John J. Kim/Chicago Tribune. Lamon Reccord, left, scolds a police sergeant during a police violence protest and march at State and Randolp...
John J. Kim/Chicago Tribune. Lamon Reccord, left, scolds a police sergeant during a police violence protest and march at State and Randolph streets |
Şiddet hedefi ile doğmaz, hedefine sonradan yönelir. Kadına yönelik şiddet, hekime yönelik şiddet, futbol fanatizmi şiddeti, siyasi şiddet gibi şiddet biçimleri, ortak bir kökene sahip şiddet kaynağının sonradan belirlediği bir hedefe yönelmesiyle ortaya çıkarlar. Şiddeti doğuran etken ne kadındır, ne hekimdir ne de Aziz Nesin’in söylemidir. Şiddet, bu gibi hedeflerinden çok daha önce oluşur ve birikir. Bu nedenle, şiddeti uygulayan kişinin, neden belli bir hedefi seçtiğinin yanıtı, kendisi için de çok açık değildir. Birikmiş olan şiddet, en kolay gördüğü biçimde ve hedefe doğru yönelir ve boşaltılır. O hedef ortada olmasa da şiddet vardır ve başka bir hedefe yönelerek mutlaka boşalacaktır.
Sartre’ın belirttiği gibi, insan gerçekliği olarak insan bilinci, mutsuz bilinçtir ve bu mutsuzluk halinin ötesine geçmesi olanaksızdır. İnsan bilinci neden mutsuzdur? Çünkü adil olmayan ve eşitsizliğin hüküm sürdüğü bir dünyaya doğar insan bilinci. Çünkü insan, her şeye sahip olması gerektiğine inandığı bir dünyada, aslında hiçbir şeye sahip olmadığını anlayacaktır. Kendisinden daha çok sevilen, daha güzel, daha çok olanaklara sahip, daha rahat, daha zengin insanlarla dolu bir dünyaya uyanır insan bilinci. Bu algı, insanın kıskançlık ve öfke duygularının çok erken yaşlarda ortaya çıkışına neden olacaktır. Ancak, bireyin içinde bulunduğu toplumsal koşulların, şiddetin derecesini belirlemede ve şiddetin kontrol edilmesini sağlamakta kişisel etkenlerden daha önemli olduklarını belirtmek gerekir. Bu durum özellikle şehirleşmenin yoğun olduğu toplumlar için daha da belirgindir. Çünkü büyük şehirlerde yaşayan insanlar, artık kendilerini ait hissettikleri bir topluluğun kabul edilmiş bireyleri değillerdir. Şehir insanı, yalnızlaşmış, bir kenara itilmiş, gücü elinden alınmış ve haksızlığa uğramış hisseden bir bireydir. Şehirlerde üretimden uzak, adil olmayan bir ekonomik paylaşım ortamında, anlamsızlığın pençesine düşmüş, travmatize edilmiş ve yenilmişlik duygusu içinde yaşayan insanların, kendilerini güçlü hissedebilmek amacıyla şiddeti paylaşma zemininde bir araya gelme ve topluca şiddet gösterme eğilimleri yüksektir.
Toplumsal koşullar şiddet potansiyelini emebilir ya da arttırabilir. Yenik, ezik, hakları elinden alınmış, travmatize olmuş toplumların bireyleri şiddete daha yatkındır, çünkü bu tür toplumlar, toplumu oluşturan bireylerin şiddet potansiyelini emme yetisini yitirmişlerdir. Bu yapıdaki toplumlarda, eğer bireyleri kışkırtacak söylemler de ön planda ise şiddet had safhada artabilir. Bu durumun en belirgin örnekleri Nazi Almanya’sında ve Yugoslavya’nın Slav kökenli topluluklarının birbirlerine düşürüldükleri iç savaş sürecinde gözlenmiştir. Ekonomik dengesizliklerin yoğun olduğu, toplumsal sınıflar arasındaki ayrımların arttığı, bireylerinin gelecekle ilgili umutsuzluklar ve yaşamlarını kontrol edemedikleri hissi içinde oldukları toplum yapıları, bireysel şiddeti besleyen toplum yapılarıdır.
Modern bir devlet, bireylerinin şiddet eğilimini azaltacak ekonomik ve toplumsal dengesizlikleri ortadan kaldırmaya yönelik etkenleri devreye sokan, bireyleri kışkırtmayan, onları kışkırtmaya çalışan odakları etkisiz hale getiren bir yapılanma içinde olmalıdır. Hazır bulunan şiddeti körüklemek, mutsuz bilinçlere mutsuzluklarının nedeni olarak kadınları, aydınları, hekimleri, öğretmenleri, farklı dini inançları, farklı yaşam biçimlerini hedef göstermek, yangına körükle gitmektir. Ekonomik ve toplumsal dengesizliklerin giderilmesine yönelik önlemler, bireylerin yenilmişlik duygularından kurtularak güçlü hissetmelerini sağlayacak önlemler, aydınlık zihinler yetiştirecek eğitim seferberlikleri şiddetin toplumda görülmesi sıklığını azaltacaktır.
Mutluhan İzmir