Baştan sona Woody Allen

Woody Allen 20. yüzyılın dahi sanatçısı, sinema tarihinin yaşayan en önemli yönetmenlerinden, Amerikan tiyatrosunun kendine has oyun yaz...

Woody Allen
20. yüzyılın dahi sanatçısı, sinema tarihinin yaşayan en önemli yönetmenlerinden, Amerikan tiyatrosunun kendine has oyun yazarı, oyuncu, senarist, caz sanatçısı Woody Allen 1 Aralık 1935'te düşük-orta sınıf Ortodoks Yahudi bir ailenin ilk çocuğu olarak New York kentinin Brooklyn semtinde dünyaya gelir. Ailesinin ona verdiği isim Allen Stewart Konigsberg olmasına rağmen o, ‘inek’ gibi çalışkan bir öğrenci ismi gibi duran Stewart yerine, 17 yaşından bu yana, hayran olduğu caz klarnetçisi Woody Herman’dan devraldığı “Woody” ismini kullanıyor. Bu isim değiştirme konusunda ortalıkta aralarında çizgi-karakter Woody Woodpecker’ın da dahil olduğu pek çok şehir efsanesi dolaşsa da, Rus Masha Vasyukova’nın “konuya bir de bu tarafından bakalım” diyerek çektiği ilginç filme de meraklıları için değinmek gerek.

Kısaca, Woody'nin atalarından aldığı Konigsberg soyadı, Almanya hâkimiyetinden 1945’te Sovyet Rusya’ya geçene kadar Königsberg olarak bilinen bugünkü Kaliningrad şehriyle aynı kaderi paylaşmaktadır. Yönetmen Vasyukova da, bu ortaklığı bizzat Woody Allen'ın da katıldığı ilginç bir mockumentary'e dönüştürür ve ‘Woody/before/Allen’ isimli filminde bu olayı anlatır.
Büyük bunalım artık yavaş yavaş kendini hissettirmeye başlamıştır. Woody’nin annesi Nettie Konigsberg aile lokantasının muhasebesini tutarak, babası Martin Konigsberg ise takı oymacılığından garsonluğa pek çok ayrı işte dikiş tutturmaya çalışarak sağlıyordur evin geçimini. Nettie, 1930 yılında, yine ailesinin küçük lokantasında çalışırken tanışmıştır kocası Martin'le. Çoğu Yahudi ailesinde olduğu gibi, Nettie de evin en akıllı genç kızının yapması gereken şeyi yapıyor, her ne kadar kendini boğuluyor gibi hissetse de lokantanın kâğıt işleriyle uğraşıyordur.

Woody’nin anne ve babası, Manhattan'ın özellikle Yahudi mülteci gruplarına ev sahipliği yapmış olan 'Lower East Side' mahallesinde doğmuştu. Kültürlerine ve geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bir aileydi onlarınki. Üç kuşaktır New York'ta yaşayan Woody, kendisinden 8 yaş küçük kız kardeşi Letty ile birlikte, Brooklyn'in kenar mahallerinde büyüdü.

Çocukluk Yılları.

Pek de mutlu bir çocukluk geçirdiği söylenemezdi küçük Woody’nin. Anne babasının birbirlerine karşı olan uzak ve soğuk ilişkisi, Woody’nin sert mizacından kaynaklanan gerilimle birleştiğinde tartışmalar da kaçınılmaz oluyordu. Zamanın çoğunu sadece Yidce ve Almanca konuşabilen dedesinin yanında geçiriyor oluşu da bundandı. Haliyle Woody de, ilk çocukluğu boyunca evin tek geçerli dili olarak sadece Yidce konuştu. 20. yüzyılın başlarında Avrupalı Museviler tarafından Amerika'ya taşınan gizli bir dil olan Yidce, ironi ve kuşku bakımından zengin olmasının yanı sıra Yahudi Mizahı'nın çekirdeğini oluşturmasıyla da Woody’nin komedi anlayışını önemli ölçüde etkilemiştir. 8 yıl boyunca bir Musevi Okulu’nda aldığı İbranice eğitimin ardından önce bir Halk Okulu'nda daha sonra da Midwood Lisesi'nde öğrenimine devam eden Woody, okul yıllarında yaptığı olağanüstü sihir ve kart numaralarıyla arkadaşlarını etkilemeyi başarmıştır. Hatta kızıl saçlarından ötürü “Kızıl” lakabını aldığı lisenin en popüler sloganı “Konigsberg’le asla kart oynama”dır. Hâlâ kartlardan kopamayan Woody bu ilişkisini, “kartlardan, elini piyano tuşlarına koyan bir konser piyanistinin aldığı zevki alıyorum” şeklinde tanımlar.

Fakat Woody’nin sihir ve kart oyunlarında gösterdiği bu üstün yetenek, öğrenciler arasında sivrilmesini sağlasa da, hocaları için aynı şey söylenemezdi. Okulu ve gerektirdiği disiplini sevmiyordu genç Woody. Farlı bir hayal gücü ve bunu ateşleyecek kadar da renkli bir aile yaşantısına sahipti. Sihirle ilgilenmesi de bunun bir nevi dışavurumu sayılabilirdi. Sadece okulu sevmemekle kalmıyor, okulda kötü bir örnek olarak gösterilmeyi de fazlasıyla başarıyordu.

Tüm öğrenciliği boyunca Woody, 14. ve 15. Doğu Sokağı’nın arasındaki 1402 Avenue K’da bulunan apartmanın farklı katlarında, ailesiyle birlikte yönünü bulmaya çalışan bir mekik gibi sürekli taşınarak yaşar. Bu zorunlu göçler sırasında çoğu zaman Hitler’den kaçan akrabalarına ya da teyzelerine misafir olur.

Woody, 1965’ten bugüne her yıl bir film armağan ettiği sinema dünyasıyla, 3 yaşında gittiği Disney'in 'Pamuk Prenses' animasyonu sayesinde tanışır. Bu filmden sonra içindeki sihirbazlık aşkına, bir de sinema aşkı eklenecektir. Brooklyn'de kendileri gibi düşük-orta sınıf ailelerin yaşadığı bir mahallede oturan Woody, çocukluğunu anlattığı bir söyleşisinde o zamanları şöyle anlatır; “25 ya da daha fazla sinema salonuna yürüyerek gidebileceğim bir mesafede oturuyordum. Zamanımın çoğunu (özellikle de okulun tatil olduğu yaz aylarını) sinemalarda geçiriyor, kışın ise tüm hafta sonlarımı buna ayırıyordum.” Henüz okuma-yazma bilmediği dönemlerde, ileride çekmek istediği filmlerinin hikâyelerini kafasında kurmaya başlayan Woody’nin okuldaki en sevdiği dersin kompozisyon olmasına şaşmamalı.

Sinema ile İlk Tanışma.

Radyonun altın çağını yaşadığı bir dönemde kulaklarında Swing ezgileriyle büyüyen Woody, harçlığını sinema gişelerine yatırmadan çok önce sıkı bir caz takipçisi olarak parasının çoğunu plak koleksiyonu için harcamaya başlamış, 15’inde elinde aldığı klarneti ise bugün bile elinden hiç bırakmamıştır.

Büyüdükçe sinemayla olan bağını daha da kuvvetlendiren Woody, film yönetmenliğinin cazibesine yavaş yavaş kapılmaya başlar. Gözleri Hollywood'un ışıltılı setlerinden çok, Amerika'da pek ilgi görmeyen Avrupa sinemasındadır. Bir kaç arkadaşıyla birlikte kendilerini tamamen daha olgun buldukları Avrupa Sineması’na verirler. Bu dönem İsveçli yönetmen Ingmar Bergman ve Avrupa sinemasıyla tanışan Woody, favori yönetmenini bulmuştur artık. Kuzey Avrupa'nın soğuk ve karanlık ama daha insanî atmosferinde geçen Bergman'ın filmleri, Woody’nin ileride çekeceği pek çok filminde birer gönderme olarak yerlerini alacaktır.

Yazdıklarının çöpe gitmemesi adına ve ‘en azından harçlığımı çıkarırım’ düşüncesiyle mizahi notlarından oluşan yazılarını dönemin ünlü köşe yazarlarına gönderir Woody. New York Post gazetesinden Earl Wilson'ın dikkatini çeken yazılar, yazarın makalelerinin en altında küçük vecizelere dönüşür. 16 yaşındaki utangaç Woody, okul arkadaşlarının ismini gazete sayfalarında görmemesi için asıl ismiyle değil, Woody Allen ismiyle imzalıyordur esprilerini. Haliyle bu komik notları gazetelere gönderen yazarı dışında kimse, bu esprilerin o yaştaki Woody tarafından yazıldığını bilmiyordur henüz. New York Post gazetesinin gelenekselleşmiş "Earl'ün İncileri" köşesinin aslında Woody’in incilerine dönüşmesine ramak kalmıştır. Tarih 25 Kasım 1952'dir, Wilson esprilerin sahibini açıklar ve Woody’nin daha sonraları komedyen olarak anılacağı başarılarla dolu mizah yazarlığı kariyeri de böylece resmen başlamış olur. Woody Allen’ın ismi ilk defa duyulmuştur artık, fakat ortada bir sorun vardır: Kimdir bu Woody Allen? Kendisi bile Woody’i tanımayan Earl Wilson'ın bir halka ilişkiler şirketine verdiği cevaba göreyse; “Brooklynli bir herifin teki”nden başkası değildir.

Bunun ardından, kendilerine küçük espriler yazması için Woody ile görüşme ayarlayan ajans, 16 yaşında çelimsiz bir delikanlıyla karşılaşmayı pek de beklemiyordur. Fakat bu durum umurlarında değildir, nihayetinde haftada 40 dolar karşılığında anlaşma imzalanır. Her gün, öğleden sonraları okuldan çıkıp üzerini değiştirmeden Madison Avenue’deki ajansa uğrayan Woody, akşam yemeğine kadar 50 kadar imzasız espri yazar. Ajans bu kadarının fazla olduğunu söylese de, Woody’nin çoğunu Brooklyn metrosunda ofise gelirken yazdığını bilmiyorlardır. Anne ve babasının toplam kazancından fazlasını kazanıyordur o dönem. Şirket de, esprilerin sahibi de, bu esprilerin altına imzalarını atan köşe yazarları da hallerinden memnundur…

Kısa Süreli Üniversite Macerası.

Liseyi de tıpkı ilkokulda olduğu gibi zorluklarla ve gösterilmeye utanılacak bir diplomayla bitiren Woody, sinemayla organik bir bağ kurmak ve sinemada bir kariyer yaratmak niyetiyle 1953'te, Martin Scorsese ve Oliver Stone gibi pek çok sinemacının da eğitim aldığı New York Üniversitesi'ne girer. Daha önce hobi olarak ilgilendiği sinemayla olan en ciddi bağı burasıdır.
Üniversitede sinemanın yanında dünyaca ünlü yazar Lajos Egri’nin dramatik yazarlık derslerine de katılır. Fakat tıpkı okulda olduğu gibi, en fazla bir dönem devam ettiği üniversitede de umduğunu bulamaz ve kaldığı bir kaç dersin ardından, eğitimini pekâlâ kendi başına da alabileceğini söyleyerek üniversite hayatını noktalar. Üniversite dönemi bitse de, Woody için hayat daha yeni başlıyordur. Gözü yükseklerdedir. İnsanlığın Ay’a ayak basmasına 10 kala, kendisini televizyon dünyasında komik olmaya çalışan çoğu kişiden daha yetenekli ve zeki gören kahramanımız, gözlerini televizyon dünyasına çevirmiştir.

Allen Sahnede.
resim
Üniversite hayatına nokta koyan Woody, 1954’de 16 yaşındaki felsefe öğrencisi Harlene Rosen ile evlenir. 19 yaşındaki Woody için ilkler yılıdır bu dönem: ilk evlilik, ilk psikanalist ve ilk ev. Eşiyle Manhattan’a taşınan Woody, kendini senaryo yazmaya verir. Aynı zamanda dönemin ünlü komedyenlerinden Herb Shriner için haftada 75 dolara tam zamanlı espriler kaleme alır. 1957'de Amerikan NBC kanalında yayınlanan "The Tonight Show" programında durum komedileri ve espri yazarı olarak çalışmaya başlar. Bob Hope, Art Carney, Sid Caesar ve Ed Sullivan gibi meşhur yıldızlar için metin yazarlığı yapar. 22 yaşındadır artık ve haftalık kazancı 1.500 dolara kadar yükselmiştir. Fakat mali açıdan düzlüğe çıkmış olsa da evliliği çatırdamaya başlamıştır. Aradıkları huzuru bulamayan Woody ve Rosen çifti beş yıl sonra boşanır. Boşanmanın ardından Rosen, kendisini gösterilerinde “Korkunç Bayan Allen” şeklinde niteleyerek aşağıladığı gerekçesiyle Woody’e 1 milyon dolarlık bir tazminat davası açacak ve bu dava kamuoyu tarafından aslında bir başarı simgesi olarak okunacaktır.

Woody, 1960'da ilk kez sahne deneyimini yaşar. Sanatçıların, entelektüellerin ve NYU öğrencilerinin uğrak bölgelerinden, Beat kuşağının doğum yeri Greenwich Village'ın ünlü mekânlarından Duplex isimli kabarede tek kişilik gösterisine başlar. Şov dünyasının göbeğindedir artık. Fakat yaşananlar tam bir fiyaskodur. O zamanki menajeri durumu rezalet olarak niteler. Amerika henüz Woody'e hazır değildir. Yazdığı ve imzasız dağıttığı esprilere gülen insanlar, sahnedeki bu utangaç ve garip adamın hallerini şaşkınlıkla izliyorlardır. Durum tam bir hayal kırıklığı olmuştur. O zamanki menajeri Jack Rollins, sigarasını yakıp "Hata nerede, Wood?" diye sorduğunda, soyunma odasında ecel terleri döken Woody'nin cevabı basittir: seyirci düşman gibiydi...

Şov Dünyasının Yeni Yıldızı.
resim
Woody Allen’e göre bu dönem hayatının dip noktalarından biridir. Sahne korkusu midesinde kramplara sebep oluyor, 5-6 kez kaçmayı denediği sahneyi menajerinin ısrarlı çabaları nedeniyle bırakamıyordur. Zar zor bitirdiği gösteriyi ertesi gün nasıl tekrar yapacağım diye düşünürken kış gelip çatar. Eşinden yeni ayrılmış, sahne işi nedeniyle birkaç TV projesinden kovulmuş Woody, Manhattan’ın göbeğinde soğuğa aldırmadan hayallere dalıyor, sinema salonlarının yanından geçerken insanların kendisini anlamadığı konusunda bağıran iç sesini ikna etmeye çalışıyordur. Bazı günler iki üç seyircinin karşısına çıkmak, bu seyircilerin de ilk gösteriden beri gelenler olduğunu görmek, Woody’nin o akşam uykusuz kalacağının garantisi oluyordur. Woody devam eder, kış ilkbahar olur. Sonraki gösterilerde, ayağında kirli bir klasik spor ayakkabı, üstünde buruş buruş olmuş dokuma pamuk kumaş bir pantolon ve eskimiş siyah bir süveterle çıktığı sahne yavaş yavaş sever Woody'i. Gösteri ritmini bulmuş, seyirci de buna alışmıştır artık. Pek çok kısa hikâyesini yayınlayacak olan New Yorker’a haber olmuştur. Şehrin yeni yetenekleri adına verilen ve katılmamak için elinden geleni yaptığı partilere davet edilir. 1964’de katıldığı bir davette, sosyal yardım ofislerinin önünde uzanan uzun kuyruklarıyla ünlü Bronx’ta yetişmiş bir çocuk tedirginliğiyle dönemin ABD Başkanı Lyndon Johnson’ın elini sıktığında, Amerikan kültür hayatını geri dönülemez bir şekilde değiştireceğini biliyordur.

Hayatından otobiyografik izler taşıyan stand-up show’ları kulaktan kulağa yayılmış, seyirci korkusu olmasına ve alkışlanmaktan delice utanmasına rağmen, 'Yahudi bakış açısına sahip nevrotik kişilikli entelektüel' olarak çıktığı komedi sahnesi zirveye taşımıştır onu. Sahne işlerinin yanı sıra o dönem bir kaç da kısa hikâye yazar. 1963'e kadar televizyon için dizilerden TV filmlerine, show programlarından kısa filmlere bir düzine iş üretir. Dönemin popüler "Gizli Kamera" programının bazı bölümlerini yazar hatta bazı bölümlerinde bizzat rol alır. Woody kısa sürede New York'ta, sonra ABD'de, daha sonra ise tüm dünyada kendinden söz ettirmeye başlamıştır. Londra, Paris ve Roma’ya ayak basar. Gittiği her yere taşıdığı başarısı kendisine pek çok kapı açar. Avrupa sanatından fazlasıyla etkilenen Woody için bu seyahatler, William S. Burroughs ile Franz Kafka’yı aynı anda okumak gibidir.

Sinemaya Sıçrayış.
resim
Gece çıktığı sahne ve yazdığı birkaç TV şovuyla geçimini sürdüren Woody Allen için artık sinemaya sıçrama zamanı gelmiştir. Sahne aldığı bir gece tanıştığı yapımcı Charles K. Feldmanın “Bize Paris’e gidebileceğimiz ve hatun kovalayacağımız bir şeyler yaz” teklifini geri çevirmeyen Woody, ticari sinemaya balıklama atlamış olur. Böylece United Artists stüdyosu tarafından Feldman’ın yapımcılığında 1965'te Paris’te Clive Donner ve Richard Talmadge yönetmenliğinde çekilen “What's New, Pussycat ?” isimli filmin hem senaristi hem de filmdeki küçük rolüyle oyuncusu olarak sinemaya ilk adımını atar.

Üç adamın kontrol edilemeyen cinsel dürtülerini anlatan bu komedi, Feldman’ın senaryo üzerinde yaptığı değişikliklerle Woody’nin yazdığından farklı bir yapıma dönüşür. Bu adım uzun soluklu bir koşuya dönüşecektir fakat Woody, gişede iyi bir ticari başarı elde eden filmi beğenmez. Her ne kadar yazdığı senaryoya güvense de, yapımcı ve yönetmenin filmi bambaşka kurgulayıp onu bir paçavraya dönüştürmesi Woody’de hayal kırıklığı yaratmıştır.

Bu ilk hayal kırıklığından sonra Woody, sinemada ipleri elinde tutması gerektiğini düşünür ve artık yönetmeni olmadığı filmlere senaryo yazmayı reddeder. Böylece bir sonraki filminde Woody hem yapımcı hem de yönetmen olarak görev alır. Woody’nin "auteur yönetmen" olarak adlandırılacağı süreç de böylece başlamış olur.

What’s Up, Tiger Lily?
resim
Henüz sadece bir uzun metrajda yer almasına ve sinema pratiği konusunda pek de tecrübeli sayılmamasına rağmen Woody Allen, 1966’da ilk yönetmenlik denemesinde casus temalı bir Japon filminden 6 arkadaşıyla birlikte tekrar uyarladığı (ya da 'Amerikanlaştırarak' dublajladığı) kaba komedi “What's Up, Tiger Lily ?”yi ‘yönetir’.

Woody, kurgusunu da üstlendiği filmde seslendirme yapmasının yanı sıra oyuncu olarak da görev alır. Woody’nin kariyeri boyunca yapımcılığını yaptığı tek yapım olan “What’s Up, Tiger Lily?”, garip bir ajan parodisidir. Yönetmenin sinemasal dilini açık ettiği ilk dönem komedilerinden biri olmasının yanı sıra, ses ve görüntü denkleminde ileride kurulacak analojilerin de ana hatlarını vermesi açısından önemli bir filmdir karşımızdaki. Farklı bir mizah anlayışı ve hınzır bir anlatıma sahiptir. Popüler kültür referansları, okları Hollywood’a çevrilmiş bir kızgınlık ve Yahudi köklerine olan alaycılık da sonraki dönemde seyredeceğimiz filmlere giriş niteliğindedir.

Casino Royale
resim
Artık Hollywood'da ismini duyurmaya başlasa da henüz kendi komedi formunu sinemaya aktarabildiğini düşünmeyen Woody Allen’nin bir sonraki işi 1966'ta çevrilen James Bond parodisi “Casino Royale” olur. Filmde senaryo yazarı ve küçük bir rolde de olsa oyuncu olarak yer alır. Film sinema tarihinin en ilginç yapımlarından biri olarak tarihte yerini alırken, eleştirmenler tarafından absürt bir başyapıt olarak değerlendirilir.

Filmdeki rolü her ne kadar küçük de olsa, bu rol için 6 ayını Londra'da geçiren Woody, film çekilirken pokerden kazandığı ve çoğunu yağlı boya tablolara yatırdığı paralar haricinde projeden iyi de bir ücret almıştır. Böylece sinema tarihinin en başarılı ve sıra dışı kariyerlerinden birinin işaret fişeği ateşlenmiştir artık.

İkinci Evlilik.
resim
1966’da uzun bir süredir görüştüğü aktris Louise Lasser ile ikinci evliliğini gerçekleştirir. Böylece eşlerini filmlerinde oynatma geleneği de başlamış olur. Lasser, evliliği sırasında Woody Allen’nin üç filminde de rol alır. Vergi uzmanı bir kayınpedere kavuşan Woody, o yıl gelirlerini 250 bin dolara kadar çıkartmayı başarır. Evlilikle birlikte bekâr evinde değişikliğe gidilir. Lüks ve marka eşyalarla dolu, estetik bir iç dekorasyonla yenilenen evin duvarları Woody’nin satın aldığı pahalı tablolarla örülür. İşler başta yolunda gitse de, yaklaşık dört yıl ve çekilen üç filmin ardından, ikili 1970’de dostça ayrılır. Bu boşanmanın ardından Woody üçüncü ve son evliliğini 11 sene sonra kendisinden 35 yaş küçük evlatlığı Soon-Yi Previn ile yapacaktır.

Tabii Woody yazmaya devam ediyordur. Bu dönem ABD'nin en entelektüel dergisi sayılan 'The New Yorker' için kısa hikâyeler yazar ve karikatür fikirleri üretir. Aynı yıl Woody’nin yazdığı “Don't Drink the Water” adlı tiyatro oyunu Broadway’de sahnelenir. İleride Howard Morris’in sinemaya, Woody’nin ise TV’ye uyarlayacağı bu oyun 598 kez sahnelenecektir. Woody’nin oyunu sinemaya aktarmama sebebi ise, metni gerçekten kötü bulmasıdır.

Parayı Al ve Kaç-Take the Money and Run
resim
1969’da birkaç kısa film çeker. Charles Chaplin’in “Şehir Işıkları (City Lights)”nı mizahi bir bakışla tekrar ele aldığı "Cupid’s Shaft" ve kendisinin bir hahama hayat verdiği “Pygmalion” uyarlaması televizyonda yayınlanır.

Woody aynı yıl ilk canlı aksiyon yönetmenlik denemesi “Parayı Al ve Kaç (Take the Money and Run)”ı çeker. Woody’nin tüm kademelerinde rol aldığı film, gangster filmleri janrını ti’ye alır. Woody’nin çocukluk arkadaşı olan Mickey Rose ile birlikte yazdığı senaryo ilk önce İngiliz yönetmen Val Guest'e verilir fakat yapımcı firma filmi onun yönetmesine yanaşmaz. Senaryo daha sonra Jerry Lewis'e geçer ancak stüdyo onu da istemez. United Artist stüdyosunun elinde çıkmaza giren proje, yeni kurulan Palomar Pictures stüdyosuna geçer ve Woody’e 1,6 milyon dolar bütçe ayrılarak filmi yönetmesi teklif edilir. Woody de bu öneriyi kabul eder ve ilk dönem komedileri bu filmle başlar.

Filmi seyreden stüdyo gördükleri karşısında pek de hoşnut değildir fakat yapımcı Charles H. Joffe’nin ısrarlarıyla film bir festivalde ilk gösterimini yapar. Alınan olumlu eleştiriler sonrası vizyona sokulan “Parayı Al ve Kaç”, hem seyirci hem de eleştirmen tarafında beğenilerek gişeden mutlu ayrılır. Woody Allen 'persona'sından pek çok detayın perdeye yansıdığı bu komedi (filmin kahramanı ile Woody’nin doğum günleri aynıdır), kâğıt ve kalem yardımıyla soymak için geldiği bankada gişe memuruyla yazarak bile anlaşamayan Virgil Starkwell isimli beceriksiz bir suçlunun geriye dönüşlerle katkı sağlanan hayatını yer yer belgesele kaçan bir teknikle anlatır. İleride yönetmenin favori anlatım tarzlarından birine dönüşecek olan bu tekniğin zirve noktası Zelig olacaktır. Gerçekliğin çok katmanlı bir atmosfere hapsedildiği “Parayı AL ve Kaç”, ‘mockumentary’ janrının ilk örneklerinden biri sayılır.

Aynı yıl Woody’nin ikinci tiyatro oyunu ‘Play It Again, Sam’ sahnelenir. İleride Woody’nin sevgilisi olacak Diane Keaton’ın da rol aldığı oyun öyle ses getirir ki, pek çok dile çevrilmesinin yanı sıra, dünya tiyatro repertuarlarına da girmeyi başarır. Kadınlar konusunda aradığını bulamayan oyunun başkahramanı isyankâr Allan Felix’in bunalımlarına şahit olduğumuz ‘Play It Again, Sam’, Broadway’de 453 kez sahnelenir ve tiyatro dalında dağıtılan Tony Ödülleri’ne 3 dalda aday olur.

Son filminden sonra gösterdiği başarının ardından, daha önce Woody ile anlaşma masasına düşük tekliflerle gelen United Artists stüdyosu, Woody’nin menajeri Charles H. Joffe ile yeni bir anlaşma yapmak ister. Joffe, stüdyonun daha önceki teklifini 2.5 katına çıkararak her film için 2 milyon dolar, en az üç film ve tüm yaratıcı kademelerde tam özgürlük ister. Teklifi kabul eden stüdyo, “ne istiyorsan yaz” dedikleri Woody’den öncekiler gibi karakteristik bir komedi beklerken ellerinde The Jazz Baby isimli caz temalı bir dönem filmiyle kalakalırlar. Proje rafa kalkar ve şansı yaver gitmeyen Woody stüdyonun geri çeviremeyeceği bir projeyle, 'Muzlar (Bananas)'la çıkagelir... Stüdyonun o dönem geri çevirdiği caz senaryosu, 30 yıl aradan sonra yine aynı stüdyonun elinde ve Woody’nin yönetmenliğinde Sweet and Lowdown isimli filme dönüşecektir.

Muzlar-Bananas
resim
1971 yılında çekilen 'Muzlar (Bananas)', San Marcos isimli var olmayan bir Latin ülkesindeki absürt bir devrim macerasını anlatır. Woody Allen’in New Yorker dergisinde yayınlanan kısa öyküsünden ilham alan senaryoya, iki yıl önce hayatını kaybeden devrimci Ernesto "Che" Guevara ile ilişkilendirilebileceği gerekçesiyle önceleri soğuk yaklaşan stüdyo daha sonra yeşil ışık yakar. Woody bu filmle, zaten hiç sevmediği siyaseti ve medyayı topa tutar. 19 yaşından beri komedi yazarak para kazandığı dikkate alınırsa, kullanmadığı fazlasıyla ‘gag’ mermisi olduğu kolayca tahmin edilen Woody, Muzlar’da bunları savurmaktan hiç çekinmez. Nişan almadan, susup soluklanmadan fırlayan espriler, absürt durumlar ve ‘geyik’ten başlayıp sonu felsefeye bağlanan diyaloglar sel olup akar. Teknik yönden bakıldığında ise, önceki film deneyimlerinden ders alan Woody, yine hem senarist, hem yönetmen, hem de başrol oyuncusu olarak yer aldığı bu filmde daha az hata yapacaktır. Daha sonra bir gazetecinin "Filminizin ismi neden 'Muzlar'?" sorusuna Woody’nin vereceği cevap ise basittir: "Çünkü içinde hiç muz yok…"

Play it Again, Sam ve Everything You Always Wanted to Know about Sex.
resim
1972’ye iki film sığdırılır. İlki, Broadway’de sahnelenmesinin hemen ardından sinemaya uyarlanan ‘Play it Again, Sam’dir. Filmin yönetmenliğini Herbert Ross yaparken, kendisinin bir yansıması olan ana karaktere de Woody Allen hayat verir. Filmde Woody’e eşlik eden oyuncu ise, beklendiği gibi Diane Keaton’dır. Karısından yeni boşanan film eleştirmeni Allan Felix karakteri, bir nevi Woody’nin sinema dünyasına adım attığı yıllarda ilk eşinden boşanmasından sonra yaşadıklarının bir toplamıdır.

Başlangıcıyla birlikte ‘Kazablanka (Casablanca)’ esintileri almaya başladığımız filmde Humphrey Bogart hayranı Felix, hayatın gerçekliğinden kaçıp filmlerin kurgusallığına sığınarak trajik bir durumu seyirciye taşırken; parçalı ‘gag’lerden dramatik çatılı komedilere giden dönemece girdiğimizin de sinyali verilir.
Aynı yılın ikinci sinema olayı, Dr. David Rueben'in kitabından serbest bir uyarlama olan “Everything You Always Wanted to Know about Sex... but Were Afraid to Ask”tır. 7 epizottan ve “Neden bazı kadınlar orgazm olmakta zorlanıyor?” gibi bunlara ismini veren 7 sorudan oluşan bu deneysel komedi, sadece kamuya açık yerlerde cinsel ilişkiden zevk alabilen bir çifti konu alan bölümüyle Avrupa sinemasının ustalarına selam çakmayı da ihmal etmeden, absürtlük de sınırları sonuna kadar zorlar. Woody, yaratıcı bir dehadan çıkan cin fikirli oyunlarıyla sinemaseverleri şaşırtmaya devam ediyordur…

Sleeper
resim
Sinema çevreleri tarafından henüz tam olarak ne yapmaya çalıştığı anlaşılamayan Woody Allen, bilim-kurgu öğeleriyle süslü distopik Sleeper projesiyle tekrar yönetmen koltuğuna oturmakta gecikmez. Bu kez başrolde, dondurulduktan 200 yıl sonra bir diktatör tarafından yönetilen geleceğin dünyasında uyandırılan nevrotik Miles Monroe vardır. İkinci kez başrolü Diane Keaton’la paylaşan Woody, bu sefer bilim-kurgu efsaneleriyle ve teknolojiyle dalgasını geçer. Kaba güldürüyü yine hınzır diyaloglarla bezeli sağlam bir mizaha dönüştüren Sleeper’ın, aslında 4 saatlik film projesinin sadece ikinci yarısını kapsadığı belirtelim.
Monroe’nun aynı zamanda bir caz müzisyeni olması, Woody’nin filmin müziğini kaydeden Preservation Hall Jazz Band ile klarnetçi kimliğiyle ilk defa gündeme gelmesini de sağlar. Ve Woody bugün hâlâ, film çekimleri ve turneler dışında her Pazartesi akşamı Manhattan’ın ünlü Carlyle Hotel’inde grubu ile caz yapmaktadır...

Love and Death
resim
1975’de Love and Death filmiyle bu sefer Rusya’da geçen bir dönem komedisine el atar yönetmen. Romantik ve idealist ama beceriksiz Boris karakteriyle seyirci karşısına çıkan Woody, Diane Keaton’ın oynadığı Sonja ile birlikte savaşı önlemek için Napoleon’u devirmeye çalışır. Geçtiği coğrafyaya özgü olarak varoluşçu Rus Edebiyatına özgü kurulan atmosferde, Boris ve Sonja’nın felsefi ve psikolojik çıkarımlarıyla şenlenen film, Sergey Prokofyev’in piyano konçertolarıyla tadından yenmez bir esere dönüşür. Ormanda Boris’in karşısına dikilen Ölüm Meleği gibi bol bol Ingmar Bergman referansına da sahip Love and Death, yönetmenin bundan sonra çekeceği ‘ağır toplar’a giriş niteliğindedir adeta. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır…

Annie Hall
resim
Woody’nin sinema dünyasına kendisini kabul ettireceği an gelmiştir. Başından beri kadın-erkek ilişkilerine ve bu durumun açmazlarına kahkaha garantili cevaplar üreten Woody, ilk dönem komedilerinin ardından ilk ‘ciddi’ filmiyle seyirci karşısına çıkar:Annie Hall. Filmografisini otobiyografisine dönüştüren Woody, romantik-komedi janrına hapsedilemeyecek kadar türler üstü bu filmle, En İyi Film, En İyi Senaryo ve En İyi Yönetmen dallarında Oscar ödüllerini kazanır. Ayrıca filmdeki rol arkadaşı ve o dönemki sevgilisi Diane Keaton da En İyi Kadın Oyuncu Oscarı’nı kucaklar.

Uzun bir dönem kendisine burun kıvıran Hollywood’dan gelen bu takdiri törene katılmayarak, klarnetinin başında konser vererek kutlar Woody. Kendisine, film kuramadığı, hikâye anlatmak yerine hezeyanlarından bahsettiği, kaba komedi dışında film çekemediği, kendisinden başka karakterleri filmlerine dahil edemediği yönünde gelen eleştirilere, modern romantik-komedilerin mihenk taşı olacak bu sofistike filmle en güzel cevap verilmiştir.

Woody Allen, sinemasının tüm özelliklerini taşıyan filminde yer yer seyirciyle konuşarak epik bir yabancılaştırma efektinden çok kendisinin alter-egosuna dönüşmüş Alvy Singer üzerinden; aşk, yaşam, ölüm ve evren hakkındaki görüşlerini derin felsefi analizlerle süsleyerek, ilişkilerin bir nevi ‘Z faturası’nı çıkartır. Nevrotik karakter bolluğunda kurguyla belgeseli iç içe geçiren Annie Hall, modern insanlık hallerinin bir panoramasını sunarak ‘aşk’ın tomografisini çekiyor ve kadın-erkek ilişkisi özelinden, –akıldışı, mantıksız, hatta saçma olduğunu bilsek de– hayata dair bilgiçlikten uzak kendince genel tahliller sunuyor.

Interiors
resim
1978, yönetmenin Woody ‘Ingmar’ Allen olarak niteleneceği ‘İç Dünyalar (Interiors)’ın yılıdır. Senaryosu ilk ortaya çıktığında; derin psikolojisi, dramatik yapısı, felsefi alt-metinlerle dolu sakin anlatımı nedeniyle stüdyo tarafından pek de olumlu karşılanmaz proje. Bir kere ciddidir. Annie Hall'dan bile daha ciddidir. Filmin kendisinden bile ciddidir. Bir Bergman güzellemesi olan filme para yatırmak kolay olmaz. Henrik Ibsen oyunlarından fırlamış bir baba figürü üzerinden çatırdayan aile bağları, iç çatışmalar, tartışmalar ve kavgalarla bezeli bu yakın çekim dramın vizyonda duvara çarpacağı aşikârdır. Ki öyle de olur, ‘güldürmeyen’ Interiors gişede çuvallar. Karanlık, suskun, yavaş ve Avrupai Woody, Amerika’ya fazla gelmiştir. Interiors’ın, ciddi ve kendisinin rol almadığı ilk film oluşu dışında en büyük özelliği, yönetmenin dram çekme konusunda gösterdiği başarının bir kanıtı olmasıdır.

Manhattan

“Sevdiği şehir kadar sert ve romantik biriydi. Siyah çerçeveli gözlüklerinin ardında, bir yaban kedisinin cinsel gücü yatıyordu. New York, onun şehriydi. Her zaman da öyle olmuştu.”

Sonbaharın ortasında, tepenizde bulutlu bir gökyüzü ve ayaklarınızın altında kaldırımları turuncuya boyayan dallarla Manhattan gibisi zor bulunur. İsmi New York’un ayrılmaz bir parçası olan Woody Allen’ın Manhattan’a karşı duyduğu sevginin tarifi, 2006 yılına dek şehirde çektiği onlarca filme konu olsa da, şehri filminin öznesi yapması 1979 yılında olur. 42 yaşında iki kez boşanmış bir komedyeni ve onun aşk yaşadığı 17 yaşında genç bir kızı merkezine alan senaryo, kendini açık etmekten çekinmeyen Woody’in ve yönetmenle daha önce de çalışan Marshall Brickman’ın ortak imzasını taşıyor.
Film; sahte entelektüelizm batağında çırpınan yoz bir insanlık halini eleştirirken, çöken bir kültür için hayatta kalmaya çalışan bireyci ilişkilerin geleceğine dair ahlaksal göndermelerde bulunmaktan da çekinmiyor. Annie Hall’da kamerayı karşısına alan Alvy gibi, burada da Isaac Davis Manhattan güzellemesinin dış sesi olarak hayat buluyor. Ortak temalar fakat daha nesnel bir bakış açısıyla çekilen film bu yönüyle Annie Hall’ın devamı olarak değerlendirilebilir. Siyah-beyaz çekilen ve Manhattan’a saygıda kusur etmeyen Manhattan, Gordon Willis'in mükemmel fotoğraflarıyla da parmak ısırtır. Sabaha karşı Queensboro Köprüsü’nün manzarasında çekilen meşhur sahne örneğin…

Woody Allen’ın filmi beğenmediğini ve vizyona girmemesi için stüdyoya elinden gelen baskıyı yaptığını da, yönetmenin ne derece alçakgönüllü olduğunu göstermesi açısından eklemeden geçmeyelim...

Stardust Memories
resim
1980’li yıllara geldiğimizde, Woody en sevdiği filmlerinden biri olan Stardust Memories 'e imza atar. Çektiği komedi filmleriyle tanınan fakat son çektiği ‘ağır’ dramla yapımcılarını üzen, Fellinivari Sandy Bates’in isyankâr bir kararla artık komedi çekmeyeceğini açıklamasının sonrasında gelişen olayları anlatan film, sinemanın ölüme karşı gelip gelemeyeceği sorusunu ortaya atıp yönetmenin hayatla olan hesaplaşmasını perdeye taşıyor.

Yine siyah-beyaz çekilen filmin teknik yönden zarafeti de göz kamaştırıcı. Kendi otobiyografisini sunduğu ve sinemaseverleri aşağıladığı gerekçesiyle eleştirilen Woody Allen, film hakkında yaptığı açıklamalarda tepkileri kabul etmediğini ve yanlış anlaşıldığını belirtmiştir.

Midsummer Night's Sex Comedy
resim
1982 yılında, Ingmar Bergman’ın kadın-erkek ilişkisini merkezine aldığı 1955 tarihli Bir Yaz Gecesi Tebessümleri (Sommarnattens Leende) filminden ilhamını alan A Midsummer Night’s Sex Comedy’yi yazıp-yönetip-oynar Woody. Diane Keaton’dan ayrılan yönetmen, bu filminde yeni sevgilisi Mia Farrow’a rol verir. Evlilik, sadakatsizlik, aşk üçgenleri içinde geçen bu pastoral çalışma, yönetmenin daimi temalarının izinden gidiyor. Dönemine göre yetenekli bir kadroya sahip de olsa, filmin bekleneni verdiğini söylemek zor…

Zelig
resim
Woody Allen, 1983’de Zelig ile yaratıcılığını sonuna kadar konuşturur. Bu radikal film modern bir başyapıta dönüşür. Belgesel türünün tüm imkânları seferber edilerek sahte olanın içindeki gerçeğin kabuğu kırılmış ve seyirci Büyük Bunalım yıllarının en gizemli ikonasıyla baş başa bırakılmıştır: Leonard Zelig. Zamanın ruhunu taşıyan bu garip kişilik; edebiyat, sanat, siyaset ve daha pek çok alanda top koşturarak kendisini tanıma şerefine ulaşan kişiler tarafından Bukalemun Adam olarak nitelenecek ve efsanesi işte bu filme konu olana dek sır gibi saklanacaktır.

Ünlü edebiyat kuramcısı Susan Sontag’dan tarihçi John Morton Blum’a kadar pek çok kişinin bu fenomeni aydınlatmak için görüşlerini sıraladığı Zelig, güçlü anlatımıyla sinema sanatında deneyimlenecek en tuhaf duyguyla baş başa bırakıyor izleyiciyi. Tamamen pratik efektlerle ve kara mizahla örülü orijinal bir hikâyeyle kotarılan bu kurgu-belgesel, bireylerin dönüşüm süreçlerine psikolojik, sosyolojik ve toplumsal açıdan bakıldığında nasıl da ‘ötekileştirildiğini’ göstererek 79 dakikalık bedava bir ‘varoluş’ resitali veriyor...

Broadway Danny Rose
resim
17 yaşında girdiği gösteri dünyasının kompetanı olmuş Woody Allen, 1984’de gösteri dünyasında var olmak için çabalayan, kovalayan, yeri geldiğinde kovalanan Danny Rose isimli menajerin öyküsünü anlattığı Broadway Danny Rose’u çeker.

New York’ta bir lokantada bir grup komedyenin anlattıklarıyla dahil olduğumuz öykü, hırsı yüzünden başına bela almak konusunda cömert davranan Rose’un geriye dönüşlerle renklenen dünyasına sokar bizi. Kurtlarla dolu gösteri dünyasının içinde kendine bir çıkış yolu arayan bu içten adamın bile kaybetmeye mahkûm oluşu, yönetmenin sisteme karşı olan nefretinin en saf halini resmediyordur...

The Purple Rose of Cairo

Woody’nin en beğendiği filmlerinden biri de, 1985 tarihli film-içinde-film Kahire’nin Mor Gülü (The Purple Rose of Cairo)’dur. Yönetmen, ekonomik darboğazın alıp başını gittiği 1930’lara çevirdiği kamerasıyla fantastik, fantastik olduğu kadar da gerçekçi değerlendirilebilecek bir hikâye anlatır. Film; tıpkı genç Woody’nin yaptığı gibi zamanının çoğunu sinemada geçiren film aşığı bir garsonun, âşık olduğu aktörün beyazperdeden fırlayıp gerçekliğe kavuşmasıyla hayatına girmesini ve sonrasında yaşanan film gibi olayları anlatır.

Hangisinin film, hangisinin gerçek olduğunun ayrımına varmadan; hayatın mı filmlere, yoksa filmlerin mi hayata müdahale ettiği sorusunu kanıksamadan, sadece pelikülden yansıyan hareketli görüntüde ve anlatılan hikâyede buluşan ortak ruhlara seslenen kahire'nin Mor Gülü, insana “bu filmse gerçek olan ne?” sorusunu sordurur. Sadece nostaljik olanın o kadife hissine kapılmak için bile izlenebilir…

Hannah ve Kız Kardeşleri ve Radio Günleri
resim
Woody Allen'in 1980’lerde çektiği en iyi film hangisidir sorusuna, usta bir oyuncu kadrosunu buluşturan Hannah ve Kız Kardeşleri (Hannah And Her Sisters)cevabını rahatlıkla verebiliriz. Bölümlere ayrılan anlatımıyla üç kız kardeşin geçmişine ve şimdisine vakıf olduğumuz filmin pek çok farklı karakterin iç dünyasını başarıyla ve sağlam bir kurguyla anlatan Oscarlı muhteşem senaryosu; ünlü görüntü yönetmeni Carlo Di Palma’nın iç ısıtan görüntü işçiliği ve tabii öyküye eşlik eden caz ezgileri filmi unutulmazlar arasına taşımaya yetiyor. Trajik olanın komik olana karışıp eridiği bu çok katmanlı filmde, sıradan insanların sıra dışı hayatlarından taşan ve çıkış yolunu izleyenin bulmasını umduğu pek çok ahlaksal labirent yaratan Woody, insanî ve ailevî ilişkilerde doğru olanı bulmanın her zaman kolay olmadığını imliyor.

Yönetmenin 41 milyon dolarlık gişe hâsılatıyla en fazla bilet satan filmi (Paris'te Gece Yarısı’nı saymazsak tabii) olan Hannah ve Kız Kardeşleri, Woody’nin o dönemki sevgilisi Mia Farrow’u ve Woody’nin daha sonra evleneceği evlatlıkları Soon-Yi Previn’i aynı filmde buluşturması bakımından da ironik bir durum oluşturur.
Kendine dair anlatacakları bitmeyen sanatçının çocukluk yıllarına döndüğü Radyo Günleri (Radio Days) ise, Woody’nin ilk çocukluk döneminin geçtiği ve radyonun altın çağını yaşadığı 1930 ve 1940’lı yılların öznel bir tasvirini sunar. İnsanların tek eğlencesinin radyo başında Yankeeler’in maçını dinlemek olduğu dönem Amerika’sının bu kadar güzel tasvir edildiği nadir filmlerden biridir karşımızdaki...

80'lerin Sonu
resim
1980’lerin sonlarına doğru, her ne kadar cinsiyetçilikle yaftalansa da, kadın karakter yaratma konusunda ustalığını konuşturur Allen. 1987, Mia Farrow’un başrolünde olduğu Eylül (September)'ün yılıdır. İletişimsizliğin, yabancılaşmanın ve ikili ilişkilerde çaresiz kalmanın zorluğuna değinen filmde tek başına yaşayan Lane’in dramına ortak oluruz.

1988’de ise Bir Başka Kadın (Another Woman)'ı yazıp, yönetir. İçe dönük bir arayışın hâkim olduğu film, kariyerinde zirveye oynayan felsefe profesörü Marion Post’un dramını 'Bergmanesk' bir tarzda beyazperdeye taşır.

Bir sene sonra, 89’da Francis Ford Coppola ve Martin Scorsese’nin de dâhil olduğu New York antolojisinde Woody, ödipal çatışma içindeki bir oğlu canlandırdığı kısa filmiyle yer alır. Fakat aynı yılın daha önemli projesi Suçlar ve Kabahatler (Crimes and Misdemeanors) olacaktır. Bir belgesel yönetmeni ve göz doktorunu karşı cins üzerinden ortak bir paydada birleştiren filmin ruhani tarafa fazlasıyla eğilen tavrı, ‘suç’ ve ‘kabahat’ kavramlarını sorgularken, ‘iyi insan nedir?’in de sağlamasını yapar. Ahlak, vicdan ve din ekseninde Woody’nin sözlerine kulak asmak isteyenler için kaçırılmaması gereken bir 'İlahiyata Giriş' dersi niteliğindedir film.

Alice
resim
1990’lı yıllara geldiğimizde ilk karşımıza çıkan film Alice'tir. Filmde Mia Farrow’un hayat verdiği her şeye sahip Alice, zengin kocasıyla mutlu üst-sınıf bir aile hayatına sahiptir. Fakat yakışıklı caz müzisyeni Joe Ruffalo ile romantik bir ilişkiye girince, önleyemediği bir suçluluk duygusuna kapılır. Bu suçluluk duygusu kendisini sırt ağrıları şeklinde göstermeye başlayınca Alice’in de hayatı da allak bullak olur.

Woody Allen bu sefer başkarakterini psikiyatri koltuğuna değil de, ironik bir tercihle alternatif tıbba yönlendiriyor. Fazlasıyla alaycı ve romantik; fakat daha ileride (Yaramaz Harry (Deconstructing Harry) ve Hollywood Ending’de) bundan daha şahane psikolojik çıkarımlarla bezeli hastalıklar izleyeceğiz…

Gölgeler ve Sis-(Shadows and Fog)
resim
Pek çok önemli filme imza attığı ve çalkantılı geçen 80’li yılların ardından, 1991’de 'Ölüm' isimli tek perdelik tiyatro oyunundan sinemaya aktardığı Gölgeler ve Sis (Shadows and Fog)’u yönetip başrolü oynar Woody. Polisiye atmosferinde alaycı diyaloglarla süslü bu zarif komedi 14 milyon dolar gibi yüksek bir bütçeyle tamamen stüdyoda çekilir.

Mahalleye dadanan bir seri katili aramaya çalışan bir grup mahallelinin komik ama gerilim dolu öyküsüdür anlatılan. Yine Carlo Di Palma’nın görüntü yönetmenliğinde, siyah-beyaz çekilen bu Kafkaesk filmde Alman Dışavurumcu sinemanın etkileri fazlasıyla göze çarpar. Derin ve yetenekli oyuncu kadrosunda John Cusack’tan Madonna’ya Jodie Foster'dan William H. Macy’e pek çok ismin rol aldığı Gölgeler ve Sis (Shadows and Fog), yüksek bütçesine rağmen gişede en fazla 2 milyon dolar hâsılat yapabilir.

Bullets Over Broadway
resim
Hemen ardından Broadway Üzerinde Kurşunlar (Bullets Over Broadway) gelir. Woody’nin sadece yönetmen ve senarist olarak bulunduğu film, genç bir oyun yazarının bir mafya babasının desteğiyle oyununu sahnelemeye çalışmasını anlatır. Fakat ortada büyük bir sorun vardır; gangster, sevgilisinin de oyunda önemli bir rolde bulunmasını isteyince işler karışacaktır.

Yine bir dönem filmiyle karşımıza çıkan yönetmen, kendisinin rol almadığı filmlere özgü tüm durumları bu filmine de yansıtır. Umulmadık taşın baş yardığı filmde Woody’nin eksikliğini, Dianne Wiest’in Oscar ödüllü performansı kapatmıştır.

Sevimli Fahişe-Mighty Aphrodite
resim
Sevimli Fahişe (Mighty Aphrodite), eskiye nazaran daha ‘hafif’ filmlerle karşımıza çıkan Woody Allen’in 1990’lardaki en iyi filmlerinden biri olarak gösterilebilir. Velayet davasından tutun da medyanın evlatlığıyla evlenen Woody’e uyguladığı linçe kadar pek çok sorunla başı dertte olan yönetmenin Antik Yunan tragedyalarını kılavuz aldığı bol göndermeli filmi, evlatlılığının annesinin bir fahişe olduğunu öğrenen bir spor yazarının yaşadıklarını anlatıyor.

Güzeller güzeli Mira Sorvino’nun performansıyla En İyi Yardımcı Kadın Oscarı’nı kucakladığı Sevimli Fahişe (Mighty Aphrodite), tragedyaların tersine kötü sonla bitmeyen eğlenceli bir ‘ara dönem’ filmi.

Herkes Seni Seviyorum Der-Everyone Says I Love You
resim
Bilim-kurgu, kara film, dram, fantastik ve son olarak tragedya; akla gelecek her türde eser veren yönetmenin müzikale giriş yaptığı Herkes Seni Seviyorum Der (Everyone Says I Love You), büyük bir ailenin kuşaklara yayılan farklı hayat deneyimlerine ve aşk özelinde yaşadıkları duygusal maceralara odaklanıyor. Sevginin peşinde kıtalar aşan Joe, Julia Roberts’a tüm ‘aşklarını temize çekmek’ için ter döküyor.

Politikaya da bulaşan Woody Allen, el attığı ilk müzikal deneyiminde Demokrat Parti’yi yerin dibine sokmaktan da gocunmuyor. Aşkı ifade etme biçimlerinin en farklı ve muzır örneklerinin sergilendiği bu 40’lara göbekten bağlı nörotik müzikalde, Natalie Portman'dan Julia Roberts'a, Goldie Hawn'dan Edward Norton’a herkesi müzik kutusundan fırlamış birer oyuncak misali şakıtmak da, ancak Woody’e nasip olabilirdi herhalde.

Yaramaz Harry-Deconstructing Harry
resim
Hayatını filmlerinin ortasında yaşayan bir yönetmenden, karakterlerini çevresinden ve hayatından seçen bir yazara… Woody Allen, 1997’de çektiği Yaramaz Harry (Deconstructing Harry) ile en kişisel filmlerinden biriyle çıkar seyircinin karşısına. Yıllanmış, görmüş geçirmiş, nefret edilesi bir anti-kahraman. Romancı Harry Block. Eşlerini, aşklarını ve arkadaşlarını kitaplarına gömüp ‘paketlemiş’. Eyvallahı yok, geleceğini geçmişiyle şekillendirenlerden. Okulundan gelen onur payesini almak için düştüğü yollarda ise kimsesiz.

Kolu kanadı kırık bir çocuk gibi arşınladığı Bergmanesk macerada tek eşlikçisi para karşılığı anlaştığı bir fahişe. Bilinenler ışığında bilinmeyene giden yol ileriye değil, hep geriye. Bir arayışa dönüşen yolda kırılan kalpler, flulaşan suretler, yitip giden aşklar. Birinden diğerine, benzer sıfatlarda farklı suretler; anlamı bozan, sonra ona yine anlam katan. Dekonstrüksiyonun bini bir para. Parçalarından yeni bir ‘ben’e giden yol Harry Block, yönetmeni gibi tuzla buz...

Güzel seçmede usta yönetmenin dönemin ünlü yüzlerinden Demi Moore’u da kervanına kattığı Yaramaz Harry (Deconstructing Harry), inşa halindeki bir ‘oluş’un anatomisini çiziyor. Filmografisinin çok ayrı, özel bir yerinde duran film ne yeterince gülünç, ne de yeterince ağlak. Hatta ne trajik, ne de melankolik. Beyazperdede hayat bulup canlanan filmin kendisinden bile açık ara uzaklaştığı, ‘odağını kaybedip’ tekrar kendisine ulaştığı yok oluşa dair bir arayış. Kaba komedilerini, acı hezeyanlarını hatta melodrama kaçan dramlarını bile gördüğümüz bir yönetmenin elinde çığa dönüşen; geçtiği tüm yerleri, şehirleri, kadınları, yüzleri ve sesleri öğüten ve kendisinmiş gibi tekrar dışarı kusan bir başyapıt. Woody’nin yine kendisiyle bağlarını koparmadığı, belki de nefret ettiği bir parçasını kendisine ateş püsküren kalabalığa ‘leş’ niyetine fırlatıp günah çıkarttığı ve bizi de buna dahil ettiği nefis bir sinemasal ayin.

Celebrity
resim
Celebrity’de aurasını, ismi Shakespeare ile anılan Kenneth Brannagh’a devreden Woody, kamera arkasında son siyah-beyaz’ını çeker. Charlize Theron’a Oscar’a giden yolu açan Celebrity, orta yaş krizinden muzdarip başarısız yazar Lee Simon’ın şöhrete şöhretler üzerinden uzanmaya çalışmasını ve karşısına çıkan irili ufaklı pek çok ünlüyle olan macerasını öyküleştiriyor. Fakat Leonardo DiCaprioda dahil pek çok Hollywood sakininin birer ikişer serpiştirilmesiyle, birkaç parlak sahnesi dışında, tatsız tuzsuz bir çorbaya dönüşmekten kurtulamıyor…

Sweet and Lowdown
resim
Milenyumun eşiğine geldiğimizde, 30 sene önce ‘fazla caz’ olduğu gerekçesiyle reddedilen caz temalı dönem filmi projesi nihayet gerçekleşir. Caz tutkusunu bilmeyen kalmayan yönetmen, 30’larda geçen Sweet and Lowdown filminde efsane caz gitaristi Django Reinhardt’ın gölgesinde kalmış kurgu bir caz gitaristi olan Emmett Ray’i yaratır.

Woody Allen’lık taslamayan Sean Penn’in en iyi performanslarından birini sergilediği film, dönem atmosferi kurmada ve caz müziğini baş tacı etmede yönetmenin önceki filmlerine nazaran daha detaycı bir işçilik barındırmasının yanında, üst-sınıftan beyaz entelektüel New Yorklu başrol prototipinden sıyrılan Woody’nin çok renkli ve yaşayan karakterlere de hayat verebileceğini gösterir. Gitar çalma tutkusu ve yeteneği yanında pek çok ‘eksantrik’ alışkanlığa da sahip Ray’in egosu şişkin ama gönlü zengin içtenliğiyle sarıp sarmalandığımız, gözlerin olduğu kadar kulakların da dört açılarak izlenmesi gereken müzikal bir saygı duruşu.

Ufak Sahtekarlıklar-Small Time Crooks
resim
2000 tarihli Ufak Sahtekarlıklar (Small Time Crooks), Woody Allen’in son dönem filmlerinde hayat verdiği karakterlerden epey farklı biriyle tanıştırıyor bizi: eski hırsız yeni bulaşıkçı Ray Winkler ve tabii karısı manikürcü Tracey Ullman. Bol sıfırlı yeşil hayallere namuslu bir hayatla ulaşamayacağını düşünen Ray, ‘çete’siyle birlikte banka soymaya karar verir. Bankanın yanındaki pizzacı kiralanacak ve bu sayede tünel kazılıp banka soyulacaktır!

Fakat tıpkı Parayı Al ve Kaç (Take the Money and Run)'ta olduğu gibi beceriksiz hırsızlarımız bankayı soymak bir yana, daha bankaya ulaşamadan kazdıkları tünellerde kaybolmuşlardır. Bu sırada dikkat çekmemek adına kurabiye dükkânına dönüştürülen pizzacı, çiftimizi milyoner yapacak bir Kurabiye İmparatorluğu’na dönüşmüştür.

Woody’nin klasına birkaç beden düşük gelen bu tanıdık hikaye, kendilerini Amerikan Rüyası’na kaptıran çiftimizin sek sek atlar gibi atladıkları yeni sınıfsal konumda yaşadıkları bocalamalara göz atıyor. Özellikle Tracey Ullman’ın şen şakrak oyunculuğuyla ritmini bulan ve ikinci yarısında tek atımlık seyrek birkaç diyalogla renk kazanan Ufak Sahtekarlıklar, daha ötesine gitmek için çaba gösteremiyor…

The Curse of the Jade Scorpion
resim
Ufak Sahtekarlıklar (Small time crooks)’un ardından yine içinde hırsızlığın olduğu fakat bu sefer bizleri 40’lara ışınlayan Akrebin Laneti (The Curse of the Jade Scorpion) gelir. Bu pahalı filmde Woody başrolü Helen Hunt ile paylaşır. Kara-filmlere taş çıkartan öykümüz ise şöyledir: Acar sigorta müfettişi C.W. Briggs, bir sihirbaz tarafından hipnotize edilir ve sihirbazın komutlarıyla hırsızlıklara başlar. Yaptığı hırsızlıklardan bihaber sürekli kuyruğunu kovalayan müfettiş Woody ile âşık olduğu iş arkadaşı Hunt’ın beyazperde kimyasının yerlerde süründüğü Akrebin Laneti (The Curse of the Jade Scorpion), kötü bir kara mizah örneği olarak, teknik üstünlüklerinin bile kendisini affettiremeyeceği günahlara giriyor.

Hollywood Ending ve Anything Else
resim
Önceki birkaç filmiyle düşüşe geçtiği şeklinde eleştirilen Woody Allen, 2002’de Hollywood’un çöküşünü imleyen Hollywood Ending’i çeker. Oscar dahil pek çok ödül kazanan bir yönetmenin düştüğü içler acısı hâl, onu reklam filmlerine hapsetmiştir. Son şans olarak bir projeye başlayan nevrotik yönetmen, filmin çekimleri esnasında psikolojik nedenlerle kör olur. Kör olan ama filmi yönetmek için elinden gelen her şeyi yapan kahramanımız, Hollywood’un içler acısı dinamiklerini bir yanlışlıklar komedyasına dönüştürür. Kör kör parmağım gözüne misali kendi kurallarının dışına çıkan Woody’nin kadrosunda yan rollerin unutulmaz oyuncularına (Treat Williams gibi) yer verdiği filmin, taşlamalarından nasibini alan Fransa’ya rağmen Cannes’ın açılış gecesinde gösterilmesi ise, ayrı bir dosya konusudur…

Yönetmenin en fazla salonda gösterilen filmi olan Anything Else, o dönem Amerikan Pastası (American Pie) ile yıldızını parlatan genç oyuncu Jason Biggs’i başrole taşır. Fakat omuzlarında Woody’nin yükünü taşıyamayan genç Biggs için de, filmde Biggs’in akıl hocalığını yapan Woody için de işler hiç iyi gitmez. Yönetmenin daha önceki filmlerine aşina olanlar için unutmakta zorlanacakları bir 108 dakika..
resim

Melinda ve Melinda
resim
Trajedi ve komedinin iç içe geçtiği filmlerinin aksine Woody Allen, 2004 tarihli Melinda ve Melinda (Melinda and Melinda)’da bu tarzını biraz değiştirir. Hayattan pek de umduğunu bulamamış Melinda’nın hem komik hem de trajik yönünü ayrı ayrı perdeye taşımayı seçer. Broadway Danny Rose’da olduğu gibi bir grup entelektüelin konu mankeni olan Melinda, iki zıtlığın ortasında hayata farklı bir açılımlar getirmeye çalışıyor. Başrolde izlediğimiz Will Ferrell'ın herhalde en entelektüel performanslarından birini sunduğu filmde Melinda rolünde izlediğimiz sarışın kontenjanından yararlanan Radha Mitchell da bekleneni fazlasıyla veriyor. Sonu nispeten kötü bağlansa da, keyifli bir macera sunduğu kesin...

Maç Sayısı-Match Point
resim
Son filmleriyle birlikte artık zaten dahil olmakta zorlandığı Hollywood’la olan bağlarını iyiden iyiye kopartan Woody Allen, taze ve yeni bir başlangıç için Avrupa’nın yolunu tutar. İngiltere’de çekilen Maç Sayısı (Match Point), karakteristik Woody Allen tarzından farklı bir yerde durarak, yönetmenin türler arası geçiş yeteneğinin en donanımlı örneklerinden birini simgeler.

Son filmlerinin aldığı yoğun eleştiri bombardımandan bir nevi kaçıp soluğu Londra’da alan Woody, hayranlarını bambaşka bir boyuta davet ediyor bu filmle. Daha önceki filmlerinde de şahit olduğumuz bir kara-film olan Maç Sayısı (Match Point)'nın öncekilerden farkı, hikâyesinin mizahi olarak serbestliğe yer bırakmayan safkan bir polisiye oluşu. Yani nevrotik, hastalık hastası, sorunlu entelektüeller yok burada. Ahlaksız karakterlerle bezenmiş kötülüğün dünyası karşımızdaki. Sınıf atlama hayallerini, burjuva ikiyüzlülüğünü ve ilişkilerin çıkmazlarını alaycı bir gevezelikle yüzeye çıkartmak yerine, yakın plan çekilen ahlaki durumları insani seçimlerin bir sonucu olarak gösterip karakterlerini karanlığa hapsetmeyi tercih ediyor. Bu yeni sinema dilinde filme eşlik kadro ise bunda oldukça başarılı. Yönetmenle ilk kez çalışan kırılgan sarışın Scarlett Johansson ve tekinsiz Jonathan Rhys Meyers, özellikle gerilimin son sürat arttığı sahnelerde gösterdikleri üstün performanslarla filmi sırtlamayı başarıyorlar.

Scoop
resim
Maç Sayısı (Match Point) ile uzaklaştığı sinema formuna çok geçmeden yine Londra’da çekilen Scoop ile geri döner yönetmen. Stajyer bir gazetecinin, seri katil olduğunu düşündüğü yakışıklı bir aristokratın peşinden maceralara atıldığı film, yönetmenin ilk dönem komedilerinden izler taşıyan, entrikalarla dolu eğlenceli bir öyküye sahip.

Güzel oyuncu Scarlett Johansson ve her daim karizmatik Hugh Jackman ikilisinin mükemmel uyumuna bir de sihirbaz rolünde Woody Allen da katkı sağlayınca, her ne kadar fantastik öğeler fazlasıyla sırıtsa da ortaya eski usül keyifli bir seyirlik çıkar. Fakat Maç Sayısı’ndan sonra böyle ‘düz’ ve ‘sulu’ bir filme gerek var mıydı, orası tartmalı.

Cassandra’nın Rüyası-Cassandra's Dream
resim
Yönetmen Londra Üçlemesi’ne 2007’de Cassandra’nın Rüyası (Cassandra's Dream) ile nokta koyar. Tıpkı serinin ilk filmi gibi ciddi bir konuya sahipse de, Suçlar ve Kabahatler (Crimes and Misdemeanors) ve Maç Sayısı (Match Point) arasında bocalayan Cassandra’nın Rüyası maalesef bu iki muhteşem filmin yakınına dahi yaklaşamıyor.

Başları sıkışan iki kardeşin bir cinayetle kâbusa dönüşen hayatlarını merkeze alan cinai gerilim, ağır suçluluk duygusu altında ezilen kardeşlerden birinin caymasıyla sonlara doğru farklı bir boyuta geçip kaybolup gidiyor. Vaad ettiği gerilimi bile hakkıyla veremeyen filmde iki kardeşi oynayan Colin Farrell ve Ewan McGregor ikilisinin performansı da en az filmin kendisi kadar sönük...

Barselona, Barselona-Vicky Cristina Barcelona
resim
Maç Sayısı (Match Point) ile ağzımıza bir parmak bal çalarak Londra’dan ayrılan Woody Allen’in yeni mekânı filme de ismini veren Barcelona olur bu sefer. Dörtlü bir aşkın kıyılarında gezen, fona alınan İspanyol atmosferinde ateşli gitar ezgileriyle vites yükselten ve seyircisini aşkın en güzel hallerine çevrilen mükemmel kadrajlarla baş başa bırakıp hayatın kucağında mışıl mışıl bir rüyaya sevk eden şiirsel bir denemedir Barselona, Barselona (Vicky Cristina Barcelona).
Penélope Cruz, Scarlett Johansson, Rebecca Hall ve Javier Bardem’den müteşekkil olgun bir ana kadroyla esriyen seyirciye kaçmaya imkân ve mecal bırakmayan tahrik edici bir cüret. Coğrafyalar değişse de; aşk, kıskançlık ve yalnızlık farklı bedenlerde hep aynı hüzne eşlik ediyor…

Kim Kiminle Nerede? (Whatever Works)
resim
Avrupa tatilini yarıda kesen yönetmen, Kim Kiminle Nerede? (Whatever Works) ile tekrar New York'a geri döner. Anti-kahraman yaratmadaki hünerini bildiğimiz Allen bu sefer, tıpkı kendi gibi nevrotik hallerine televizyondan yakinen şahit olduğumuz Larry David’e yüklüyor persona’sını. İsmiyle tanıdık gelen Boris Yellnikoff fizikçi. Hatta bir aralar Nobel’i de kıl payı kaçırmış. Pesimist, narsist ve egoist. Haliyle yaşamak ağır bir yük de olsa başarısız intihar girişimleri sayesinde hayatta. Bilindik Woody Allen halleri kısaca. Bir gün kapısının önünde genç ve güzel Melody ile karşılaşınca olaylar gelişiyor.

Karakteristik bir film Kim Kiminle Nerede?. Fazlasıyla konuşkan ama boşboğaz değil. Dosya konusu içinde defalarca dile getirdiğimiz tüm temalar yerli yerince filme yedirilmiş. Birbirine zıt karakter bol, eh en absürt durumlar da mevcut, bir de sosyo-politik damarın muhafazakârlığa elverişli geçirgenliğini de ekledik mi, düşüşte bir kariyerle Hollywood’dan ayrılan yönetmenin 70’lerden kalma bir senaryoyla dönüşünü kutlamaya hazırız demektir.

Uzun Boylu Esmer Adam-You Will Meet a Tall Dark

resim
Woody Allen, ‘bir arkadaşa bakıp çıkacağım’ der gibi gittiği New York’ta bir film çekip Uzun Boylu Esmer Adam (You Will Meet a Tall Dark Stranger) ile soluğu tekrar Londra’da alır. Naomi Watts, Anthony Hopkins, Josh Brolin, Antonio Banderas, Freida Pinto gibi sağlam bir kadroya sahip film; aile ilişkilerinden aşka, dostluktan sadakate pek çok konunun üzerinden geçiyor.
İngiltere macerasında bizlere bol bol cinayet ve gerilim öyküsü sunan yönetmen, yine aynı topraklarda ama bu sefer karakter draması üzerine yoğunlaştığı daha naif bir çalışmayla karşımızda. Gençlik sevdasına kapılıp kendisinden daha genç bir kadınla evlenen bir baba, onun mutsuz bir evliliğe sahip kızı ve yayınevinden cevap bekleyen başarısız yazar bir koca. Her biri mutluluğun peşinde bir o yana bir bu yana koşan, ararken tökezleyen ve bulduklarını sandıklarında bile aslında yanılan faniler.

"Karşına uzun boylu esmer bir yabancı çıkacak" diyen bir falcının ortaya attığı suni avuntuların amaca dönüştüğü dünyalarında, azıcık mutluluk dilenmek için arkadaşlarını, eşlerini ve daha da kötüsü kendilerini kaybedenlerin öyküsü. Usta işi diyaloglar, su gibi akan bir anlatım ve nefis performanslarla Uzun Boylu Esmer Adam, içindeki ‘yabancı’ya esir düşenlere…

Paris'te Gece Yarısı-Midnight in Paris

resim
Pusulasını bu kez Paris’e çeviren Woody Allen için 2011, ismi ile müsemma Paris'te Gece Yarısı (Midnight in Paris)'nın yılıdır. Dünya prömiyeri duruma uygun olarak Cannes’ın Açılış Gecesi’nde yapılan film, uzun bir aradan sonra nihayet bu cuma ülkemizde vizyona girdi. “Şayet New York’ta yaşamasaydım yaşayacağım yer kesinlikle Paris olurdu” diyen yönetmenin şehre duyduğu saygıyla cisimleşen Paris'te Gece Yarısı tam bir güzelleme.

Amerikalı senarist Gil’in (Owen Wilson), sevgilisi Inez (Rachel McAdams) ve onun ailesiyle birlikte geldiği Paris’te büyülü bir manevrayla 20’lere dönmesiyle başlıyor her şey. F. Scott Fitzgerald’dan Ernest Hemingway’e, Pablo Picasso’dan Salvador Dalí’ye pek çok sanatçı ve yazarla tanışan, Paris’i Paris yapan cafe’ler, kitapçılar, bahçeler ve müzelerle başı dönen Gil, yaşadığı fantezinin içinde kaybolurken, âşık olacağı ilham perisiyle de tanışıyor. Yine pek çok göndermeyle beyin jimnastiği yaptığımız Paris'te Gece Yarısı, yönetmenin son dönemdeki en iyi çalışmalarından biri olarak gösteriliyor. Cannes’dan iyi eleştirilerle dönen, geçtiğimiz mayıs ayında vizyona girdiği ABD’de filmografisinin gişe rekorunu kıran filmle Woody Allen, uzun bir aradan sonra tekrar Oscar yarışına dahil olabilir...

Son Sözler...

Kendisiyle özdeşleşen siyah Ray Ban kemik gözlüğü, kısa boyu, dökülmeye başlamış saçları, çilleri ve yanından ayırmadığı ölüm takıntısıyla, seveni olduğu kadar nefret edeni bol bu ‘geveze’ sanatçı bugün 75 yaşında. “Ölümsüzlüğe eserlerimle değil, ölmeyerek kavuşmak istiyorum" sözünü haklı çıkarırcasına durup dinlemeden üretmeye devam Woody Allen, yakın zaman önce Roma’da çekimlerine başladığı The Bop Decameron’la seneye tekrar karşımızda olacak.
Ad

A Separation,1,Adam Schaff,1,Adem ve Havva,1,Akra'da Bulunan Elyazması,1,Alain Badiou,4,Alain Resnais,1,Alan Woods,1,Albert Camus,17,Albert Einstein,4,Alejandro González Iñárritu,1,Alenka Zupančič,1,Alexander Supertramp,1,Alfred Hitchcock,4,Alıntı,1,Ali Rahimli,4,Allen Ginsberg,5,Amin Maalouf,1,Anarşi,2,André Breton,1,Andrey Tarkovski,7,Ani Gezinti,1,Anton Çehov,2,Antonin Artaud,1,Anubis,1,Aristoteles,1,Arthur Danto,1,Arthur Rosenberg,1,Arthur Schopenhauer,2,Arundhati Roy,1,Asghar Farhadi,3,Attila İlhan,1,Aynadaki Gibi,1,AzBlog,14,Aziz Nesin,2,Babaya Mektup,1,Beat Kuşağı,17,Belgesel,5,Belinski,1,Bertolt Brecht,3,Bertrand Russell,1,Bilim,10,Billie Holiday,1,Biyografya,22,Björk,1,Bob Black,1,Bob Dylan,1,Bozkırkurdu,1,Böyle Buyurdu Zerdüşt,1,Breaking Bad,1,Bulantı,1,Bülent Ortaçgil,2,Büyülenme,1,Camera Lucida,1,Can Yücel,2,Cemal Süreya,1,Charles Baudelaire,2,Charles Bukowski,6,Charles Dickens,1,Charlie Chaplin,2,Charlie Parker,1,Christfried Tögel,1,Christine Bard,1,Christopher McCandless,1,Christopher Nolan,1,Chuck Palahniuk,3,Çarlz Bukovski,1,Çavdar Tarlasında Çocuklar,1,Dallas Buyers Club,1,Damon Albarn,1,Daniel Goleman,1,Dava,1,David Gilmour,1,Demian,1,Desiderius Erasmus,1,Didier Lauru,1,Dieter Forte,1,Djivan Gasparyan,1,Dominique Laporte,1,Dostluk Bağları ve Dostluk,1,Dostoyevski,16,Dönüşüm,1,Edebiyyat,140,Edgar Allan Poe,1,Eduardo Galeano,1,Eflâtun,1,Ejderhaların Danssı,1,Elias Canetti,1,Elvis Presley,2,Emil Michel Cioran,1,Emma Goldman,1,Eric Clapton,1,Eric Hoffer,1,Erich Fromm,3,Ernest Hemingway,2,Estela Welldon,1,Ethan Coen,2,Əkrəm Əylisli,1,Feature,20,Félix Guattari,1,Felsefe,93,Ferman Toroslar,1,Fernando Pessoa,1,Film,68,Franz Kafka,25,Freddie Mercury,1,Friedrich Engels,1,Friedrich Nietzsche,19,Füruğ Ferruhzad,1,Gabriel Garcia Marquez,1,Gabriel García Márquez,2,Galileo,2,Gemeinschaft,1,George Carlin,1,George Martin,1,George Orwell,1,Georges Canguilhem,1,Georges Perec,1,Gerçeklik açısından Kafka,1,Gilles Deleuze,5,Goethe,1,Gogol,4,Guguk Kuşu,1,Gustav Janouch,1,Guy Fawkes,1,Hakim Bey,1,Harriet Lerner,1,Hegel,2,Heinrich Böll,1,Hermann Broch,1,Hermann Hesse,5,Herta Müller,1,Hrant Dink,1,Iain Menzies Banks,1,Immanuel Kant,1,Ingeborg Bachmann,1,Ingmar Bergman,6,Inside Llewyn Davis,1,Italo Calvino,2,İran,1,İtalo Calvino,1,J. D. Salinger,2,Jack Kerouac,8,Jacques Brel,1,Jacques Lacan,13,Jacques Vergès,1,James Hawes,1,James Joyce,1,Jan Pol Sartr,1,Jason McQuinn,1,Jean Baudrillard,1,Jean Cocteau,1,Jean-Paul Sartre,10,Jehane Noujaim,1,Jenn Ashworth,1,Jiddu Krishnamurti,2,Jimi Hendrix,1,Joel Coen,2,John Berger,1,John Fante,2,John Lennon,5,John Steinbeck,4,Jorge Luis Borges,1,Jose Saramago,1,Joseph Conrad,1,Judith Butler,1,Juliet Mitchell,1,Julio Cortázar,1,Kaos'un Gizli Yaşam,1,Karamazov Kardeşler,2,Karl Marx,8,Kaybedenler Klübü,1,Ken Kesey,1,Kırmızı Pazartesi,1,Korkma Ben Varım,1,Kumarbaz,1,Kürk Mantolu Madonna,1,La Casa De Papel,1,Lady with Ermine,1,Lars von Trier,8,Laura Nyro,1,Leonard Cohen,1,Leonard Da Vinci,1,Lev Tolstoy,5,Lev Troçki,2,Linda Lee,1,Maksim Gorki,2,Malina,1,Marie Curie,1,Marilyn Manson,1,Marilyn Monroe,1,Mario Leis,1,Marlon Brando,1,Marqius de Sade,2,Martı Jonathan Livingston,1,Martin Heidegger,2,Maurice Blanchot,2,Max Stirner,15,Mental Pornografi Blog,2,Meqale,175,Michael De Montaigne,1,Michel Foucault,6,Mike Leigh,1,Milan Kundera,1,Miles Davis,1,Milgram,1,Milgram deneyi,1,Mohsen Namjoo,3,Monique Wittig,1,Morrisse,1,Murat Menteş,1,Mustafa Kemal Atatürk,1,Muzik,37,Neal Cassady,2,ngmar Bergman,1,Nick Cave,1,Nick Mason,1,Nikolay Gavriloviç Çernişevski,1,Nilgün Marmara,1,Noam Chomsky,2,Nostalghia,1,Notre Dame'ın Kamburu,1,Nuri Bilge Ceylan,2,Octavio Paz,1,Oğuz Atay,1,Ontolojik Anarşi,1,Onur Ünlü,2,Oscar Wilde,2,Osho,1,Oteki Ben,1,Ölüler Tanrısı,1,Ölüm Pornosu,1,Ömer Hayyam,1,Özdemir Asaf,1,Palyaço,1,Pantolonun Politik Tarihi,1,Patti Smith,1,Paul Lafargue,1,Paul McCartney,3,Paulo Coelho,2,Peter Kropotkin,2,Pierre Clastres,1,Pigme,1,Pink Floyd,2,Politika,1,Rachel Carson,1,Rachter'in Günlüğü,1,Rashit,1,Ray Davies,1,Rene Girard,1,René Wellek,1,Richard Bach,1,Richard Brautigan,1,Richard Dawkins,1,Richard Wagner,3,Richard Wright,1,Robert Musil,1,Roger Fornoff,1,Roger Garaudy,1,Roger Waters,2,Roman,9,Rose Laub Coser,1,Rus edebiyat,2,Ruth Sheppard,1,S. Reynolds & J. Press,1,Sabahattin Ali,2,Sait Faik,1,Salvador Dali,1,Samuel Beckett,4,Sasha Grey,1,Saul Newman,2,Sean Penn,1,Sırtımdaki Ev,1,Siddhartha,1,Sigmund Freud,19,Silence Spring,1,Simone de Beauvoir,6,Slavoj Zizek,6,Slavoj Žižek,15,slide,2,Sokrates,1,Soren Kierkegaard,1,Spinoza,1,SS,6,Stalker,1,Stephen Eric Bronner,1,Steve McQueen,1,Stranger,1,Suç ve Ceza,2,Supertramp,1,Sürgün,1,Şeyler,1,Tanrıya Karşı Söylev,1,Tarkovsky,5,Tek Bacaklı Yolcu,1,Teneke Trampet,1,The Beatles,4,The Butterfly Effect,1,The Rolling Stones,1,The Square,1,Theodor Adorno,4,Thomas Mann,1,Through a Glass Darkly,1,Tom Waits,2,Tomris Uyar,1,Tony Porter,1,Turan Dursun,2,Turgut Uyar,1,Ulua,1,Uluma,1,Ulus Baker,4,Umberto Eco,1,Utanç,1,V for Vendetta,1,Van Gogh,1,Victor Emil Frankl,1,Victor Hugo,1,Viktor Frankl,1,Vladimir Nabokov,2,Voltaire,1,Vsevolod İ. Pudovkin,1,Walter Benjamin,1,Wilhelm Reich,1,Will Durant,1,William S. Burroughs,2,William Shakespeare,1,Woody Allen,8,Xavier Dolan,1,Yabancı,1,Yad,1,Yolda,1,Yusif Vəzir Çəmənzəminli,1,Zeki Demirkubuz,3,Zen Kaçıkları,1,
ltr
item
Ali Rahimli: Baştan sona Woody Allen
Baştan sona Woody Allen
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDtC-xQ6gWfTbAZjOfzStV-xMbAPgcNxx6e1Q-eDf5Ngu7jDxeYukeInReBDvWW3eaUpgBEBnKuF2GLTSK1G7RyIacu5FnruMj7Q5bzV2W_StQx253WHlrqq2_t24w4F3ef1eDtuwYDrRC/s1600/woody-allen-2.jpg
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDtC-xQ6gWfTbAZjOfzStV-xMbAPgcNxx6e1Q-eDf5Ngu7jDxeYukeInReBDvWW3eaUpgBEBnKuF2GLTSK1G7RyIacu5FnruMj7Q5bzV2W_StQx253WHlrqq2_t24w4F3ef1eDtuwYDrRC/s72-c/woody-allen-2.jpg
Ali Rahimli
https://alirahimli.blogspot.com/2014/12/bastan-sona-woody-allen.html
https://alirahimli.blogspot.com/
https://alirahimli.blogspot.com/
https://alirahimli.blogspot.com/2014/12/bastan-sona-woody-allen.html
true
8815050805795647263
UTF-8
Tüm Yazılar Yüklendi Hiç bir yazı bulunamadı HEPSİNİ GÖSTER DAHA FAZLA Cevapla Cevabı İptal Et Sil Tarafından Ana Sayfa Sayfalar İçerikler Hepsini Göster BU YAZIYA BENZER DİĞER YAZILAR ETİKET ARŞİV ARAMA BÜTÜN İÇERİKLER İsteğinizle eşleşme bulunamadı Ana Sayfaya Dön Sunday Monday Tuesday Wednesday Thursday Friday Saturday Sun Mon Tue Wed Thu Fri Sat January February March April May June July August September October November December Jan Feb Mar Apr May Jun Jul Aug Sep Oct Nov Dec just now 1 minute ago $$1$$ minutes ago 1 hour ago $$1$$ hours ago Yesterday $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago more than 5 weeks ago Followers Follow THIS CONTENT IS PREMIUM Please share to unlock Copy All Code Select All Code All codes were copied to your clipboard Can not copy the codes / texts, please press [CTRL]+[C] (or CMD+C with Mac) to copy