Demian (Hermann Hesse) On yaşındaki Latince öğrencisi Emil Sinclair, güvenceli aile ortamının dışında sert ve acımasız bir dünya olduğun...
Demian (Hermann Hesse) |
Bir var bir yoktu.
Ondokuz yaşındaydım.
Ben başka, yaşam başka yerlerdeydik.
Ve yaşamı kaybolduğu yerde değil, samanlıkta arıyordum.
Pek eğlendiğim söylenemezdi.
"Kuş, yumurtadan çıkmaya savaşıyor.Yumurta dünyadır. Doğmak isteyen, bir dünyayı yoketmek zorundadır. Kuş Tanrı’ya doğru uçuyor, Tanrı’nın adı Abraxas’tır."
Kitabın ilk sayfasına tarih atmış, altına bu alıntıyı koymuş ve şöyle yazmışım: "Nereye doğacağımı bilmem, ama yıkacak oluşum kaçınılmaz." Vayy yavrum vayy.
O yıllardaki ruh halime tastamam şifa gibi gelişi şöyle dursun, sahiden tüm yaşamımı çok etkileyen bir kitaptı Demian. Hani şu “bir kitap okudum hayatım değişti” cinslerinden. 19 yaşımın bu müthiş buluşunu ( o zamanlar Demian’ı tarihin tozlu raflarında kalıp önemi anlaşılamamış bir kitap zannedip, kendime de müthiş kaşif payesiyle övgüler düzdüydüm) defalarca okumuş, hatmetmiş, yakın bir zamanda Demian gibi bir kahramanın okul kantininde karşıma çıkacağına dair bir sürü hayaller kurmuştum. Bana yol gösterecek, akıl erdiremediğim tüm soruların cevaplarını şak diye söyleyecek, çakıllar ve dahi dikenlerle döşenmiş deneme yanılma patikalarında dolaşmadan genç yaşımda hayatı yalayıp yutmamı sağlayacaktı. Neyse ki, çok kısa bir süre yine Hermann Hesse’in “Masallar”ını keşfedip bilfiil Iris’in kendisi olmaya karar verdim de kurtarıcı hayallerine veda ettim.
Şimdi adelosans çağımın ayrı ve farklı olma illüzyonlarıyla dolu anılarına da bir elveda çakıp, kitabı tanıtmaya başlayalım.
Hermann Hesse, Demian’ı ilk kez 1919 yılında Emil Sinclair takma ismiyle yayınlatır. Amacı, kendi ünlü isminin etkisinden bağımsız olarak, bu kitabın uyandıracağı yankıları görmektir. Kitap, büyük yankı getirir ve Fontaine ödülüne layık görülür. Gerçi, Hermann Hesse ortaya çıkmaz ve ödülü almaz.
Kitap, Emil Sinclair’in ağzından yazılmıştır. Henüz ilk gençlik yıllarını yaşayan, ona verilen "iyi" ve "doğru" yaşamaya dair eğitimle, yani ahlaklı dünyayla; ruhundan kopup gelen "yasak" duyguların dünyasının çelişmesinden doğan acılar ve vicdan azapları içinde kıvranan bir çocuktur Sinclair. Hesse, kahramanına söylettiği ilk cümleyle, bu acıyı çok net anlatır:
"İçimde dışarı çıkmak isteyen birşey vardı, ben onu yaşamaya çalışıyordum yalnızca. Neden böylesine güçtü bu?"
Küçük Sinclair, herhangi bir yaşıtının çok üstünde bir dozda duyumsadığı varoluş acılarının ve hatta her okulda bulunan "kötü çocuğun" başına sardığı belaların içinde boğulmak üzereyken Demian çıkagelir, onu önce kötü çocuktan, sonra da varoluş acılarından kurtarır. Bu ikinci kurtarma eylemi, tüm zorlukların sona ermesi şeklinde anlaşılmamalıdır elbette, ancak, Demian, Sinclair’in hayata bakışına, yolu algılayışına ve tüm değer yargılarına yeni bir soluk getirir, ona, daha önceden hissettiği, ama adlandıramadığı bir dünyanın kapılarını açar:
"Dışımızda gördüğümüz şeyler, içimizdekilerin aynıdır. İçimizde taşıdığımız gerçek dışında başka bir gerçek yoktur. İnsanların çoğunun gerçeğe bu kadar aykırı bir yaşam sürmesinin nedeni, kendi dışlarındaki görüntüyü gerçek saymaları, içlerindeki dünyaya ise asla söz hakkı tanımamalarıdır. Evet, bu mutlu kılabilir insanı. Ama insan bir kez işin bilincine vardı mı, çoğunluğun izlediği yolu seçmesi diye birşey sözkonusu olamaz. Dostum Sinclair, çoğunluğun izlediği yol kolaydır, bizimkisi ise zor."
Hermann Hesse, kitabın çatısını oluştururken, hikayenin içine iki sembol yerleştirir. Bunların üzerinde durmanın, kitabın ruhuna ulaşmada önemli olduğunu düşünüyorum. Birincisi "nişan" sembolüdür. Sinclair ve Demian, birlikte girdikleri ilk derste, Habil ve Kabil kıssasını dinlerler öğretmenden. Tevrat’a (Musa, 1.kitap) göre, Adem ile Havva’nın ilk oğlu, Kabil, Habil’in ağabeyidir. Kabil çiftçilik yapar, Habil çobanlıkla uğraşır. Kabil işlediği toprağın ürünlerinden, Habil ise sürüsünün ilk yavrularından ve yağından Tanrı’ya armağanlar sunar. Tanrı, Habil’in armağanını kabul edip Kabil’inkini geri çevirir. Kıskançlık duygularına kapılan Kabil, kardeşi Habil’i öldürür. Tanrı Kabil’i lanetler, ama Kabil’in de bir kardeş cinayetine gitmesini önlemek için onu bir nişanla donatır.
Sinclair’in körpe ruhunun kuyusuna atılan ilk taş, bu dersten sonra Demian’ın ona söyledikleridir. Demian, bir nişan’a inanmaktadır, fakat, Habil’in öldürülmesinden önce varolup, kıssanın başlangıç bölümü sayılabilecek şeyin, tam da nişanın kendisi olduğunu söylemektedir. Evet, Kabil ve çocukları gerçekten kimseye benzememekte ve bir nişan taşımaktadırlar fakat, bunun nedeni cinayet ya da koruma değildir. Bu nişan, üstünlüğün, lanetin ve zor yolun nişanıdır.
İkinci sembol, Sinclair ve Demian’ın, Habil ve Kabil kıssasının üzerinde konuşarak yürüdükleri Sinclair’in evinin kapı kemerine yerleştirilmiş atmacaya benzeyen bir armadır: Abraxas. Kitapta Abraxas, yeryüzü ile gökler arasında haber taşıyan, hem iyiliği hem kötülüğü içinde barındıran bir haberci tanrı olarak anlatılır ve insanın normal denebilecek arayışların ötesinde kendi yazgısını keşfedebilmesi için içinden gelen seslere kulak vermesi, düşlerine ve sezgilerine güvenmesi ve onları yorumlayabilmesi koşulunu simgeler.
(Abraxas, eski çağlarda büyülü olduğuna inanılan yunanca harf dizisidir, bu kelime çeşitli eşyaların üstüne tılsım olarak yazılırmış. Sonradan bir tanrı ya da tanrısallık (deity) olduğuna inanılmış. Abraxas’ın Hitler’in tanrısı ya da yahudileri yakma sebebi olduğunu söyleyenler de var. Borges de Kum Kitabı’nda, Otuzlar Mezhebi’ne dair yazdığı yazıda; Abraxas’tan, "başı horoz, kolları ve gövdesi insan ve belden aşağısı yılan kuyruğu" diye bir alıntıyla bahsediyor.)
Kitapta geçen sembollerden sözederken Demian’ın isminin işaret ettiği anlamı da geçmemekte yarar var, Demian ya da Damian, ruhuna şeytan sahip olmuş çocuklara verilen isimdir.
Demian ve Sinclair konuşurlar, konuşurlar, konuşurlar. Okumadıysanız, işi gücü bırakıp hemen bir kitapçıya koşmanızı önererek bitireceğim bu kitabın tanıtımı, o konuşmalar sırasında Demian’a söyletilen bir cümleyle sona erer:
"Çok konuşuyoruz. Bu zekice konuşmaların hiçbir değeri yok, hiç yok. İnsanı kendi kendisinden uzaklaştırır, o kadar. Kendi kendinden uzaklaşmak da günahtır. Yapılması gereken, insanın tıpkı bir kaplumbağa gibi, kendi içine girip yerleşebilmesidir."
Nokta.