Paulo Coelho Paul Coelho üzerine Ulus Baker her bir nesil bir öncekinden daha az okuyor ve daha çok izliyor sözünü sinema sanatını...
Paulo Coelho |
Paul Coelho üzerine
Ulus Baker her bir nesil bir öncekinden daha az okuyor ve daha çok izliyor sözünü sinema sanatının önemini anlatmak için söylemiş olsa da, azalan okuyucu kitlelerinin daha çok okumaya gayret ettiği ve hayranlık duyduğu yazarlara bakınca, ileride gerçek edebiyatın topluma etkisinin ne kadar küçüleceğini öngörmemek mümkün değil. Bu bağlamda Paul Coelho gerçek – ham edebiyatın en büyük düşmanlarından biri.
Kitaplarındaki Amerikan kişisel gelişim kitaplarından devşirme, her kes tarafından bilinen aforizmalarla okuyucuyu etkileme çabasını ve hiçbir gözleme dayanmayan – ucuz psikolojik çıkarımlarını bir kenara bırakırsak, ilk önce romanlarında okuyucuya sunduğu zihniyetin ne kadar yanlış ve popülist olduğunu izah ederek başlamak istiyorum. Tıpkı aforizmalar arakladığı kişisel gelişim kitaplarında yapıldığı gibi hayatta karşılaşılan tüm zorlukların yaşadığımız toplumun politik, ekonomik ve sosyolojik çarpıklığı ve adaletsizliği ile hiçbir ilgisi yok muş gibi sebebini bireyin kendisine indirgiyor Coelho.
Hiçbir romanında toplumun ahlaki ve ya değer yargılarının tablosunu çizmeye dahi tenezzül etmeyen Paul Coelho, ham bir edebi eserin en büyük zenginliği ve değerinin göstergesi olan tasvirden yoksun bu kitaplarıyla insan doğasının gerçekle alakası olmayan çarpık bir resmini çizer. Genellikle romanlarındaki ana karakterler hikâyenin başlarında bir şeyleri anlama ya da bir sorunları aşma gayretinde olup, her nasılsa romanın sonunda bir sürü rasyonellikten uzak, hiçbir psikolojik çıkarıma dayanamayan düşüncelerle Tanrı-sevgi-hayat üçgeninden geçerek aydınlanmış olur. Ki bunun en büyük sebebi de, bir dizine devşirme aforizmadan sonra olayın içinden nasıl çıkacağını bilmeyen her sığ yazar gibi en popüler, en kolay ve en çok tüketilen yönetimi seçmekten başka bir şansının olmamasıdır. Yazar, okurun ana karakterle kendini özleştirmesini sağladıktan sonra okuru bir sürü acımasız eleştiriye ve suçlamaya maruz bırakır ve romanın sonunda karakterin aydınlanmasıyla okurunda mutluluk ve tatmin hissi yaşamasına sebep olur. Bunun doğal sonucu olarak da, okuru bütün sorunları kendinde gören, sistemden uzak düşmüş, toplumdan soyutlanmış bir hale getirmesi kaçınılmazdır. Ve bu da, Karl Marksın Yabancılaşma teorisinde belirttiği: insan, doğadan koparak kültürel-toplumsal alanda kendine ikinci bir doğa kurmak anlamında, doğaya yabancılaşması durumuyla aynıdır. Coelho zihinlimize girmiş kapitalizmdir.
Kıyaslamak için örnek vermemiz gerekirse, kendisi gibi Güney Amerikalı bir yazar olan Gabriel Garcia Marquez, Kırmızı Pazartesi romanında bir kasabada işlenen namus cinayetini anlatarak toplumsal değerlerin bireyin davranışlarını nasıl etkilediğini ve bireyin üzerinde nedenli bir baskı oluşturduğunu ele alır. Yani Maruqez toplumsal değerlerin bir insanüstündeki etkilerini göstererek – toplumun, sistemin tablosunu çizerek okuyucu dış dünyayı daha iyi analiz edip anlamaya ve kendini bunun doğrultusunda hayata hazırlamaya teşvik ederken, Coelho… Coleho bir şey yapmıyor. Hiçbir şeyi eleştirmeden bir şeyleri eleştirmiş gibi görünmenin ve daha çok kitap satmanın yollarını arıyor.
Umuyorum ki, dünyada yayım evleri tüccar kafasından kurtulup kitabı pazar değeri olan mal olarak görmek yerine sadece insanların aydınlanması için önemli bir vasıta olarak gördükleri zaman bu tip ‘yazarların’ kitapları artık daha az basılmaya başlyacaktır.