The White Meadows İran sineması, 1930’lu yıllardan beri var olan, baskıcı rejimin, sansürün ve hatta sürgün pençesinin ortasında var ol...
The White Meadows |
İran sineması, 1930’lu yıllardan beri var olan, baskıcı rejimin, sansürün ve hatta sürgün pençesinin ortasında var olmaya çalışan zengin ve çekici bir kültürdür. İran’da sanat olarak sinemanın tarihi, tüm dünyada film sanatının doğduğu günlere; yani 1904 yılında Tahran’daki ilk sinema salonunun açılışına kadar dayanır. O günlerde İran halkı sinema sanatının ilk eserlerine büyük ilgi göstermiştir fakat İran’ın kendi ulusal sinemasını oluşturması için bir çeyrek asır kadar beklemeleri gerekmiştir. Mecid Mecidi, Cafer Panahi, Asghar Farhadi, Bahman Ghobadi gibi iyi sinemacıların her ne kadar sansüre uğrasalar da ortaya çıkardıkları iyi örneklerle gelişme kaydeden İran Sineması günümüzde güzel zamanlarını yaşıyor.
1925 senesinde ilk sinema okulunun açılmasıyla birlikte İran sineması hızlı bir şekilde oluşmaya ve gelişmeye başlamıştır. O günden bugüne, sinema İran için uluslararası arenada bir temsilci, bir elçi görevi görmüştür. En nihayetinde İran sineması çekici, alımlı, kaotik, duygusal ve dokunaklı bir sinema haline dönüşmüştür. İtalyan yeni gerçekçilik akımından etkilenen İranlı sinemacılar, birbiri ardına dünya sinema tarihine başucu eserleri bırakmaya başlamıştır. Taste of Cinema’nın hazırladığı aşağıdaki liste ve kendi katkılarımızla İran sinemasının en nadide 26 örneğini içermekte. Listede yer almasa da Cafer Penahi, Muhammed Resulof gibi isimlerin filmlerinin de baskıcı ve yasaklara dayanan İran rejimine karşı atılan en güçlü adımlardan olduğunu hatırlatalım. Ve tabii ki bu senenin en iyi filmlerinden Mahi va Gorbeh‘i de unutmayalım.
Hollywood’un şaşaalı dünyasına karşılık insan olmaya ve hayat mücadelesine dair ne varsa, insani duyguları sömürmeden, bir de arkasına İran gibi söz konusu sinema olduğunda neredeyse her anlamda otosansüre uğrayan bir ülkeyi alan bu filmlere hayran olmamak elde değil.
Özellikle 2011 yapımı A Separation’ın (Jodaeiye Nader az Simin) En İyi Yabancı Dilde Film Oscar’ını kazanmasıyla yeniden gözleri üzerine çeken İran sineması örnekleri hayran olmak isteyenler için listelendi.
Ev Karadır (Füruğ Ferruhzad, 1963)
Ev Karadır (Füruğ Ferruhzad, 1963) |
Film, İncil’den, Kuran’dan ve kendi yazdığı yazılardan alıntılar okuyarak görüntülerine anlam katan Farrokhzad tarafından seslendirilip çekilmiş. İşin içinde bir “hikaye” varsa, o da belgeselin kurgusunda saklı. Farrokhzad’ın kendisi esasen şair. Hatta pek çoklarına göre İran’ın bugüne kadar yaşamış en büyük ve en iyi kadın şairi. Çünkü o, tüm yasaklara ve toplumsal tabulara karşı gelip şiirlerini arzular, aşk ve kadın bakış açısı üzerinden yazmış. İran edebiyatı erkek egemenliği altındayken kadın olmak üzerine şiirler yazmış bir kadın şair kendisi. Fakat ne yazık ki henüz 32 yaşındayken, bir araba kazası sonucu Tahran’da hayatını kaybetmiş. Kara Ev, onun ilk ve tek filmi olma özelliğini taşıyor.
Cennetin Çocukları (Children of Heaven), 1997
Cennetin Çocukları (Children of Heaven), 1997 |
The Brick and The Mirror / Khesht va Ayeneh (İbrahim Gülistan (Golestan), (1965)
The Brick and The Mirror / Khesht va Ayeneh (İbrahim Gülistan (Golestan), (1965) |
Fellini ve Antonioni filmleri ile karşılaştırılan The Brick and The Mirror, İtalyan yeni gerçekçiliğinin atmosferine kıyasla daha radikal ve progresif bir hikaye anlatıcılığı ve düzen barındırıyor. Bu filmi seyrederken kurmaca bir şeyden ziyade gözünüzün önündeki insanların daha önce tanıklık etmediğiniz yaşamlarına göz atıyor gibi hissediyorsunuz. Gülistan’ın sosyal bilinci, görsel yorumu ve duygusal dürüstlüğü kullanış tarzı, The Brick and The Mirror’ı daha da güçlü kılmaya yetiyor. Cinsiyet ve toplum kavramlarına daha özgürlükçü yaklaşımı yüzünden kendinden sonraki İran sineması eserlerine ilham kaynağı olan bu Gülistan yapıtı, tarihteki en önemli İran filmlerinden biri olarak gösteriliyor. Filmin açılış sekansının Scorsese imzalı Taxi Driver’ı andırması da dipnot olarak düşülsün.
Niwemang / Yarım Ay (2006) – Bahman Ghobadi
Niwemang / Yarım Ay (2006) – Bahman Ghobadi |
Mamo, yaşlı Kürt bir müzisyendir ve hayatını müziğe adamıştır. Son defa özgürlüğün ağlayışı dediği final konserini Irak Kürdistanı’nda vermek istemektedir. Köyün en yaşlı kişisi Mamo’yu dolunay olduğunda kötü şeylerin olacağını bu yüzden konseri vermemesi gerektiğini söyler. Birkaç ay sonra Mamo tehlikeli ve uzun bir yolculuğa oğullarıyla birlikte çıkar. Yolda Hesho adlı kadın şarkıcı da onlara katılır. Ancak İran’da kadınların şarkı söylemesi yasaktır. Mamo yolculuğa devam edip, sınırı geçmeye kararlıdır.
The Cow / Gāv (Daryuş Mehrcui, 1969)
The Cow / Gāv (Daryuş Mehrcui, 1969) |
Gholam-Hossein Saedi’nin The Mourners of Bayal isimli romanından uyarlanan The Cow, ineğine adeta tapan Hasan isimli bir adamın öyküsünü anlatıyor. Hasan evinden uzakken, ineğini ölü olarak bulan köylüler bir karara varır ve Hasan, acı çekmesin diye ölümün üstünü örtmeye çalışır. Olayın devamı ise tam bir çılgınlık zira Hasan, artık ineğin kendisi olduğuna inanmaya başlar.
Listenin ilk iki filminde olduğu gibi The Cow da İtalyan yeni gerçekçilik akımından hayli etkilenmiştir. Mehrcui, 1997 yılında verdiği bir röportajda kendi yaşantısını çirkinliği dahil tüm gerçekliğiyle vermek istediğini belirtmiştir -ki bu fikir, yeni gerçekçilik akımının temel taşlarından birini oluşturur.
Still Life / Tabiate Bijan (Sohrab Şahit Sales, 1974)
Still Life / Tabiate Bijan (Sohrab Şahit Sales, 1974) |
Uzun planlar ve gerçek zamanlı hikaye anlatıcılığı tekniklerine sırtını dayayıp seyircisini belli bir zaman çizgisinde ilerlemeyen, periyodik bir maceraya davet eden Still Life, Muhammed’in istasyona/istasyondan yürüdüğü uzun sekanslar veya karısıyla birlikte yemek yediği bölümler sayesinde kişiyi baş karakterin yerine koyuyor ve onunla birlikte bu sıkıcı, banal anları yaşamaya zorluyor. Böylece biz de bir süreliğine Muhammed’in rutinlerinin parçası haline geliyoruz.
Eşsiz yaklaşımı sayesinde yönetmen, bir önceki ve bir sonraki gün arasında ayrım yapamadığımız bir evren oluşturuyor. Bu gaye doğrultusunda hikaye anlatımında şimdiki zamanı seçen Sales, geleneksel sinemaya adeta meydan okuyor ve onun tipik hikaye anlatıcılığını elinin tersiyle itiyor. Yerine ise çok daha deneysel bir yaklaşım konduruyor. Yasujiro Ozu’nun stili ve estetiğini anımsatan Still Life, İran’ın bugüne kadar çıkardığı en iyi fakat uluslararası camiada hala yeterince tanınmayan sinemacılarından birinin muazzam bir sanat eseri. Ne yapıp edip seyredin.
The Runner / Devende (Amir Naderi, 1985)
The Runner / Devende (Amir Naderi, 1985) |
Çoğu zaman François Truffaut’nun 400 Darbe’siyle karşılaştırılan, İtalyan yeni gerçekçilik akımının stiliyle benzerlikler taşıyan The Runner, devrim sonrası İran sinemasının uluslararası seyirciyi etkilemeyi başaran ilk filmidir. Geleceğin İran sinemasının sanatsal tonunu belirlemesi sebebiyle pek çokları tarafından övgüye boğulan film, Amiro’nun en derinden gelen arzularını seyirciye aktarabilmek için kurgu numaralarını, yinelemeleri ve aralardaki dizilimleri kullanır. Küçük çocuk şehirde oradan oraya koşarken bir yandan trenleri ve uçakları da göstererek adeta bir yarışı tasvir eden Naderi, Amiro’nun hırsları ve gerçekçiliği arasında görsel bir bağlantı kurmaya çalışır. Onun arzuları, sinema sanatında liriksel kurgu yaratımının manifestosu haline gelir.
Bisikletçi (Muhsin Mahmelbaf, 1987)
Bisikletçi (Muhsin Mahmelbaf, 1987) |
Sosyal toplum eleştirileriyle döşenmiş ve fakirliğe yaptığı bakış açısıyla iç acıtan Bisikletçi, aynı The Runner gibi şanssızlık ve zorluklar karşısında insan ruhunun yaşadığı zaferi işliyor. Mahmelbaf, yinelemeler kullanarak filminde yaşamın gerçek hissini uyandırmaya çalışıyor. Nasim’in daireler çizerek bisiklet sürmesi, bizi, sevdiklerimiz uğruna çabaladığımız kendi günlük rutinlerimizi düşünmeye itiyor.
Yakın Plan (Abbas Kiyarüstemi, 1990)
Yakın Plan (Abbas Kiyarüstemi, 1990) |
Film, tamamen gerçek bir hikaye üzerinden kurgulanmıştır. Hüseyin Sabzian adındaki adamın tutuklama haberini gazetede okuyan Kiyarüstemi, bu konuyla ilgili bir film çekmeye karar verir. Yargı organlarıyla temasa geçer, sanığı hapishanede ziyaret eder ve mahkeme sırasında çekim yapabilmek için izin alır. Sabzian’la görüştüğü sırada sanıktan Muhsin Mahmelbaf’a iletmek üzere şu mesajı alır:“Ona söyle, The Cyclist benim hayatımın bir parçası.”
Sinema seyircisini, sinema sevgisi üzerinden ilerleyen harikulade bir maceraya davet eden Yakın Plan, aynı zamanda ahlak meseleleri üzerinde de bizleri -her zamanki gibi- iki yanıtı olan sorularla baş başa bırakıyor. Yarı belgesel kıvamındaki filmde Sabzian, Mahmelbaf’la hayatında ilk kez karşı karşıya geldiğinde ağlamaya başlıyor. Ünlü yönetmen ona “Mahmelbaf olmayı ister miydin?” diye sorduğunda Sabzian’ın verdiği yanıt seyirciyi düşünmeye itiyor: “Kendim olmaktan bıktım.” Yakın Plan, kimlik, insanlık ve sinema üzerine bugüne kadar yapılmış en güçlü filmlerden biri ve ne güzel ki, bu film, dünya üzerindeki en eşi benzeri olmayan sinemacılardan birinin elinden çıkmış durumda.
Chand Kilo Khorma Baraye Marassem-e Tadfin / Cenaze için birkaç kilo hurma – Saman Salur
Chand Kilo Khorma Baraye Marassem-e Tadfin / Cenaze için birkaç kilo hurma – Saman Salur |
İki yalnız, mutsuz ve sorunlu aynı gezegende. Sadry ve Yadi. Kuşkusuz coğrafi koşullar insan ruhunu ele geçiriyor. Issız ve ilkel bir benzin istasyonu. Bu yol eskiden canlı bir yoldu sonra bir insan gibi o da öldü. Dağların Adamı Barnabo’nun deposu gibi. (Dino Buzzati’nin ilk romanı) bu yolu ve benzin istasyonunu, dış dünyaya temas etmekten korktukları için gömmek istemezler. Jim Jarmush’un Stranger Than Paradise filminin soyut donuk havası; İran taşrasının, soğuk ve karlı havasının etkisiyle somut bir nitelik kazanmış bu filmde. İran Edebiyatının batıya dönük yüzü olan Sadık Hidayet öykülerinin hüzünle karışmış gerçekçi humorik yapısı film boyunca akarak izleyiciye edebi bir zevk veriyor. Filmdeki asıl meselenin İran’ın siyasi ve sosyal yapısına ilişkin değil de evrensel bir yalnızlık olgusu olması; filmi çekici kılan, sosyal mesaj kaygısı güden diğer iran yapımlarından ayıran ve sanatsal hava katan bir özelliğidir.
Sadry’nin bir gözü kör, bir gözü kardadır. Fotoğrafçı ölü kadın, ona ait kalabilsin ve içindeki yalnızlığı dindirebilsin diye ummaktadır. Kar ve soğuk dost, güneş ve sıcaklık düşmandır ona. “Bir gözümü kör ettiğin zaman senin olanı geri alıyorsun dedim. Ama artık dayanamıyorum.” “Beni bitiren güneşten başka bir şey yok.” “Yüreğimden başka hiçbir şeyi zapt edemem” Yadi ise gerçekle yüzleşemiyor ve beklemeye razı. Sıkıntısını neşeli olarak saklıyor, isyan ettiğinde bile. “Ben hayattaki en zayıf adamım.” Çünkü aşık. En son Silver Linings Playbook filminde de mektup, hayata tutunmak için bir motivasyon aracı olarak kullanılıyordu. Yadi, tek taraflı “mektuplaşma” sayesinde varlığına katlanabiliyordu. Beckham maketi, postacının çılgın kardeşi, cenazeci Oroudj, filmi renklendiren unsurlar olarak yer almakta, filmin mizahi yapısını sağlamlaştırmaktadır. Ayrıca kaynak kişisi Hidayet Kabak olan bir Azeri türküsü de filmin bir bölümünde Cenazeci Oroudj tarafından seslendirilmektedir.
Gözlerem yolunu her ahşam çağı / Çehme sinem üste sen hicran dağı
Hiçbir şey olamayan hayatlar ilgi çekiyor. Hiçbir şey olmayacak, hiçbir şey boşa. Önce kış olacak, her şey ilkbahara. “Cesetler hemen toprağa karışmazlar varlıkları bilinsin isterler. Patronlar gibi” diyor cenazeci Oroudj. Birkaç kilo hurma alıp gelin, bu filmi beraber gömelim. Ölüm hatıra bırakır.
Kara Tahta (The Blackboard/Blackboards), 2000
Kara Tahta (The Blackboard/Blackboards), 2000 |
Kış Zamanı – Rafi Pitts
Kış Zamanı – Rafi Pitts |
Şarkının sözleri şu şekilde:
“Selamını almazlar
Kafaları yakalarının içinde büzüştüğünden
Hiç kimse ne karşılık görmek ister
Ne de selamına karşılık verirler
Gözleri yeri ve ayaklarını görür
Yol karanlık ve kaygan olduğundan
Selamına karşılık verilmez
Kasvetlidir hava, kapalıdır kapılar
Yakaları içinde büzüşmüş kafalar
Ağaçlarda yaprak kalmamış
Adeta İskelete dönmüştür
Kış gelmiştir…”
Ekmek ve Çiçek (Muhsin Mahmelbaf, 1996)
Ekmek ve Çiçek (Muhsin Mahmelbaf, 1996) |
Anılar, zaman ve suç kavramları üzerine kaotik ve çekici bir iş olarak bu kişisel film gerçek ve kurgu arasında gidip geliyor -aynı bizim hafızamızın yaptığı gibi. Her şeyin ötesinde gerçeğe dayalı bu kurmaca okumayı yaratarak tarihi değiştiren kişi Mahmelbaf’ın kendisi oluyor. Ekmek ve Çiçek’in birdenbire, sahnenin donmasıyla bitişi akıllara 400 Darbe’yi getiriyor.
Kirazın Tadı (Abbas Kiyarüstemi, 1997)
Kirazın Tadı (Abbas Kiyarüstemi, 1997) |
Fazlasıyla minimalist ve gösterişsiz bir film olan Kirazın Tadı, uzun planlarını kullanarak seyircisini kendisinden belli bir mesafede tutmayı amaçlıyor. Kamera Bay Badii’nin arabasından kilometrelerce uzakta olsa bile diyalogları sanki arabanın ön koltuğunda oturuyormuşçasına duyuyor ve filmin içine girebiliyoruz. Böylelikle filmle olan birlikteliğimiz de hiçbir şekilde sekteye uğramamış oluyor. Yönetmen, bazı şeyleri açık açık göstermek yerine de görsel ipuçları öne sürmeyi uygun görüyor. Haliyle Bay Badii’yi seyirciye daha insancıl göstermiş oluyor ve empati uyandırıyor. Yakın Plan, Kiyarüstemi’ye göre onun göz bebeği olsa da Kirazın Tadı, muhtemelen her sinemasevere göre, her şeyden öte, tarihin en iyi filmlerinden biri.
Safar-e Ghandehar (Kandahar), 2001
Safar-e Ghandehar (Kandahar), 2001 |
Elma (Samira Mahmelbaf, 1998)
Elma (Samira Mahmelbaf, 1998) |
Elma, iki kız kardeşin on iki yıl süren esaretin ardından sosyal servis görevlilerince dış dünyayı ilk kez görmeleri için serbest bırakılmalarının öyküsüne odaklanıyor. Pek çok yeni dalga eseri gibi bu film de gerçeklik ve sanatın buluşmasını sorguluyor. Mahmelbaf, kızları birer kurban, ebeveynlerini ise birer canavar olarak göstereceği bir belgesel yaratmak yerine yaşananları baştan canlandırma taktiğini kullanıyor. Yardım için haykıran genç kızların öyküsü yerine İranlı kadın yönetmenlerin tutunduğu dallardan birine, cinsiyet eşitliği bir ağıt yakıyor. Hayli otantik ve artistik bir film Elma. Ve 17 yaşındaki bir genç kızın elinden çıktığına inanılmayacak kadar hayranlık uyandırıcı.
Kasi az gorbehaye irani khabar nadareh / Kimse İran Kedilerinden Bahsetmiyor (2009) – Bahman Ghobadi
Kasi az gorbehaye irani khabar nadareh / Kimse İran Kedilerinden Bahsetmiyor (2009) – Bahman Ghobadi |
Film cezaevinden salıverildikten sonra bir grup kurmaya çalısan ve daha sonra da Iran’ı terketmeye hazırlanan iki genç müzisyeni izlemektedir. Çifte, Tahran’da ve etrafında dolasmaları ve bir grup kurmak ve daha sonra ülkeyi terketmekle ilgilenebilecek diger underground müzisyenleri aramalarına yardım eden Nader adındaki underground müzik tutkunu ve yapımcı bir adam dostluk gösterir. Film, Iran’daki rejimin bagımsız müzisyenlere ve genelde de Iran gençligine yönelik yasal ve kültürel baskılarının vurgulamaktadır.
Negar ve Ashkan, Tahran’da indie rock müzik yapan genç bir ikili. Londra’da verecekleri konser için grubu tamamlamak üzere eleman arıyorlar. Ama bundan daha büyük bir sorun var; vize. Film, ülkeden çıkabilmenin yolları her geçen gün daralırken, bu gençlerin sahte pasaport karaborsasının içine dalışlarını takip ediyor. İkilinin geri kalan zamanları ise müzikle geçiyor; otoparkta, ahırda, neresi olursa orada konser veren başka indie gruplarla birlikte. Tahran’ın son dönemde patlamakta olan yeraltı müzik dünyasında gezinen film, resmi izin olmadan sadece 17 günde çekilmiş. Gerçek karakterler üzerine kurulu hikayesiyle film, gerçekle kurmaca arasındaki sınır çizgisini bulanık bırakıyor. Elektro blues’dan hiphop’a kadar her telden çalan yüzlerce farklı genç grup var; kimisi İngilizce, kimisi Farsça söylüyor. Ülkede yasak olan İngiliz NME dergisi elden ele dolaşıyor. Ne konser salonlarına ihtiyaçları var, ne de teknik donanımlı sahnelere; onlar müziklerini her yerde yapabiliyorlar. Ghobadi’nin bu gerçek hikayenin içinde özgürce dolanan kamerası, Tahranlı genç müzisyenlerin tutkusunu, enerjisini, öfkesini ve umudunu yakalamayı başarıyor. Bu film, en zor koşullarda bile bir yol bulup yaratıcılıkla fışkıran sanatçı ruhlara rock ‘n’ roll dilinde bir ithaf…
Ödüller:2009 Cannes Film Festivali: Belirli Bir Bakış – Jüri Özel Ödülü
Avaze Gonjeshk-ha (The Song of Sparrows), 2008
Avaze Gonjeshk-ha (The Song of Sparrows), 2008 |
Darbareye Elly (About Elly), 2009
Darbareye Elly (About Elly), 2009 |
Yalanın doğası, insanlar üzerindeki etkisi, küçük bir yalanın olayların seyrini ne kadar saptırabileceği gibi konularda gidip geliyor film. Yalan konulu olmasından mütevellit kameranın taraf tutmaması, ortaya çıkan yalanlarla gidişatın sürekli değişmesi sebebiyle birden çok bakış açısı görmemiz filmi özgün kılan ögelerden.
Baran, 2001
Baran, 2001 |
Khane-ye Doust Kodjast? (Where is the Friend’s Home?), 1987
Khane-ye Doust Kodjast? (Where is the Friend’s Home?), 1987 |
Cennetin Rengi (Mecid Mecidi, 1999)
Cennetin Rengi (Mecid Mecidi, 1999) |
1998 yılında yabancı dilde en iyi film kategorisinde Oscar’a aday gösterilen bir önceki filmi Cennetin Çocukları’na kıyasla Cennetin Rengi, baba ve oğul arasındaki gergin ilişkiyle daha fazla kafa yoruyor gibi gözüküyor. Pek çokları tarafından, belki de finali itibariyle, Federico Fellini’nin La Strada filmi ile karşılaştırılan Cennetin Rengi, aile yaşamının zengin ve dokunaklı bir tasviri. Tüm oyuncuları sevecen performanslar sergiliyor ve seyirciye, birer insanoğlu olarak özlerine dokunan güçlü bir duygu seli vaat ediyor.
The Day I Became a Woman Kadın Olduğum Gün (Marziye Meşkini, 2000)
The Day I Became a Woman Kadın Olduğum Gün (Marziye Meşkini, 2000) |
Havva, artık 9 yaşına girdiği için çevresindekiler tarafından bir kadın olarak görülüyor ve sokakta erkeklerle oynamaması için uyarılıyor ve artık yasaklarla geçecek yaşantısına başlamadan önce, son bir gün dahi olsa arkadaşıyla sahilde oyun oynamak istiyor. Ahu ise kocası ve yaşadığı yerdeki diğer erkekler ile fikir ayrılığına düşüyor çünkü kocasının isteklerini yerine getirmeyi reddediyor. Erkek egemen topluma, Havva’nın arkadaşıyla oyun oynadığı plajda düzenlenen bir bisiklet yarışına katılarak meydan okuyor. Üçüncü karakterimiz Hure ise artık yaşamının sonuna yaklaşmış bir kadın ve özgürlüğünü bu son zamanlarında yeniden keşfetmeyi deniyor. Hayatı boyunca sahip olamadığı her türlü imkana sahip olmak için son bir uğraş veriyor.
Yönetmenin anlatımındaki şiirsellik ve zengin estetiği ile The Day I Became a Woman, evlat, eş ve anne olarak bir kadının yaşamının üç evresini, üç kadın üzerinden iç ısıtan bir atmosferle seyirciye takdim ediyor. Sinemada güçlü bir kadın sesin değerini gösteren basit, minimalist ve çok önemli bir çalışma.
Offside, 2006
Offside, 2006 |
10 (Abbas Kiyarüstemi, 2002)
10 (Abbas Kiyarüstemi, 2002) |
Kiyarüstemi’nin yönetiminden bağımsız sabit bir kamera ve bir grup ‘karakter’ eşliğinde seyreden film, eşi benzeri olmayan otantik seslerle bağ kurmamıza ve Tahran’ın modern yaşantısına kısa bir süreliğine dahil olmamıza olanak sağlıyor. Kiyarüstemi’nin daha sonra “Ten on 10″ isimli belgeselinde de dediği gibi bu film “kadın ve erkek hakkında olmaktan da öte bir var oluş öyküsü” üzerine.
Tamamen dijital formatta çekilen ’10’, esasen Kiyarüstemi’nin kişisel bir yolculuğu kıvamında. Kirazın Tadı’nı çektikten sonra filmin bir kısmının işleme laboratuvarında bozulması üzerine bu kısımları dijital formatta yeniden çekmek zorunda kalan yönetmen, 35 mm kameraya kıyasla dijitalde karakterlerin çok daha farklı performanslar sergilediğini gördüğüne inanmış ve böylece ’10’u çekmeye karar vermiş.
Film, pek çokları tarafından yol ve yolculuk türüne yepyeni bir bakış açısı, taze bir keşif olarak kabul ediliyor. Geleneksel yapım metotlarından sıyrılarak bunu başaran ’10’, senaryosuz kimliği ile minimal ve basit bir kurallar bütüne sadık kalmayı tercih ediyor.
Kaplumbağalar da Uçar Lakposhtha Parvaz Mikonand (Bahman Ghobadi, 2004)
Kaplumbağalar da Uçar Lakposhtha Parvaz Mikonand (Bahman Ghobadi, 2004) |
Kaplumbağa olgusununun Kürt diasporası için bir metafor olarak kullanıldığı film, savaşa meyilli ülkelere beslediğimiz antipatik görüşlere meydan okuyor. Kürtlerin Türkiye ve Irak arasında kalmış, savaşın içine sokulmuş, göç ve soykırım tehlikesiyle karşı karşıya kalıp var olma mücadelesini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Satellite, yani Uydu lakaplı bir çocuğun liderlik ettiği bir grup çocuğun ortak çalışmayla savaş bölgesindeki mayınları temizleyip Birleşmiş Milletler’e satmasını seyrettiğimiz film, bir hayli vurucu ve rahatsız edici bir gerçeklik dozuna sahip ve bu seyrettiklerimiz, modern insanın problemlerinin yanında oldukça can sıkıcı bir çarpıcılık barındırıyor. Bizler televizyonlarımızın başında, güvenli evlerimizde, sevdiklerimizle beraber bu savaşın ayrıntılarını takip ederken bu çocuklar savaşın getirdiği tüm felaketleri birinci elden, tüm çıplaklığı ve çarpıcılığı ile yaşıyor. Her biri, bir şekilde yara almış ve hayatta kalmaya çalışan binlerce isimsiz çocuğu temsil ediyor. Onların cezası, istemedikleri ve anlamadıkları bir savaşın ortasında doğmaktan başka bir şey değil. Kaplumbağalar da Uçar, savaş ve çocuklar üzerine bugüne dek yapılmış en gerçekçi ve vurucu sinema eserlerinden biri.
Rüzgar Bizi Sürükleyecek, Bad Ma Ra Khahad Bord (The Wind Will Carry Us), 1999
(Füruğ Ferruhzade Şiirinden Esinlenerek)
Rüzgar Bizi Sürükleyecek, Bad Ma Ra Khahad Bord (The Wind Will Carry Us), 1999 |
Jodaeiye Nader az Simin - Bir Ayrılık (Asgar Ferhadi, 2011)
Jodaeiye Nader az Simin - Bir Ayrılık (Asgar Ferhadi, 2011) |
Bir Ayrılık, kızı için daha iyi bir gelecek istemesi doğrultusunda İran’dan ayrılmak istenen bir kadının yaşadıkları üzerinden gelişiyor. Kocası, kadının bu istediğine karşı geliyor çünkü Alzheimer hastalığından muzdarip babasını bırakıp gitmek istemiyor. Bu çatışma, filmi, içinden çıkılması güç bir karar mekanizmasına doğru sürüklüyor. Yalnızca bir kadın ve erkek arasındaki bir ayrılığa değil, ebeveynler ve çocukları, borçlu ve alacaklı, iş veren ve işçi, gerçek ve adalet üzerinde bir ayrılığa odaklanıyor film. En nihayetinde bir kazanan olmuyor, kimse mutluluğa erişmiyor ve yönetmenin diğer filmlerindeki gibi seyirci suçlayacak kimseyi bulamıyor.
Kusursuz ve kendinden emin bir iş olarak karşımıza çıkan Bir Ayrılık, İran sinemasının gücünü muhteşem bir biçimde özetlemeyi başarıyor ve aynı öncüllerinin yaptığı gibi, şanlı kültürlerini dünyanın geri kalanıyla paylaşmaya devam eden yeni bir sinemacı jenerasyonun doğuşunu simgeliyor.