Yabancılaşma ve şiddet ilişkisinin psikodinamiği

İnsanın doğası, kendini diğerlerinden ayrı tutmaktan ziyade onlarla içiçe olmak, başka insanlarla bütünleşmek ve kaynaşmak eğilimi göst...

İnsanın doğası, kendini diğerlerinden ayrı tutmaktan ziyade onlarla içiçe olmak, başka insanlarla bütünleşmek ve kaynaşmak eğilimi göstermektedir. Geçmişte birçok ırkın ve kavmin birbiriyle karşılaştığında, birbirini yoketme çabasına girmektense barışçı biçimde birbiriyle kaynaştığını, yeni bir ırk, yeni bir kültür oluşturduğunu görürüz. Binlerce yıl önce Mezopotamya'da Asya kökenli Sümerler ile Sami kökenli Akalar karışır, Anadolu'da Asya kökenli Hattiler sonradan gelen Kafkas ırkları ile birleşerek Hitit ırkını ve kültürünü yaratırlar.  Etrüsklerle kuzeyden gelen kavimler karışarak Roma uygarlığını kurarlar,  Pelasglar, Dorlar, İyonlar karışarak antik Yunan ırkını ve uygarlığını oluştururlar. 11. yüzyılda Orta Asya'dan Anadolu'ya yönelen göçlerle gelen Oğuz, Türkmen boylarının Anadolu'da o tarihte meskun olan kavimler ile hiçbir ciddi sürtüşmesi olmamıştır, bu bütünleşme Anadolu Türklüğü ve kültürünü yaratmıştır. Yine aynı dönemde Avrupa'nın merkezinden batıya doğru göçeden bir Germen kavmi olan Franklar, o sırada Galya olarak bilinen topraklarda Kelt asıllı Galyalılarla karşılaşmışlardır. Bu karşılaşma sonunda ortaya çıkan yeni millete Franklar isimlerini (Fransızlar), Galyalılar da dillerini vermişlerdir. Bu karşılaşmaların hiçbirinde bir katliam ya da bir kavmin diğerini yoketme girişimi yoktur. İnsanlar kavgasız dövüşsüz birbirleri ile karışarak bilgilerini, topraklarını, güçlerini paylaşmışlardır. Bunun en önemli nedenlerinden biri, o dönemlerde insanların henüz bir düşman yaratma mecburiyetinin pençesine düşmemiş olmalarıdır, bu yazının ilerleyen bölümlerinde, insanlığın düşmansız yaşayamayacak hale nasıl geldiği tartışılacaktır.

Anadolu'yu gezince bu kavimler karışımının izlerini gözlerinizle görürsünüz. Aynı köyde bile her çeşit göz rengini, simsiyah saçlı esmer derili insanların yanında çilli, kızıl saçlı ya da sarışın insanları, ince suratlı ya da elmacık kemikleri çıkık geniş suratlı insanları, kemerli, uzun, küçük, büyük her çeşit burun tipini, alın yapısını görmeniz mümkündür. Şolohov, Ve Durgun Akardı Don adlı eserinde Don kıyısı Kazakları'ndaki tip zenginliğini sürekli vurgular, Kazak köylerinde mısır püsküllü saçlı mavi gözlü Kazaklar yanında Kalmuk suratlı, çekik gözlü ya da esmer, kara gözlü Kazaklar da bulunmaktadır. İskandinav masallarından Snorres Edda'da, İskandinav halklarının ataları olarak kabul ettikleri Odin'in, Turkland'dan (dünyanın ortasındaki Türk ülkesi) ayrılarak arkasına da takılan genç, yaşlı, kadın, erkek kalabalık bir grupla kuzeye doğru yola çıktığı, bugün Almanya, Fransa, İsveç, Norveç, Danimarka olarak bilinen bölgelere oğullarını kral olarak bıraktığı, Asya dilini, adaletini, gelenek ve göreneklerini de bu bölgelere taşıdığı anlatılır (1).

Tarım ve hayvancılıkla geçinen ve üretim araçları gelişmemiş ilk toplumlarda en önemli zenginlik işgücüdür. İşgücünde artış zenginleşme anlamına gelmekteydi, çünkü ne kadar işgücünüz varsa o kadar çok tarlayı ekip biçebilme ve o kadar çok hayvana bakabilme olanağı ortaya çıkıyordu. 6000 yıl önce tüm dünya nüfusunun 1 milyondan az olduğu tahmin edilmektedir. Gözalabildiğine uzanan devasa verimli toprakların bomboş durduğu ve yerleşim birimlerinin de birbirlerine yıldızlar kadar uzak olduğu o dönemlerde şu ya da bu nedenle karşılaşan insan toplulukları, üzerinde yaşadıkları dünyanın kendilerine sunduğu devasa  zenginliği algıladıkları için birbirlerini tehdit olarak algılamamışlar, mantıklarını kullanarak işgüçlerini, deneyimlerini, dillerini, bilgilerini paylaşma ve birleştirme yoluna gitmişlerdir. Durkheim bu dönemi toplum kimliğinin birey kimliğinden önce geldiği, mekanik dayanışmanın egemen olduğu, bireylerin birbirlerine benzediği ve kendilerini henüz bütünden farklılaştıramadıkları toplumların olduğu dönem olarak tanımlar (2).

Şehirleşme ile birlikte sosyal sınıfların belirginleşmesi, ayrışması ve bu sınıflardan emeği ile geçinmeyip diğer insanların yarattığı artı değeri kullanarak geçinen nüfusun kalabalıklaşmaya başlaması ile birlikte insanlar birbirleri ile sürekli mücadele eder hale gelmişlerdir. Bu sınıf mücadelesi ne ırk, ne de kültür temellidir, sadece ve sadece yaşamını sürdürebilmek için başkasının emeğine ne kadar ihtiyaç duyulduğu ile ilgilidir. Bu yapılaşmanın ilk örneğini Roma'da görmekteyiz. Roma öncesinde kurulmuş olan diğer şehirlerin nüfuslarının büyük çoğunluğu Roma'dan farklı olarak tarımla geçindiği için, Roma öncesinde başka hiçbir şehirde tarım dışı faaliyetle emeği ile geçinmeyen nüfus, bu derecede artmamıştır. Nüfusu 1 milyona yaklaşan Roma'da, tarım dışı faaliyetle emeğini kullanmadan geçinen nüfus, varlığını sürdürebilmek için orduyu ve devlet kurumlarını kendi ihtiyaçlarını karşılayacak bir doğrultuda yapılandırarak kullanmaya başlamıştır. Ordunun ve devletin bu derece açık biçimde kentli- ayrıcalıklı kalabalık bir nüfusun çıkarlarını korumak ve onların refahını sürdürmek için kullanıldığı başka bir örnek Roma öncesinde yoktur. Örneğin Hititlerde, Sümerlerde, eski Mısır, Çin, Maya, Hint, Yunan uygarlıklarında kentli ya da diğer nüfusun büyük çoğunluğu tarımla uğraştığı için başkasının emeğini kullanmaya ihtiyaç duyan, kalabalık, egemen bir sınıf ortaya çıkmamıştır.

İnsanların birbiriyle dayanışma içinde üreterek yaşamaktan çıkarak birbirinin emeğini kullanarak yaşamaya başlamasının önemi, birbirlerine yabancılaşma, düşmanlaşma gibi etkenleri toplumların yaşamına sokmasından ileri gelmektedir. Her ne kadar Durkheim, birlikte yaşayan bireyler çoğaldıkça yaşama mücadelesi de o ölçüde yoğunlaşır ve bu durumda oluşan toplumsal farklılaşma, bu mücadelenin barışçı yollarla çözümü anlamına gelmektedir dese de, kollektif bilincin varlığını idame ettiremediği bireyci toplumların sonunda çözülmeye gideceğini belirtir (3).

Hegel, insanın birey olabilmesi için, özde farklı olmadığı ve geçmişte birleşik olduğu, tümel, içinde bulunduğu çevreye, topluma ait şeylerden ayrılmasının zorunlu olduğunu belirtir, yani insan bireyselleşme sürecinde özüne ait bazı şeyleri, ki bunlar günümüz psikiyatrisinde nesne reprezantasyonları (temsilcileri) olarak adlandırılır, dışsallaştırmak durumundadır. Hegel bu durumu yabancılaşma olarak tanımlar (4).  Feuerbach da yabancılaşma sürecinde insanın özünü dışına yansıttığını yani özünü dışsallaştırdığını belirtir (5). Marx ise kapitalizmin insanı kendi emeğine yabancılaştırdığını, insanın emeğinin ürününün insanı köleleştiren yabancı bir güç olarak karşısına dikildiğini belirtir (6). Marx'ın yabancılaşma tanımında da bireyin özde farklı olmadığı ve geçmişte birleşik olduğu bir şeyden ayrılması sürecin önemli bir parçasıdır. Hegel ve Feuerbach, yabancılaşma sürecini Hristiyan ve kentsoylu toplumlar temelinde incelemişler ve inancı tam, örnek bir Hristiyan batı toplumunun yabancılaşarak çözülme gibi bir sorun yaşamasını kabullenemeyen Hegel, romantik bir yaklaşımla, yabancılaşmanın insanın gerçek Hristiyan özünü bulması için onu tekamül ettirici bir araç olduğunu öne sürerek sonunda kendi tanımladığı bir olguyu inkar etme noktasına gelmiştir. Burada yabancılaşma tanımları birbirleri ile kıyaslandığında, Hegel ve Feuerbach'ın burjuvazi ya da sermayedar komprador sınıf için  yabancılaşma tanımı yaptıkları, Marx'ın ise sanayi toplumlarında  emeği ile geçinen sınıf için bir yabancılaşma tanımı yaptığı görülmektedir, yani Hegel ve Feuerbach sömürenler, Marx ise sömürülenler (sanayileşmiş ülkeler tarafından sömürülen sanayileşmemiş toplumların emekçilerini kastetmez) için yabancılaşma tanımları yapmışlardır. Görüldüğü gibi sömüren de sömürülen gibi yabancılaşma kabusundan kaçamamaktadır. Bu açıdan her ne kadar Marx tarafından eleştirilse de Hegel ve Feuerbach'ın tanımlamalarının önemi büyüktür. Bu üç yabancılaşma tanımında da ortaklaşa vurgulanan  önemli nokta, bireyin bir dönemde özüne ait olarak hissettiği şeyleri bir noktadan sonra zorunlu olarak dışsallaştırma sürecine girmesidir. 

Feodal toplumun çözülmesi aile ilişkilerinde, komşuluk ve yardımlaşma ilişkilerinde, iş ve özellikle feodal toplum biçiminin geleneksel üretim ilişkilerinde, değer sistemlerinin çeşitli öğelerinde belirgin biçimde gözlenebilmektedir(7). Hızlı değişen toplumlarda kişi parçalanmış, çeşitli değer ve eylemlerinde kendisini farklı kişiliklerin güdüsüne terketmiş, yani kimliğini yitirmiştir. Değerleri ve eylemleri tutarsızlaşan bu kişinin artık kendi özüne de yabancılaşmış olduğunu söyleyebiliriz. Yabancılaşmanın bir başka boyutu da tarımsal üretimden tarım dışı üretime geçişte kendini gösterecektir. Tarımsal üretimde kuşkusuz, üretici ve ürünün bütünlüğü, tarım dışı üretime oranla çok daha büyüktür ve insanın emeğine ve emeğinin ürününe yabancılaşması, henüz meta fetişizminin tam olarak egemenlik kuramadığı yarı kapalı öztüketim toplumlarında çok daha düşük bir düzeydedir. Tarım dışı modern faaliyetlerin ani bir biçimde ve kuşak farkı bile olmaksızın gelişmesi, bireysel düzeydeki yabancılaşma olgusunun daha da şiddetli ve dramatik bir biçimde ortaya çıkmasına neden olmaktadır (8). Bu durum hem kapitalist düzende yaşayan toplumları hem de sosyalist düzende yaşayan toplumları etkilemiş ve bu toplumların bireylerinin yabancılaşmasına neden olmuştur. Kapitalist toplumların rekabete açık olması, kapitalist düzen içinde yaşayan toplumların bireylerinin sosyalist düzende yaşayan toplumların bireylerine göre yabancılaşmayı daha ağır yaşamalarına neden olmuştur. Güney Kaliforniya Üniversitesi'nde Richard Easterlin adlı araştırmacının “Lost in Transition” adlı araştırmasında, eski doğu bloğu ülkelerinde 1989-2005 yılları arasındaki memnunluk-rahatlık durumu incelenmiş ve demokratik gelişmelerle kişisel hoşnutluk arasında ters ilişkinin olduğu,  ekonomik durum ve aile yaşantısındaki bozulmadan dolayı insanların daha mutsuz olduğu saptanmış. Sosyalizmden kapitalizme geçişte çalışma hayatı, ve çocuk yetiştirmeden memnun olanların sayısı düşerken sosyal stres semptomlarında, boşanmalarda, aile içi şiddette, alkol ve uyuşturucu kullanımında artış yaşanmış. Easterlin'e göre kişi başına artan gelir, tüketim mallarına daha kolay ulaşabilmek, ve yaşam standartının yükselmesi gibi faktörler toplumdaki sosyal güvensizliği dengeleyemiyor (9). Fromm'un belirttiği gibi, akıl sağlığı bireyin topluma uyum sağlamasından değil, toplumun bireyin temel gereksinimlerini karşılayacak biçimde örgütlenmesinden geçmektedir. Yani sağlıklı bireyler yetişmesi için toplumun yaratıcı üretkenlik içinde olmasının önemi büyüktür.

Üretim biçiminin değişmesi ve yaratıcı üretkenlik olmadan yaşamak gibi toplumu ve bireyi olumsuz etkileyen bu etkenlerin yanında, son yüzyılda evrim teorisinin yanlış yorumlanmasıyla, kapitalist toplumlarda rekabetin toplum hayatına sokulması, yabancılaşmayı yoğunlaştıran önemli etkenlerden biri olmuştur. Evrim teorisi tabii ki çok doğru ve gerçek bir durumu tanımlar, bu teorinin en önemli ayağı da doğal seleksiyondur: doğada o anki zorlu şartlara uyum sağlayacak en iyi donanıma o anda sahip olan tür hayatta kalır kuralı, doğa, doğal seleksiyon yoluyla en doğru seçimi yapar biçiminde saptırılarak yorumlanmıştır. Oysa doğa, çoğu zaman, bir türün hayatta kalabilmesi için bizim toplum yaşamında olumsuz saydığımız bazı özelliklerin varlığını arar. Milyonlarca yıl önce bizim atamız olan insansılardan daha zeki, daha duyarlı, daha paylaşımcı başka insansıların olduğunu düşünün, ama bu insansılar yeterince saldırgan olmadıkları için yokolmuş olabilirler, ya da toplumda olumsuz özellikler olarak gördüğümüz başkalarını kandırma, aldatma, dolandırma, çapkınlık gibi özellikler bir insanın hayatta kalmasını veya genlerini daha çok aktarmasını sağlayabilir. Soğuk, sıcak ya da kurak ortamlar, sadece bu şartlara uyamadığı için diğerlerinden daha zeki olsa da bir türü yokedebilir, zekası daha düşük olduğu halde bu şartlarla başedebilen türler hayatta kalırlar. Yani doğal seleksiyon bir bakımdan daha güçlü olanı ayırdedebilir ama bu gücü oluşturan özellikler  toplumun olumlu varsaydığı özellikler olmayabilir, çünkü insan toplulukları için artık öncelik hayatta kalmak değil, mutlu olmak, sağlıklı bir toplumda yaşamak olmuştur. Bunun için de birbirine yabancılaşmadan, paylaşımcı, dayanışma içinde olan bireylerden oluşan bir toplumun oluşturulması gereklidir. Evrimin kutsallaştırılarak sosyal modelleri bu yönde oluşturma gayreti, doğal seleksiyonu sağlıklı bir toplumun gereği sayıp, toplumda rekabeti körükleyen “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” anlayışı üstüne kurulmuş olan rekabetçi serbest piyasa ekonomisini yaratarak son yüzyılda kapitalist toplumlarda yabancılaşmayı körükleyen en önemli etkenlerden birisini ortaya çıkartmıştır. Yukarıda belirtildiği gibi insan için doğal olan, insanın yapısına uygun olan rekabet değil dayanışmadır. Oysa bazıları tarafından rekabetçi ortamın, ekonomide, sosyal yaşamda doğal seleksiyon benzeri bir işlev görerek en iyiyi bulmaya yardımcı olacağı iddia edilmektedir. Ama maalesef rekabetçi ortam ve serbest piyasa ekonomisi en düzenbazın, en kötü niyetlinin, en açgözlü ve hasis olanın ayakta kalmasına yardımcı oluyor gibi görünmektedir. Rekabetçi toplumlarda bireyin kendini topluma ait hissetmesinin önüne geçilir, birey, toplumun diğer fertlerini rakibi olarak algıladığı için onlardan uzaklaşır. “Diğerleri” kötü, yokedilmesi gereken rakiplerdir, kendisi ise iyi ve varolmayı hakedendir, böylece bireyin bilinci bölünür, iyi-kötü ayırımı hayat algısının temeline oturur, bu tür bir algı yabancılaşmayı körükler, kişilik yapısı da aşağıda anlatılan gelişimin daha erken dönemlerindeki ilkel-hastalıklı narsisistik özellikler kazanarak sağlıksızlaşır.

Bu bilgiler ışığında mülkiyetin gelişmediği, emeği ile geçinen nüfusun ağırlıklı çoğunluğu oluşturduğu, toplumun bireyden önce geldiği mekanik dayanışma toplumlarında yaşayan insanların iyi-kötü ayırımının pençesine düşmemeleri, bu nedenle de dışsallaştırma zorunluluklarının az olması ya da hiç olmamasından dolayı yabancılaşma sürecine girmediklerini söyleyebiliriz. Bu noktada, bu toplumlarda insanlarda iyi-kötü ayırımının neden az olduğunu ya da hiç olmadığını  sorabiliriz. Bu sorunun cevabı, sınıfsal ayrışmanın olmadığı ve başkasının emeğini kullanma ihtiyacı içinde olmayan toplumların bireylerine, sağlıklı ruhsal gelişimleri için gereken olanakları sağlamasında yatmaktadır. Bu toplumlarda, ruh sağlığının gereği olan bütünleşmiş nesne içselleştirmelerinin tüm zenginliği ile yapılabilmesi ve bu içselleştirmeler yoluyla oluşan  bütünleşmiş ve zengin bir kendiliğin oluşmasının önünde bir engel bulunmamaktadır. İçselleştirme, en ilkel biçimde bazı Afrika kabilelerinde ölen atalarının beyninin yenmesi biçiminde görülür, hatta bu eylem nedeniyle Kuru denen yavaş virüs enfeksiyonu, ölen insanın beyninin yenmesi ile beyni yiyen insana bulaşır, bu ilkel bir oral dönem içselleştirme eylemidir. Daha sağlıklı içselleştirme eylemlerinde bireyin kimliği, içinde bulunduğu toplumun diğer bireyleriyle, değerleriyle, gelenek ve görenekleriyle bütünleşmiştir, hatta bulunduğu coğrafya, tabiat, varsa yapılarla bir bütünleşme gözlenir, ama bu bütünleşme kendilik farkındalılığını  engelleyecek derecede iç-dış dünya sınırlarında silikleşmeye neden olmaz.  Yani Durkheim'ın tanımladığı gibi mekanik dayanışmanın egemen olduğu toplumlarda kollektif bilinç bireysel bilincin çok büyük bir bölümünü kapsar (10).

Yabancılaşmanın başlaması bireyde, kişilik gelişimiyle ilgili en önemli  mekanizma olan narsisistik süreçlerde, yani tasdik edilme ihtiyacının giderilmesinde aksamalara yolaçar (11). Kohut'un vurguladığı gibi narsisistik bütünlük, yani takdir edilme gereksiniminin sağlıklı toplumsal ilişkilerle giderilmesi, bütünleşmiş bir kendilik yaratılabilmesinin en önemli şartıdır (11). Bireyin kendi yeteneklerini ve gücünü algılayıp onlarla özdeşleşebilmesi için, önce bu yeteneklerin ve gücün toplumsal takdirinin gerçekleşmesi gereklidir. 2004 yılında Ehrenberg'in araştırmasında, işgücünün sömürü aracı olarak kullanıldığı durumlarda, aşırı talebin, gerçek kendiliğimizin sergilenmesinin yolu olarak kullanılmasının bireylerde narsisistik sorunları arttırdığı vurgulanmıştır. Toplumsal ilişkilerin çözüldüğü bir ortamda yaşayan bireylerin tasdik edilme  ihtiyaçları, alışveriş yapmak gibi belli bir tür eyleme indirgenmiştir. Kendilikte bütünleşme zaafı arttıkça tasdik merciine ulaşamamaya tahammülsüzlük de artar. Bu durum bağımsız olma çabasını doğurur çünkü özne diğerinden (tasdik eden merciden) ayrı kalmaya, onun kaypaklığına, ve öznel simbiyotik gereksinimleri açısından itaatsizliğe katlanamaz. Bu sonu gelmez tasdik ihtiyacı bireyi küçük bir çocuğa dönüştürür. Bu durumdan bıkan küçük çocuğun, tasdik merciine (egemen güçler ya da yönetici elit) karşı ayaklanma tehlikesi bertaraf edilmeye çalışılmaktadır. Postmodernizm, talebin arzı geçmesi ya da tüketimin yeterli etkiyi göstermemesi durumlarında, toplumda yöneticilere karşı ortaya çıkacak olan hoşnutsuzluk durumunu gidermek için tasdik merciini dinsel boyuta taşımış, soyut kutsal kavramlar yaratarak, bireylere tasdik edilme sorunlarınız için bana (yönetici seçkinlere) gelmeyin, başvuracağınız merci inandığınız kutsal güçtür, ona başvurun demektedir. Bu amaçla geleneksel dinler, mantar gibi türeyen ve hangi odaktan yönetildiği belli olmayan tarikatların, tarikat liderlerinin eline bırakılarak yeniden yapılandırılmış, günlük hayatta her alana müdahale edecek biçimde operasyonel hale getirilmiş, ya da yeni inanç sistemleri (kuantum fiziği bile bu amaç doğrultusunda kullanılmıştır) yaratılarak insanları akılcılıktan uzak, inançla yaşayan  sürülere dönüştürmek amaçlanmıştır. Burada öncelikli amaç yabancılaşmış bireye, kaderin güçlü akıntısında sürüklendiğini ve kaderini değiştirmek gibi bir beyhude çabaya girişmemesi gerektiğini kabul ettirmektir. Kaderinden hoşnut olmayan bireye üç seçenek sunulmaktadır: 1- birey iyi bir kul olamadığı için başına bunlar gelmiştir, bundan sonra daha iyi bir kul olmak için çabalamalı ve biat etmelidir, isyan olasılığı böylelikle sıfırlanır, 2- birey illa da isyan edecekse, ona sorununun kaynağının kendisini ya da toplumu yoldan çıkartan kötülerden (bireyler, inançlar, medeniyetler, ırklar, ülkeler, milletler) kaynaklandığı empoze edilir ve onu iyi bir kul olmaktan alıkoyan kötüleri bulup inandığı şey adına onları yok etmelidir, bu amaçla üretilmiş tonlarca komplo teorisi, hatta çok tutulan dizi filmler vardır, isyan enerjisi böylelikle ilgisiz bir hedefe yöneltilmiş, saptırılmış olur,  3- bunları yapamayan bireylere de nihilizm ikram edilir, intihar et çünkü yaşam zaten anlamsız ve absürddür, yaşasan ne olur yaşamasan ne olur sarmalına birey sokulunca zaten isyan öznesi, dolayısı ile isyan olasılığı yok olacaktır. Yüzlerce yıl sonra Haçlı Seferleri ya da Cihat söylemlerinin canlanmasının nedeni budur. Yani postmodernizm, bana (hakim sınıflara) saldırma, Tanrı (ya da neye inanıyorsan, bu serbest piyasa ekonomisi bile olabilir) adına iyi kul ol, kötü olana (kendi içindeki zayıflıkları başkalarına yansıtarak onları kötü yap) saldır, yoket, bunu beceremiyorsan da (zaten o zaman Tanrı'nın iyi kulu değilsindir)  kendini yoket şiarını yaratmıştır. Fransız kraliyet ailesinin giyotine gitmesi, Sovyet devriminde Rus kraliyet ailesinin yokedilmesi hakim sınıfları alarma geçirmiş ve bir daha bu olayların tekrarlamaması için toplumun felsefesini kontrol altına almaya karar vermişlerdir. 

Klein'a göre ilk 6 ayda bebek, bakıcısı ile içselleştirme, yansıtma, introjektif ve projektif özdeşim yoluyla ilişkiye girer, yani onunla bütünleşir. Sonraki dönemlerde zihinde içselleştirilmiş bu nesne temsilcileri iyi, idealize ve kötü nesne temsilcileri olarak bölünürler, bu bölünme çocuğun kendi bilinç dışı yıkıcı fantazilerinden korunması için gereklidir. Winnicott bu aşamadan sonra çevresince benimsenip tasdik edilen çocuğun sağlıklı bir kendilik geliştirmeye devam edeceğini, koruyucu ve benimseyici bir çevreden yoksun kalan çocuğun herşeye kadir olma içerikli fantazilere sığınarak güvensiz bir kendilik geliştirdiğini söyler. Kohut, sağlıklı bir kendilik geliştirememe durumunda bireyin idealize edilmiş nesne temsilcileri yaratarak onlarla bütünleşme ihtiyacının arttığını ve düşük kendilik değerinin de dışarıdaki nesnelere yansıtılarak “kötü olan bana ait değil diğerine ait” kavramının geliştirildiğini belirtir. Sağlıksız bir gelişim durumunda, bütünleşemeyen kendilik nedeniyle içgüdüsel dürtü dışavurumları cinselleştirme veya saldırganlık yoluyla gerçekleştirilir. (12). 

Psikolojik gelişimin doğal seyrini sürdürdüğü durumda, insan doğumundan itibaren çevresinde duyumsadığı nesneleri içselleştirir ve onların birer zihinsel temsilcisini (mental reprezantasyon) zihninde oluşturur Bu zihinsel temsilciler bireyi rahatsız edecek zayıflıklar ve çatışmalar barındırmıyorsa, birleşerek bireyin “ben” algısını oluştururlar. Teorik olarak en güçlü ve sağlıklı ben kavramı, bireyin çevresinde duyumsadığı canlı- cansız herşeyin temsilcisini çatışmasız olarak içselleştirebilmesiyle olur, bu çeşitlilikte fakirleşme, insanın fiziksel varlığının içine hapsolmasına ve yokolouş korkusunun büyümesine neden olur. Yine bu fakirleşme nedeniyle ölüm korkusu büyür çünkü içselleştirilen şeylerde zenginleşme, fiziken yokolsak da benliğimizle bütünleştirdiğimiz ama fiziken bizden ayrı olan şeyler vasıtası ile varolmayı sürdüreceğimiz algısını  yaratır, bu da varoluşun kalıcı hissedilmesine neden olur. Yabancılaşma, narsisizm sürecinin sağlıklı işleyerek olgun bir narsisizm geliştirilmesini, dolayısıyla sağlıklı bir kendilik geliştirilmesini engeller, çünkü yabancılaşma bireyi, kendisinin ve çevresindekilerin yaratıcı emeğinin oluşturduğu gücü duyumsamaktan alıkoyar ve zayıf nesne temsilcilerinin içselleştirilmesi, bütünleşmiş, sağlıklı bir “ben” kavramının ortaya çıkmasına engel olur. Çünkü insanda güç, yaratıcı üretim yetisinin artışı ile hissedilebilir. 

Zihinsel zayıf nesne temsilcileri zihinsel bütünleşmeyi engellerler ve bu aşamada olumsuz, zayıf özellikleri barındıran nesne temsilcilerinin dışsallaştırılması gereksinimi başlar. Zayıf nesne temsilcileri ile dolmuş bir zihin güçlü bir kendilik kavramı oluşturamayacağı için birey, hem zayıf kendilik parçalarını dışına yansıtmaya/dışsallaştırmaya çabalayarak daha güçlü ve mükemmel bir kendilik oluşturma çabasına girme mecburiyetinde kalır, hem de kendi dışında olan ve kutsallaştırılmış, idealize edilmiş  bir varlıkla bütünleşme çabasına girer. Yani başkasının emeğini kullanarak yaşamını idame ettirme aşamasına gelen insan sağlıksız narsisistik kişilik özellikleri kazanarak Hegel, Feuerbach ve Marx'ın bahsettikleri dışsallaştırma mecburiyetine mahkum hale gelir. Bu duruma bir de rekabetçi ortamın yarattığı korku, yalnızlık hissi gibi duygusal etkilenmeleri de eklerseniz sağlıklı bir insanın bile erken gelişme dönemlerine gerileyeceği (regrese olacağı) bir tabloyla karşı karşıya kalırız.  İşte bu noktada kendi dışındaki nesnelere de yabancılaşan birey, onları yoketme çabasına girişir ve şiddet eğilimi başgösterir. Bu noktada dostluk-kardeşliğin yerini düşmanlık alır.

Bu nedenlerle yabancılaşma sadece sömürülenin sorunu değildir, sömüren de aynı kuyuya düşer, hatta komünist toplumlarda bile ciddi bir sorun olmuştur. Bundan dolayı yabancılaşma, günümüz refah toplumlarında yaygın bir psikiyatrik sorun olarak yabancılaşma nevrozuna dönüşmüştür (13). Eski dönem nevrozlarının ana özelliğ olan represyon, konversiyon ya da içgörü ksikliği yerini amaçsızlık ve hayatın anlamsızlığına bırakmıştır. Refah toplumları derin bir anlamsızlık hissiyatı sorunu ile boğuşmaktadır. İnsanoğlunun bir anlam bulmaya ihtiyacı vardır. İnsanların sağlıklı olabilmeleri için gereken anlamı yakalamalarına yardımcı olacak altruizm, fedakarlık, kendini bir amaca adama, yaratıcılık, keyfalma, kendini gerçekleştirme gibi mekanizmaları hayata geçirme sıkıntıları vardır.

Yaratıcı üretkenlikten çok uzaklaşmış olan günümüz toplumlarında yukarıda belirtilen sebepler dolayısıyla kendine ve çevresine yabancılaşan insanı şiddet sarmalı beklemektedir. Hepimizi dehşete düşüren saldırganlık, cinayet, toplu tecavüz eylemleri, hatta katliam haberlerine maalesef artık çok sık rastlıyoruz. Bu korkunç yok etme eylemlerinde saldırganın aslında saldırdığı nesneyi değil de, farkında olmadan kendi içinde benliği ile bütünleştiremediği için zihninde sürekli rahatsızlık yaratan benlik parçasını yansıtarak yok etmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Saldırganların çoğu yabancılaşma sorunu nedeniyle saldırı anında karşısındakini nesnel olarak değerlendirme yetisini yitirmiş bireylerdir. Saldırgan aslında, içindeki şeytanı yani, yaratıcı üretkenlikten kopmuş, zayıf, ne kadar güçlü, zengin ve geniş olanaklar içinde görünse de aslında zayıf, çaresiz, başkasının emeğine ve gücüne muhtaç, kendisine yetemeyen zavallı yaratığı yok etmeye çabalamaktadır. 1099'da Tanrı adına Haçlı seferine çıkan Haçlıların Kudüs'ü ele geçirdiklerinde 70.000 Müslüman ve Museviyi katletmelerini Tanrı mı emretmişti? Fransa'da 1572'de Paris ve civarında birkaç gün içinde 40.000 Protestanı katleden Katolikleri Tanrı mı yönetiyordu? Batılı egemenlerin Yugoslavya'yı parçalama  savaşında, sosyalist sistemde yetişmiş insanlar, hatta komşuluk yapmış olanlar bile insanlık tarihinde eşine az az rastlanır bir biçimde birbirlerini topluca yok etme, topluca tecavüz etme eylemlerine giriştiler. 21. yüzyılın başında uzay çağını yaşayan gelişmiş batılı ülkeler, petrolüne göz diktikleri Irak halkına gıda ve ilaç ambargosu uygulayarak 10 yılda Irak'ta 1 milyon çocuğun açlık ve hastalıktan ölmesini seyrettiler. Sayısı arttırılabilecek tüm bu acı örneklerde yaşanan soğukkanlı saldırganlıkların kökünde, insanın kendisine ve dış dünyaya yabancılaşmasının sonucunda içinde büyüyen şeytanı dışsallaştırma ve bu şeytanı yok etme yanılgısı yatmaktadır. Saldırganlar içlerindeki kötüyü yok ettiklerini sanırlar, bu yanılgı, yabancılaşma zemininde insanların usta birer katil olmasına yol açmaktadır. Yakın bir zamanda Kosova'da Arnavutların bulunduğu yerlere Sırp kılığına girerek saldırıda bulunup Arnavutları Sırplara karşı kışkırtma çabasında iken yakalanan Alman gizli servis elemanları, Basra'da El-Kaideci kılığında sivil halka saldırırken suçüstü yakalanıp sonra İngiliz ordusuna teslim edilen İngiliz gizli servis elemanları ya da 12 Eylül öncesinde bir solcu kahvesi, bir sağcı kahvesi tarayıp halkı birbirine düşürmeye çalışan kimbilir hangi gizli servisin elemanları, Kahramanmaraş, Çorum, Sivas katliamlarının uygulayıcıları , keskin yabancılaşma sürecine sokuldukları bir eğitimden geçmiş olan insanlardır. Evet yabancılaşma şiddeti olağanlaştırır ve kendi hayatına yabancılaşan bir insan için başkasının hayatının zerre kadar önemi yoktur, bu nedenle de yok etme eylemi sıradan bir işleme dönüşür. 

Yüce değerlerin peşinde koşarak toplumu peşinden sürükleyen kahramanların kalmadığı, yabancılaşmanın pençesine düşerek birbirinin üstüne basıp yükseleceği yanılgısına kapılmış, başkalarına uyguladığı eziyeti, üretilen yapay binbir kutsal kavram yoluyla kendi vicdanında akladığı yanılgısı ile yaşayan insanlarla dolu günümüz dünyasında şiddet, insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar artmış ve yaygınlaşmış durumdadır. Bu sorunun çözümü de yabancılaşmaya çözüm bulunması ile mümkün olacaktır.


Mutluhan İzmir

KAYNAKLAR:

1-İsveççenin Türkçe İle Benzerlikleri; İsveçlilerin Türk ataları. Sven Lagerbring. Hazırlayan: 
Abdullah Gürgün, Kaynak Yayınları, Birinci Basım: Şubat 2008, İstanbul
2-Çağdaş Toplumun Bunalımı; anomi ve yabancılaşma. Barlas Tolan. Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları, s:12-13:1980 Ankara)
3- Çağdaş Toplumun Bunalımı; anomi ve yabancılaşma. Barlas Tolan. Ankara İktisadi ve Ticari 
İlimler Akademisi Yayınları, s:17-18:1980 Ankara
4-Yabancılaşma ve... Özbudun S., Markus G., Demirer T., s 17-18, Ütopya yayınları 2007, Ankara
5- Yabancılaşma ve... Özbudun S., Markus G., Demirer T., s 20, Ütopya yayınları 2007, Ankara
6-Yabancılaşma ve... Özbudun S., Markus G., Demirer T., s 21, Ütopya yayınları 2007, Ankara
7- Çağdaş Toplumun Bunalımı; anomi ve yabancılaşma. Barlas Tolan. Ankara İktisadi ve Ticari 
İlimler Akademisi Yayınları, s:219:1980 Ankara
8- Çağdaş Toplumun Bunalımı; anomi ve yabancılaşma. Barlas Tolan. Ankara İktisadi ve Ticari 
İlimler Akademisi Yayınları, s:220:1980 Ankara
9-Cumhuriyet Bilim Teknoloji, 3 Temmuz 2009,23:1163
10-Çağdaş Toplumun Bunalımı; anomi ve yabancılaşma. Barlas Tolan. Ankara İktisadi ve Ticari 
İlimler Akademisi Yayınları, s:12:1980 Ankara
11-Hartmann HP: Psychoanalytic Self Psychology and Its Conceptual Developement in Light of Developmental Psychology, Attachement Theory, and Neuroscience, Self and Systems: Ann. N.Y. Acad Sci. 1159: 86-105 ,2009
12-Fenichel O. Nevrozların Psikoanalitik Teorisi, Ege Üniversitesi  Matbaası, 1974, İzmir:s 29-93
13-Existential Psychotherapy, Irvin D.Yalom,s 421:Basic Books 1980,ABD

Ad

A Separation,1,Adam Schaff,1,Adem ve Havva,1,Akra'da Bulunan Elyazması,1,Alain Badiou,4,Alain Resnais,1,Alan Woods,1,Albert Camus,17,Albert Einstein,4,Alejandro González Iñárritu,1,Alenka Zupančič,1,Alexander Supertramp,1,Alfred Hitchcock,4,Alıntı,1,Ali Rahimli,4,Allen Ginsberg,5,Amin Maalouf,1,Anarşi,2,André Breton,1,Andrey Tarkovski,7,Ani Gezinti,1,Anton Çehov,2,Antonin Artaud,1,Anubis,1,Aristoteles,1,Arthur Danto,1,Arthur Rosenberg,1,Arthur Schopenhauer,2,Arundhati Roy,1,Asghar Farhadi,3,Attila İlhan,1,Aynadaki Gibi,1,AzBlog,14,Aziz Nesin,2,Babaya Mektup,1,Beat Kuşağı,17,Belgesel,5,Belinski,1,Bertolt Brecht,3,Bertrand Russell,1,Bilim,10,Billie Holiday,1,Biyografya,22,Björk,1,Bob Black,1,Bob Dylan,1,Bozkırkurdu,1,Böyle Buyurdu Zerdüşt,1,Breaking Bad,1,Bulantı,1,Bülent Ortaçgil,2,Büyülenme,1,Camera Lucida,1,Can Yücel,2,Cemal Süreya,1,Charles Baudelaire,2,Charles Bukowski,6,Charles Dickens,1,Charlie Chaplin,2,Charlie Parker,1,Christfried Tögel,1,Christine Bard,1,Christopher McCandless,1,Christopher Nolan,1,Chuck Palahniuk,3,Çarlz Bukovski,1,Çavdar Tarlasında Çocuklar,1,Dallas Buyers Club,1,Damon Albarn,1,Daniel Goleman,1,Dava,1,David Gilmour,1,Demian,1,Desiderius Erasmus,1,Didier Lauru,1,Dieter Forte,1,Djivan Gasparyan,1,Dominique Laporte,1,Dostluk Bağları ve Dostluk,1,Dostoyevski,16,Dönüşüm,1,Edebiyyat,140,Edgar Allan Poe,1,Eduardo Galeano,1,Eflâtun,1,Ejderhaların Danssı,1,Elias Canetti,1,Elvis Presley,2,Emil Michel Cioran,1,Emma Goldman,1,Eric Clapton,1,Eric Hoffer,1,Erich Fromm,3,Ernest Hemingway,2,Estela Welldon,1,Ethan Coen,2,Əkrəm Əylisli,1,Feature,20,Félix Guattari,1,Felsefe,93,Ferman Toroslar,1,Fernando Pessoa,1,Film,68,Franz Kafka,25,Freddie Mercury,1,Friedrich Engels,1,Friedrich Nietzsche,19,Füruğ Ferruhzad,1,Gabriel Garcia Marquez,1,Gabriel García Márquez,2,Galileo,2,Gemeinschaft,1,George Carlin,1,George Martin,1,George Orwell,1,Georges Canguilhem,1,Georges Perec,1,Gerçeklik açısından Kafka,1,Gilles Deleuze,5,Goethe,1,Gogol,4,Guguk Kuşu,1,Gustav Janouch,1,Guy Fawkes,1,Hakim Bey,1,Harriet Lerner,1,Hegel,2,Heinrich Böll,1,Hermann Broch,1,Hermann Hesse,5,Herta Müller,1,Hrant Dink,1,Iain Menzies Banks,1,Immanuel Kant,1,Ingeborg Bachmann,1,Ingmar Bergman,6,Inside Llewyn Davis,1,Italo Calvino,2,İran,1,İtalo Calvino,1,J. D. Salinger,2,Jack Kerouac,8,Jacques Brel,1,Jacques Lacan,13,Jacques Vergès,1,James Hawes,1,James Joyce,1,Jan Pol Sartr,1,Jason McQuinn,1,Jean Baudrillard,1,Jean Cocteau,1,Jean-Paul Sartre,10,Jehane Noujaim,1,Jenn Ashworth,1,Jiddu Krishnamurti,2,Jimi Hendrix,1,Joel Coen,2,John Berger,1,John Fante,2,John Lennon,5,John Steinbeck,4,Jorge Luis Borges,1,Jose Saramago,1,Joseph Conrad,1,Judith Butler,1,Juliet Mitchell,1,Julio Cortázar,1,Kaos'un Gizli Yaşam,1,Karamazov Kardeşler,2,Karl Marx,8,Kaybedenler Klübü,1,Ken Kesey,1,Kırmızı Pazartesi,1,Korkma Ben Varım,1,Kumarbaz,1,Kürk Mantolu Madonna,1,La Casa De Papel,1,Lady with Ermine,1,Lars von Trier,8,Laura Nyro,1,Leonard Cohen,1,Leonard Da Vinci,1,Lev Tolstoy,5,Lev Troçki,2,Linda Lee,1,Maksim Gorki,2,Malina,1,Marie Curie,1,Marilyn Manson,1,Marilyn Monroe,1,Mario Leis,1,Marlon Brando,1,Marqius de Sade,2,Martı Jonathan Livingston,1,Martin Heidegger,2,Maurice Blanchot,2,Max Stirner,15,Mental Pornografi Blog,2,Meqale,175,Michael De Montaigne,1,Michel Foucault,6,Mike Leigh,1,Milan Kundera,1,Miles Davis,1,Milgram,1,Milgram deneyi,1,Mohsen Namjoo,3,Monique Wittig,1,Morrisse,1,Murat Menteş,1,Mustafa Kemal Atatürk,1,Muzik,37,Neal Cassady,2,ngmar Bergman,1,Nick Cave,1,Nick Mason,1,Nikolay Gavriloviç Çernişevski,1,Nilgün Marmara,1,Noam Chomsky,2,Nostalghia,1,Notre Dame'ın Kamburu,1,Nuri Bilge Ceylan,2,Octavio Paz,1,Oğuz Atay,1,Ontolojik Anarşi,1,Onur Ünlü,2,Oscar Wilde,2,Osho,1,Oteki Ben,1,Ölüler Tanrısı,1,Ölüm Pornosu,1,Ömer Hayyam,1,Özdemir Asaf,1,Palyaço,1,Pantolonun Politik Tarihi,1,Patti Smith,1,Paul Lafargue,1,Paul McCartney,3,Paulo Coelho,2,Peter Kropotkin,2,Pierre Clastres,1,Pigme,1,Pink Floyd,2,Politika,1,Rachel Carson,1,Rachter'in Günlüğü,1,Rashit,1,Ray Davies,1,Rene Girard,1,René Wellek,1,Richard Bach,1,Richard Brautigan,1,Richard Dawkins,1,Richard Wagner,3,Richard Wright,1,Robert Musil,1,Roger Fornoff,1,Roger Garaudy,1,Roger Waters,2,Roman,9,Rose Laub Coser,1,Rus edebiyat,2,Ruth Sheppard,1,S. Reynolds & J. Press,1,Sabahattin Ali,2,Sait Faik,1,Salvador Dali,1,Samuel Beckett,4,Sasha Grey,1,Saul Newman,2,Sean Penn,1,Sırtımdaki Ev,1,Siddhartha,1,Sigmund Freud,19,Silence Spring,1,Simone de Beauvoir,6,Slavoj Zizek,6,Slavoj Žižek,15,slide,2,Sokrates,1,Soren Kierkegaard,1,Spinoza,1,SS,6,Stalker,1,Stephen Eric Bronner,1,Steve McQueen,1,Stranger,1,Suç ve Ceza,2,Supertramp,1,Sürgün,1,Şeyler,1,Tanrıya Karşı Söylev,1,Tarkovsky,5,Tek Bacaklı Yolcu,1,Teneke Trampet,1,The Beatles,4,The Butterfly Effect,1,The Rolling Stones,1,The Square,1,Theodor Adorno,4,Thomas Mann,1,Through a Glass Darkly,1,Tom Waits,2,Tomris Uyar,1,Tony Porter,1,Turan Dursun,2,Turgut Uyar,1,Ulua,1,Uluma,1,Ulus Baker,4,Umberto Eco,1,Utanç,1,V for Vendetta,1,Van Gogh,1,Victor Emil Frankl,1,Victor Hugo,1,Viktor Frankl,1,Vladimir Nabokov,2,Voltaire,1,Vsevolod İ. Pudovkin,1,Walter Benjamin,1,Wilhelm Reich,1,Will Durant,1,William S. Burroughs,2,William Shakespeare,1,Woody Allen,8,Xavier Dolan,1,Yabancı,1,Yad,1,Yolda,1,Yusif Vəzir Çəmənzəminli,1,Zeki Demirkubuz,3,Zen Kaçıkları,1,
ltr
item
Ali Rahimli: Yabancılaşma ve şiddet ilişkisinin psikodinamiği
Yabancılaşma ve şiddet ilişkisinin psikodinamiği
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhiWn64UxAF9AlaXMjp5cM29RtPSkmQAi9tW0E3aK4KIRdc1eOIaefGG6oIiX1pSGSStW4x5BDYfeIljNLnOCe2Sct4DVB-Reo-jcg521g-iT-cj1FtQeokXEJqGtkXY9Sl5PvOQ09Ks4Dg/s640/maxresdefault+%25281%2529.jpg
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhiWn64UxAF9AlaXMjp5cM29RtPSkmQAi9tW0E3aK4KIRdc1eOIaefGG6oIiX1pSGSStW4x5BDYfeIljNLnOCe2Sct4DVB-Reo-jcg521g-iT-cj1FtQeokXEJqGtkXY9Sl5PvOQ09Ks4Dg/s72-c/maxresdefault+%25281%2529.jpg
Ali Rahimli
https://alirahimli.blogspot.com/2016/10/yabanclasma-ve-siddet-iliskisinin.html
https://alirahimli.blogspot.com/
https://alirahimli.blogspot.com/
https://alirahimli.blogspot.com/2016/10/yabanclasma-ve-siddet-iliskisinin.html
true
8815050805795647263
UTF-8
Tüm Yazılar Yüklendi Hiç bir yazı bulunamadı HEPSİNİ GÖSTER DAHA FAZLA Cevapla Cevabı İptal Et Sil Tarafından Ana Sayfa Sayfalar İçerikler Hepsini Göster BU YAZIYA BENZER DİĞER YAZILAR ETİKET ARŞİV ARAMA BÜTÜN İÇERİKLER İsteğinizle eşleşme bulunamadı Ana Sayfaya Dön Sunday Monday Tuesday Wednesday Thursday Friday Saturday Sun Mon Tue Wed Thu Fri Sat January February March April May June July August September October November December Jan Feb Mar Apr May Jun Jul Aug Sep Oct Nov Dec just now 1 minute ago $$1$$ minutes ago 1 hour ago $$1$$ hours ago Yesterday $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago more than 5 weeks ago Followers Follow THIS CONTENT IS PREMIUM Please share to unlock Copy All Code Select All Code All codes were copied to your clipboard Can not copy the codes / texts, please press [CTRL]+[C] (or CMD+C with Mac) to copy