Laura Nyro Laura Nyro, 1960'ların ilk kendi şarkı yazarıdır. Şarkılarında New York'un ruhunda yarattığı değişimleri yansıtmıştır...
Laura Nyro |
Müziği değişik etkileri barındırır. Gospel, modern caz, plantasyonlardan çok uzakta söylenen blues, Gerswin, Berstein ve hatta Stravinsky... Bütün bu etkilerden çok kişisel bir üslup yaratmayı başarmıştır. İnsanı çağıran, davet eden müziği ayrıntılarla doludur. Rock'ı ciddi sanat düzeyine çıkaran öncülerden biridir Nyro. Yeni bir tür kazandırdığı da söylenebilir: yumuşak rock (soft rock).
Bir şarkı yazarı, bir ozan olarak Nyro için sözcüklerin anlamlarından ziyade ses ve renkleri önemliydi. Piyano çalıyor ve sesini bir çalgı gibi kullanıyordu. Fakat müziği okuyamazdı. Kendisine eşlik eden müzisyenlere nasıl bir tını istediğini anlatabilmek için sesleri renk tonlarıyla tanımlıyordu.
İtalyan kökenli, katolik bir ailenin kızıydı. Çocukluğunu Portoriko'luların yoğun olduğu Bronx sokaklarında yaşadı. Romilar alıp düşlere dalıyor, Miles Davis'i dinliyor, bazen de metrolarda şarkı söylüyordu.
İlk albümü More Than a Discovery pek başarılı sayılamazdı. Henüz on sekiz yaşındayken gerçekleştirdiği bu albümde keskin gözlem ve algılarını sözcüklere dökmede yetersiz kalıyordu. Üstelik birlikte çalıştığı müzisyenler ve prodüktör Nyro'nun ne yapmak istediğini tam olarak anlayamamışlardı. İzleyen albümlerinde prodüksiyonu büyük ölçüde denetleyecekti.
1968 yılında gerçekleştirdiği ve başlığının da açıkladığı üzere itiraf şarkılardan oluşan Eli and the Thirteenth Confession, 1960'ların sonlarında çıkan bir avuç concept albümden biridir. Bu bakımdan Janis Ian'in Aftertones, Joni MitcheII'in Blue ve Van Morrison'ın Astral Weeks albümleriyle kıyaslanabilir. Anılan tüm bu albümlerde derinlik vardır.
Nyro da, tıpkı Janis lan gibi, rock'a ilk kez feminist bir bakış getiren, kadınlık sorununu işleyen bir öncüdür. Bütün kariyeri boyunca Joni Mitchell ile aralarında benzerlikler bulunmuştur. Mitchell "hippy tanrıçası"ydı (unutmayalım, bir kuşağa "Woodstock" şarkısını armağan eden Mitchell'dir). Nyro ise "Bohemyanın prensesi". Eli and the Thirteenth Confession ve Astral Weeks, Nathaniel Hawthorne'un us ve duyguların buluştuğu, ay ışığıyla dolu odasına benzerler.
Ancak, Astral Weeks tek bir izlek üzerine kurulu parçalardan oluşur. (Ben yine de "Madame George"u ayrı tutmayı yeğlerim. "Playing dominos in drag...") Oysa, Nyro'nun itiraflarında böylesi bir izleksel bağlantı yoktur.
Eli and the Thirteenth Confession çocukluktan genç kadınlığa geçişi yansıtır. Bu anlamda, epik bir albümdür aynı zamanda. Dinsel tonların yanı sıra örtük bir kösnüllük de vardır. Genç bir kadının iç dünyasının titreşimleri, ruhunun uğultuları duyulur. Dinsel ve cinsel imgeler iç içedir. Tuhaf bir biçimde size Lisieux'lu Azize Teresa'nın özyaşam öyküsü Bir Ruhun Öyküsü'nü anımsatabilir. (Kendisiyle yapılan bir söyleşide Nyro, bir zamanlar rahibe olmak istediğini, ancak sonradan bu düşüncesinden vazgeçtiğini söylemişti).
Yirmi dört yaşında tüberkülozdan ölen Azize Teresa, Bir Ruhun Öyküsü'nde kendisine "küçük çiçek" adını yakıştırır. Nyro'ya da verebilirsiniz bu adı. Bataklıkta, sazlıklar arasında açmış tılsımlı bir çiçek ya da romantiklerin mavi çiçeğidir o. Nörotik ve kırılgandır. Fakat acılarını dramatize etmeden dile getirir ve asla cinsiyetsiz değildir. Katolikçe bir günah duygusu ve baştan çıkarılma arzusu yan yanadır. "Dinsel ve erotik" itiraflarında kendisini hem bir azize, hem de bir fahişe olarak takdim eder. Albümün başarısından sonra Nyro, artık Bronx'lu Ophelie olarak anılıyordu.
New York Tendaberry albümünde daha olgun bir Nyro vardı. Kendisini kuşatan sefaletten lirik bir şiir yaratmıştı. Kente olan sevgisini şiirleştirmişti. Fakat o, bu kenti, Woody AIIen gibi salt güzellikleriyle ve delidolu bir sevinçle kucaklamaz. Nyro'nun New York'u hem gözdağı verir, hem de bağrına basar. Bu açıdan New York sokaklarının diğer iki ozanı Lou Reed ve Jim Carroll'a yakındır. Kent ürkütücüdür. Fakat, dayanılmaz bir cazibesi de vardır.
New York'un Nyro üzerindeki etkisi Baudelaire'in Paris ile olan ilişkisine de benzetilebilir.
Bu albümde, New York için duyduklarını anlatabilmek için yeni bir sözcük keşfetmişti Nyro: "Tendaberry". Kentin yüreğinde ve her köşesinde gizem ve romans bulan genç bir kadının duygularını açıklar bu sözcük. New York'ta duyulan ılıklığı, yumuşaklık ve huzuru. Nyro duyduğu sıcaklığı kentin yitik ve yalnız ruhlarına da iletiyordu. New York'un renklerini, parıltı ve karanlığını, organik ritmini, atmosferini yansıtıyordu. Önce bir panorama çiziyor, sonra kenti hepsi birer bağımsız parça olan imgelere bölüyordu. "Alfabe kenti"ni atom düzeyine indirgiyordu. New York'un güzellik ve çirkinliklerini romantize etmeden serinkanlılıkla dile getirir.
Nyro için kent "iyi ve kötünün, sağlık ve sayrılığın, Tanrı ile Şeytan"ın sürekli çalışma halinde oldukları bir savaş alanıdır. Bu bakımdan kimi dışavurumcu ozanlarla hısımlığı da ileri sürülebilir. Kaspar Hauser'in ulaşır ulaşmaz katledildiği kenti lanetlemişti Trakl. Georg Heym, "Umbra Vitae" başlıklı şiirinde kenti şeytanın ülkesi olarak betimlemişti. Kent, usdışı, yıkıcı güçlerce işgal edilmiş, kötü ruhların istilasına uğramıştır. "Umbra Vitae"deki intiharlar kentte yitirilmiş kimlik arayışlarıdır gerçekte (verlorenes wesen "yitik öz", "yitik varlık" anlamlarına da gelir çünkü).
Nyro da, kentte yitirmiş olduğu her şeyi yine kentte bulur. Modern kentin "demonic" imgelerine New York Tendaberry'deki şarkılarda da rastlanır. Georgc Heym'in sözünü ettiği "pençe benzeri kuleler" Manhattan'ın gökdelenleri de olabilir pekâlâ. Yüzyıl sonu (fin de siecle) dekadanları kentte kutsallık da bulmuşlardı. Nyro da, çevresinde Tanrı'nın varlığını duyumsar. Fakat yüzünü Tanrı'ya mı, yoksa Şeytan'a mı döneceğinden, bunlardan hangisiyle dostluk kuracağından emin değildir. Bu iki ezeli düşman onun hem ruhunu, hem de bedenini taciz ederler. Aralarında nihai, kalıcı bir barış asla gerçekleşmez.
Nyro'nun müziğinde sayrılık, us dağınıklığı ve cinnet üzerinde kurulmuş şaşırtıcı bir denetim vardır. Şarkıları Sylvia Plath, Anne Sexton, Louise Boğan ve bir ölçüde Adrianne Rich gibi kimi kadın ozanların itiraf şiirlerini de çağrıştırır.
"Don't go to Gibsom cross the river
the devil is hungry
the devil is sweet
if you are soft then yon will shiver
they hang the alley cats on Gibsom Street."
Fakat, uyarılara kulak asmayarak karşıya geçecek ve sokak kedilerini acımasızca astıkları Gibsom Sokağı'na gidecektir. Özyıkıma öylesine yatkındı Nyro. Bedeli ne olursa olsun deneyimi yaşama saplantısı vardı. Tehlike bölgesine yolculuktan ürkmemiş; uçurumun kıyısına doğru bir hayli yol almıştır. Belki de selamet uçurumun kıyısındadır. Hayatı tam orada, uçurumun kıyısında kucaklıyordu. Uyuşturucu bağımlılığını grafik ayrıntılarla dile getirmiştir. Şarkılarında "Şeytan" ve "kaptan" imgelerine kokain ve eroinin eğretilemeleri olarak başvuruyordu. LSD ile yaşadığı gerilimli bir deneyimden sonra ise, artık kaybeden olmaktan çıkıp kazanan olmaya başladığını söylüyordu.
Christmas and the Beads of Sweat albümünde Nyro, artık kesinlikle aşkın edilgen tarafı, kurbanı değildi. Hayata farklı bir perspektiften bakıyor, karanlıktan arınmış ruhu çevresine ışık saçıyordu. Özyıkım leifmotif olarak vardı.
"My pretty medicine man
got pretty medicine in his hand."
Nyro, uyuşturucularla olan çok kişisel deneyimlerini hep eğretilemeyle anlatmıştır. "Been on a Train" başlıklı parçada bu kez de demiryolunu eroinin eğretilemesi olarak kullanıyordu.
Aradan uzun bir süre geçtikten sonra, bir yıl arayla iki albüm gerçekleştirmişti. New York'un geçmişine ve Bronx'daki çocukluk günlerinin anı/ithaf albümü olarak Gonna Take A Miracle'ı beş yıl sonra Smile izledi. İkisi de özyaşamsaldır. Bakışları yine kendi üzerinde odaklanmıştı. Smokey Robinson'ın "Sexy Mama" başlıklı şarkısının yorumuyla açılan Smile daha önemli sayılan bir çalışmadır.
Smile'da caz etkisi yoğundur. Duygusal doyum ve yeni bir hayat yeni etkiler de getirmişti. Dinsel imgeler büyük ölçüde terk edilmiş ve yerlerini insanbiçimcilik (antropormorfizm) almıştı. Eddie adlı kedisi için yazmış olduğu "The Cat Song"da kedi soyuna(feline özellikler taşıyan her canlıya) tutkusunu dile getiriyordu.
Alkış ve bravo sesleri arasında yine sahneye döndü Magdalena. Sonra gözden kayboldu....
Halil Turhanlı & Müzik ve Muhalefet
Altıkırkbeş - 13 Temmuz 1996