efendi bu anlamda aslında kölenin müşterek bakışına mahkumdur. Efendi kendisini aynada efendi olarak görür ama bu görüntünün yanına kölenin onaylayan müşterek bakışı gelmezse efendi kimliği toplumsal gerçekliğin değil, hayaller dünyasının imgesel kimliği olarak kalacaktır. Yani efendiyi toplumda vareden köledir. Hegel, efendi kavramının insanın zihninde temsilcisi olan bir kavram olarak varolduğunu, yani kaybolmuş büyük Öteki'nin temsilcisi olduğunu belirtir. Birşeyin temsil edilebilmesi için kayıp olması gerekir, gerçeği ortada duran şey temsil de edilemez. Bu anlamda efendi, kölenin daha önce tanımış olduğu ancak sonradan yitirdiği önemli bir nesnenin boşluğunu doldurabilecek bir temsilci konumuna uymaktadır.
Köle kavramının ise efendinin zihninde temsilcisi olan bir kavram olmadığını belirten Hegel, kölenin toplumsal kimliğinin onaylanması açısından sıkıntı yaşadığını söyler. Köle, kendiliğini dışarıya koyduğunda efendisinin onaylayan müşterek bakışı ile karşılaşmaz, efendi kölenin emeğinin ürününü onaylar. Bu nedenle köle emeğinin ürünü ile özdeşleşmek zorundadır der. Köle, kendilik bilincini emeğinin ürünü olan nesne üzerinden gerçekleştirmek durumundadır. Bu nedenle köle efendisini memnun etmek için en mükemmeli yaratma çabasına girişir. Giderek mükemmelleşen emeğin ürünü, kölenin doğa ile mücadelesinde üstün duruma gelmesini ve kendisini doğanın efendisi olarak algılamasını sağlar. Bu nokta, kölenin emeği üzerinden ulaşabileceği en üst bilinç noktasıdır Hegel'e göre.
Hegel'in saptamaları, Aydınlanma öncesi, teokratik, monarşist, aristokrat sınıfları güçlü olan toplumlarda yaşayan insanların acı gerçeğini de gözler önüne sermektedir. Varolmak istiyorsan efendin için çalış, üret, emeğinin ürününü efendin onaylarsa varsın yoksa yoksun. Hegel, Aydınlanma devrimi sonrasında yaşanan gelişmeleri görse idi mutlaka örneklerini çeşitlendirirdi. Aydınlanma, insanın sömürüsüne yolaçan, insana yalnız emeğinin ürünü üzerinden kendilik bilincini geliştirebilmesine olanak tanıyan toplumsal gerçekliği yıkmış ve yerine daha eşitlikçi bir toplumsal gerçeklik getirmiştir. Fransız Aydınlanma Devrimi'ne tepki olarak gelişen İngiliz-Alman idealizmi insanların kölelikten kurtulmalarından korkanların ürünü müydü acaba? Günümüzdeki serbest piyasacı liberal düzen de insanlara bireysel özgürlükler verip, toplumların elinden bağımsızlıklarını alarak, ulusal devletlerden, sosyalizmden korkanların ürünü olarak mı karşımıza çıkıyor, ne dersiniz?