Dostoyevski’nin ölmeden üç ay evvel tamamladığı, yaklaşık 400 bin kelimelik dev romanı “Karamazov Kardeşler” Dostoyevski’nin yazarlık yaşa...
Dostoyevski’nin ölmeden üç ay evvel tamamladığı, yaklaşık
400 bin kelimelik dev romanı “Karamazov Kardeşler” Dostoyevski’nin yazarlık
yaşamı boyunca değindiği temaların işlendiği, dramatik olaylarla bezenmiş bir
düşünce romanı, bir başyapıt. Karamazov Kardeşler, Tolstoy evini terk ettiğinde
yanına aldığı kitaptır.
Dostoyevski’nin kendi yaşamıyla pek çok paralellik taşıyan
bu romanı, hem bir aile dramı, hem bir cinayet romanı, hem de eşsiz bir felsefi
metin olarak nitelendirilebilir. Okuru 19.yüzyıl Rusya’sına götüren bu dev
eser, edebiyat kadar psikolojide de kendini özel bir yer edinmiştir.
İç çatışmaların ve günahların gizli derinliklerinde dolaşan
Dostoyevski, insanoğlunun en karanlık yönüne dalmaya ve var oluşun gerçek
anlamını kavramaya cesaret gösteren büyük bir destan çıkartmıştır.
Romanın büyük bir bölümü Staraya Russa’da yazılmıştır.
Dostoyevski, oldukça ağır bir dili olan roman için iki yıla yakın zaman
harcamış ve 1880 yılının Kasım ayında bitirmiştir. Kitabın yayımlanmasından yaklaşık
dört ay sonra ölmüştür.
Dostoyevski’nin, en son ve en iyi yapıtlarından biri olan
Karamazov Kardeşler’de, 4 kardeşin, yaşlı bir toprak sahibi babası Fyodor
Pavlovoviç Karamazov arasındaki anlaşmazlıklardan usta bir dille
bahsedilmektedir. Baba Karamazov’un; duygusal Dmitri, entelektüel İvan, gizemli
Alyoşa ve gayrimeşru oğul Smerdiyakov adlarında dört oğlu bulunmaktadır.
Kendilerini Karamazov olarak gören kardeşlerin hepsi de kendine özgü karakter
özelliklerine ve arzularına sahiptiler; Dmitri bedeni, İvan aklı, Alyaşo ise
ruhu temsil eder. Dört kardeş de babalarına karşı duyduğu yoğun, kontrolsüz
öfke ve intikam duygularıyla hareket ederler, babanın öldürülmesiyle beraber
büyük oğul Dimitri’nin en önemli zanlı durumuna düşmesi sonrası sadece bir
kasabayı değil, bütün Çarlık Rusya’sını etkileyen bir dava başlar. Bu dava
vasıtasıyla Lev Tolstoy’un 1899 yılında yayınlanan “Diriliş” adlı romanında çok
daha geniş olarak yapılacak olan hukuk sistemi eleştirisine de yer verilmiştir.
Hayat, ölüm, para, aşk, felsefe, din, cinayet gibi konuların birbiri içine
mükemmel bir şekilde uyumlu olduğu bu roman, Dostoyevski klasikleri arasında
kendisinden en fazla söz ettiren roman olma özelliğini taşımaktadır.
“İnsanı anlamak istiyorum. tüm bir hayat boyunca bunu
anlamak için çabalamak zorunda kalsan bile bil ki buna değer” genç Dostoyevski
böyle yazmış arkadaşına mektupta. Tüm hayatının, bu projenin gerçeklemesi
olduğu iddia edilebilir.
‘Bana psikolog diyorlar. Hayır ben realist’im. İnsan ruhunun
derinliklerini portreliyorum.”
Dostoyevski hep hümanist olmuştur – kendisini gençliğinde
yasadışı anarşist sosyalistlerin arasında bulduğu zaman bile bu geçerli.
Yakalanıyor, tam idam edilecekken çar tarafından affediliyor ve sürgüne
Sibirya’ya gönderiliyor. Ve orada mahkumların arasında vicdanı ve incil’i keşfediyor,
rus orthodoks tanrısını ve Isa’yı buluyor. Yeraltından notlar, tanrısını
kaybetmiş, (Dostoevski’nin gözünde) 19.yüzyıl rus aydınının dramatize edilmiş
durumunu inceliyor. Bu kısa romandan sonraki tüm “büyük” romanları ise,
teism-ateism, batıcılık-panslavism, gibi fikir kapışmalarının eksentrik
karakterlerde dramatize edilmesi üzerine kurulu.
Ne olursa olsun Karamazov Kardeşler, öncelikle bir şiir,
insan ve onun dünyadaki durumu üzerine yazılmış (varoluşçu düşünceyi de epey
etkilemiş) binküsür sayfalık, romancıl bir şiir. Bu şiirin de ey yüce noktası
büyük engizisyoncu adlı bölüm. Bu bölümde İsa’nın kendisi Dostoyevski’nin
konuğu oluyor. Ayrıca Dostoyevski’nin alter-ego’su olduğunu düşündüğüm Peder
Zosima karakteri de bize feleğin ve şüphenin çemberinden, potasından (artık
nereden geçmişse, tam bilemiyorum) geçmiş, hristiyan inancını gösteriyor.
‘Kahramanların olağanüstü bir yoğunlukta yaşadıkları
umutsuzluk, acı, tutku ve çılgınlık anları, arayışlarının insani zayıflıkları,
derin psikolojik çözümlemelerle betimleniyor. Dostoyevski Rus halkının
hayranlığa değer saflığı ve bozulmamışlığına değiniyor. Romanın temel sorununun
yanıtı ise rahip Zosima’nın konuşmasında belirttiği evrensel uyumun kafa ile
değil yürek ile inançla elde edilebilir sözü ile iletilmiş okuyucuya.
Dostoyevski insan ruhunun derinliklerini ustaca çözümlemesi ile bu kitap
psikanalize bir kapı açmış ve varoluşçu düşüncenin temel kaynaklarından biri
olmuş.
Babaları Karamazov’u öldürmelerinden kuşkulanılan üç kardeş,
sınamalar, itiraflar ve dede Zosima’nın yetiştirdiği en küçük kardeşleri masum
ve saf Alyoşa ile yaptıkları konuşmalarla kendi ruhsal evrelerini ve
içlerindeki gerçeği keşfederler.
‘İnsanların iç dünyası alabildiğine geniştir. Kainat
ölçüsünde geniş…..’
‘Şeytanın tanrıyla cenkleşmesidir bu; cenk alanı da insanın
kalbidir.’S134
Katil kimdir’ Tanrı’ya isyan eden soğukkanlı mantıkçı Ivan
mı’ Güzellik tutkunu, nefis düşkünü Mitya mı’ Ivan’ın karikatürü, gayri meşru
Smerdiyakov mu’ Mitya tutuklanır, ama aslında kötülükle dayanışmaya varan
kardeşlerin üçü de suç ortağıdır.
Romanın merkezinde babanın ölümü yer alır ve birçok edebiyat
tarihçisi romandaki ölümü Dostoyevski’nin kendi hayatına bağlarlar, çünkü
yazarın babası da bir cinayete kurban olmuş serfleri tarafından öldürülmüştür.
Bu ölüm Dostoyevski’nin bilinçaltını derinden etkilemiştir. Dostoyevski’nin
yaşam öyküsünü kaleme alan yazarlara göre ilk sara nöbetine de bu düşünce neden
olmuştur. Freud ve birçok psikanalizci, babaya duyulan bu nefretle ve bunu
izleyen suçluluk kompleksine dayanarak, epilepsi hastalığının sinirsel kökenli
olduğu sonucunu çıkardılar. Romanda Dostoyevski’nin yaşamı ile yapılabilecek
birçok benzetme vardır. Üç yaşında ölen oğlunun Alyoşa olmasıdır. Oğlu
babasından genetik yolla aldığı epilepsi nöbetleri sonucu yaşamını yitirmişti.
Dostoyevski kitabında hem bir baba hem de oğul olarak duyduğu suçluluk
duygularına gönderme yapar. Dimitri Dostoyevski’nin sürgünde sona eren romantik
devridir. Ivan, üniversite yıllarında ilgi duyduğu sosyalist yönünü, bu uğurda
Tanrı inancının kaybetmek üzere olduğu yılları yansıtır. Alyoşa ise, onun
olgunluk halinin , ulusuna ve dinine dönüşüdür.. Smerdyakov’un Dostoyevski gibi
epilepsi nöbetleri geçirmesi de göndermelerden biri ..
Kitapta ele alınan KARDEŞLİK benzerlikler yerine farklılıklar
üzerine kurulmuştur, bu da karakterlerden her biri diğerinin özelliklerinin
ortaya çıkmasına rol oynar. Ivan’ın kötümser felsefesi, Alyoşa ‘nın temiz ve
huzur dolu doğası ile zıtlaşır. Dimitri ‘nin karakter zayıflığı, diğer iki
kardeşin düşünceleri berraklaştırır. Ivan’ın temsil ettiği akıcı hayat görüşü,
Alyoşa’nın masumiyetini ortaya çıkarır.
Romanın içinde yer alan ‘Büyük Engizisyoncu’ bölümü romanın
kendisi kadar ünlüdür. Sadece bu bölüm üzerine yazılan felsefe makaleleri
birkaç kez kitap halinde basılmış. İsa yeryüzüne inmiş ve İspanya’nın Sevilla
şehrinde mucizeler yaratmaya başlamıştır. O sırada Engizisyon Mahkemesi Başkanı
bunu fark eder ve İsa’yı bir hücrede alıkoyarak o uzun sorgulamasına başlar.
‘Büyük Engizisyoncu’ bölümünde yazarın tüm felsefesini
sunduğu düşünülür. Ama bu bölümden önceki ‘Başkaldırma’ bölümünün bu felsefe
düşüncesi ile bir bütün olduğu düşünülür. Buradaki acıyı yüreğinizde
hissedersiniz.. Bu bölümde Ivan kardeşi Alyoş’ya yaşamın adaletsizliğini
anlatır. Peş peşe verdiği örneklerin hepsinde masum bir çocuğa yapılan
haksızlıkları anlatır, neredeyse kötülükler listesi gibidir bu bölüm,
insanoğlunum en büyük suçunu anlatır. Yatağını kirlettiği için anne ve babası
tarafından dövülüp tuvalete kapatılan beş yaşında bir çocuk ya da köpeğe taş
attığı için av köpekleri tarafından annesinin gözü önünde parçalatılan 8
yaşındaki çocuk, Ivan’a göre sadece dünyanın adaletsizliğini değil, aynı
zamanda tanrının da adaletsiz düzeninin göstergesidir. Bunları anlattıktan
sonra Ivan birkaç soru sorar Alyoşa’ya; Birincisi ‘bu çekilen acı, daha büyük
mutluluk bedeli için midir’’ nasıl peygamberler insanlar daha mutlu yaşamlar
sürsün diye acılara katlandılarsa, çocuklar da kitlelerin mutluluk bedelini mi
ödüyorlar’ Bu soru Hristiyan öğretisinin özünde yer alan, İsa ‘nın Tanrının
oğlu olmasına rağmen ölümüne babası tarafından göz yumulması ve onun çektiği
acıların insanlığın tümünün mutluluğu için yaşaması gerektiği öğretisine
benzer. Küçük masum çocuklar da peygamberler gibi insanlığın günahları için bu
acıyı çekmek zorunda bırakılırlar. Bu duruma Ivan İkinci soruyu sorar. ‘Bilsek
ki, dövüldükten sonra karanlık tuvalete kapatılan çocuğun ağlaması sayesinde
tüm insanlık mutlu olacak, çocuğun bu acıyı çekmesini kabul edebilir miyiz’’ ve
sorular ardı ardına gelir.’Diyelim ki, çocuğun bu acıyı çekmesini kabul ettik,
ona bu acıyı çektiren kişiyi affedebilir miyiz’’ Zincirleme sorular bitmez. ‘
Diyelim ki, sonsuz affedici güçle donanmış aziz insanlarız ve her durum
karşısında affetmeyi denemek istiyoruz, köpeklerine çocuğu parçalattıran emekli
generali, o çocuğun annesi affederse, biz o anneyi affedebilir miyiz’ Ya da
daha doğrusu, affetmemiz affedilir bir davranış olur mu’’
Suçun ahlaki boyutunu tam bir felsefeci gibi ele alır.
Hristiyan’lıkta en zor anlaşılır şey, günah çıkartıldığında her suçun affedilir
olmasıdır. Ivan Tanrının sonsuz affediciliğiyle alay eder sanki. Tanrı için
affetmek tabii ki kolaydır, asıl önemli olan İNSANIN KENDİNİ AFFEDEBİLMESİDİR:
bu ise çoğu zaman imkânsızdır.
‘Nothing is more seductive for a man than his freedom of
conscience. But nothing is a greater cause of sufferring’S 285
‘Kişioğlunca vicdan özgürlüğünden güzel,ama aynı zamanda da
acı bir şey yoktur… Kişioğlunun özgürlüğünü eline alacak yerde ,çoğalttın bu
özgürlüğü, insanlığın ruhsal dünyasına sonsuza dek sürecek acılar kattın.. Ama
seçme özgürlüğü gibi ürkünç bir yükün altında ezilen kişioğlunun sonunda Senin
önderliğini, hatta gerçeğini de reddedeceğini düşünmedin mi’ Gerçeğin sende
olmadığını bağırmaya başlayacaklardır sonunda.’
Dostoyevski’nin sormadığı ama okurun aklına takılan soru
daha var tabii tüm bu zincirleme soruların getirdiği ‘Dünyayı bunca acılarla
dolu yaratmasından dolayı İNSAN TANRIYI AFFEDEBİLİR Mİ’’
Gerçeği söylüyorum size, gerçeği: Buğday tanesi yere
düştükten sonra yok olmazsa, bir buğday tanesi olarak kalır; ama yok olursa, o
zaman bereketli ürün verir.
Kitaplarda adı yol şaşırtıcı diye geçen şeylerden daha
gerçek şey var mıdır’ S 282
‘Kişioğlunu yalnız ekmekle yaşanmaz dedin. Ama Toprak
Ruhunun bu ekmek uğruna Sana baş kaldıracağını, Seninle cenkleşeceğini, Seni
yeneceğini, bütün insanların bu canavarın dengi yok, bize gökten ateşi indir
diye bağırarak onun peşinden koşacağını biliyor musun’’)*
“Karamazov Kardeşler”, aslında yazarın çok önceleri yazmaya
başlayıp sonra toparlayamadan bıraktığı “Büyük Bir Günahkârın Yaşamöyküsü” adlı
roman tasarısının parçalanmış son hali. Dostoyevski bu tasarısında anlatmak
istediği görüşlerinin büyük bir bölümünü “Budala” ve “Delikanlı” adlı
romanlarında hoyratça kullanmıştı. Ancak yine de “Karamazov Kardeşler”,
benzersiz ve sarsıcı hikâyelerle dolu en etkileyici romanı oldu.
Kısaca değinecek olursak, üç kardeşin etrafında ve onların
iğrenç bir karaktere sahip babalarının ölümüne değin geçen süreçte gelişir bu
roman. Fyodor Karamazov, âşık olduğu genç kadını oğlunun elinden almaya çalışan
sefahat içindeki eski bir Rus asilzadesidir. Elinden gelen her kumpası denemeye
kalkışacak kadar şehvet düşkünlüğünde gemi azıya almış bir babadır. İçinde
Tanrı inancı taşımayan bu arsız adama göre öteki dünya diye bir şey yoktur ve
ölüm, sonsuza değin sürecek olan uzunca bir uykunun diğer adıdır. Bu yüzden,
her iğrenç davranışının sonrasında bir zavallılık hissetse de kimseye verecek
bir hesabı olmadığını kendi kendine hatırlatarak teselli bulur. Dostoyevski’nin
insanlardaki kötülük yapma isteğinin nedenlerini sorgulaması, iyiliği sonsuz
olan Tanrı’nın varlığıyla insanlardaki kötülüğün bağdaşabilmesi gibi oldukça
karışık meselelerin kökenlerini araştırmasındaki başarısı bu dev romanda doruk
seviyesine çıkar.
Cezaevinden sonra sürgüne gönderildiği yıllarda Dostoyevski’nin
aklını hep bu ve benzeri metafizik konular meşgul etti: Ona göre en ağır
suçları işleyen insanlar bile aslında çok saf ve basittirler. Yalnızca
tabiatları icabı, bir anlık gaflet anında kendilerini aşağıdan ya da yukarıdan
gelen çekici kuvvete kaptırabilirler. “İnsanların iç dünyası alabildiğine
geniştir. Kâinat ölçüsünde geniş…” der Dostoyevski ve ekler: “İnsan ruhu
şeytanın Tanrı’yla savaştığı bir savaş alanıdır.”
Bu dev romanın ilk kısmında Karamazovları kısaca tanıdıktan
sonra onların Zosima Dede’nin (Staretz) hücresinde buluşmalarını izleriz.
İkinci kısımda o meşhur ‘Büyük Engizisyoncu’ vardır. İsa,
yeryüzüne inmiş ve İspanya’nın Sevilla şehrinde mucizeler yaratmaya
başlamıştır. O sırada Engizisyon Mahkemesi Başkanı bunu fark eder ve İsa’yı bir
hücrede alıkoyarak o uzun sorgulamasına başlar. Dostoyevski, Rus anarşizminin
Hıristiyan inancına yönelttiği saldırgan sorulara bir yanıt sayar romanının bu
bölümünü.
Üçüncü kısımda, kardeşlerden en büyüğü olan Dimitri,
babasının ölümünden sorumlu tutularak sorgu altına alınır ve dördüncü kısım
cinayetin düğümünün çözülmesiyle son bulur.
Dostoyevski’yi biraz tanıyanlar, “Karamazov Kardeşleröde
kendi kişiliğinin üç yönünü, hayatının da üç devresini anlattığını iddia
ederler: “Karamazov Kardeşleröden Dimitri, onlara göre Dostoyevski’nin sürgünde
sona eren romantik devridir. İvan, üniversite yıllarında ilgi duyduğu sosyalist
yönünü, bu uğurda Tanrı inancını kaybetmek üzere olduğu yılları yansıtır. Ve
Alyoşa… İşte bu karakter, Dostoyevski’nin olgun halinin, onun ulusuna ve dinine
dönüşünün müjdecisidir.
Oysa ki Edward Hallett Carr’ın incelemesinde Dostoyevski’yi
asıl yansıtan karakterin Alyoşa ya da Dimitri değil de İvan olduğu yolundaki
iddia, oldukça ilgi çekici. Çünkü, Büyük Engizisyoncu’dan bir önceki bölüm olan
Başkaldırı’da İvan’ın Tanrı’ya saldırısı ve nazik bir şekilde ‘bileti geri
vermek istemesi’, Zosima Dede’nin ve Alyoşa’nın savunmalarından daha güçlü ve
daha inandırıcı. Dostoyevski’nin hayatının sonuna kadar şüpheci bir kişi olarak
kaldığını düşünecek olursak, o zaman bu iddiayı da yabana atmamamız gerekir.
Alman ve İngiliz izleyicileri de olan etkili bir Rus eleştiri okulu,
Dostoyevski’nin Ortodoksluğu kabul edişini biçimsel bir şey olarak görür.
Onlara göre Dostoyevski’nin gerçek dini, Hıristiyan ahlaki öğretisinin ve
Hıristiyan inancının ötesinde bir çeşit anarşist mistisizmdir. Fakat biz,
Dostoyevski’nin inancının bir tür sezgiden çok, akıldan geldiğini kabul
ediyorsak eğer, bu inancın gerçekliğini yadsımamız için çok acımasız olmamız
gerekir.
Bir hastalıktan musdarip olup onun acılarını sürekli
hissetmek olgusu, birçok Dostoyevski romanında olduğu gibi “Karamazov
Kardeşleröde de önemli bir motif olarak işlenir (Sürekli sara nöbetleri geçiren
Smerdyakov). Dostoyevski’nin edebi hayatında oldukça önemli bir yer tuttuğu
bilinen Gogol’ün, hayatının sonlarına doğru değişiklik geçirdiği ve
Ortodoksluğu kabul ettiği sıralarda yazdığı mektuplardan biri, ‘Hastalığın
Önemi’ adını taşır. Ona bir yığın budalalık yapma cesaretini verecek olan
sağlığını elinden aldığı için Tanrı’ya şükreder Gogol… Çünkü bundan böyle
kaleminden çıkacak olan her şeyin daha derin bir önem teşkil edeceğini bilir.
Dostoyevski’nin de sarasına verdiği ruhi önemi anlamak için çok değil, herhangi
bir romanını okumak yeterli.
İkinci kısımda, Dimitri Karamazov’un bir sarhoşluk anında
saçlarından sürükleyerek tartakladığı Yüzbaşı Snegirev ile Alyoşa arasında
geçen bir bölümle bitirmek istiyorum. “Ve Temiz Havada” adlı bu bölüm, yoksul
Rus memur tipinin gururuna olan düşkünlüğünün boyutlarını yansıtması açısından
oldukça ilginç bir biçimde gelişir. Katerina İvanovna’nın Alyoşa aracılığıyla
yolladığı iki yüz rublenin yüzbaşı tarafından reddedildiği sahnede Dostoyevski,
isimsiz olduğu kadar ölümsüz bir kahraman da yaratmıştır aslında. Katerina İvanovna’nın
yardım için yolladığı parayı o an elinin tersiyle reddederken, aslında birkaç
gün sonra o parayı mecburiyetten kabul edeceğini iyi bildiğimiz bir yüzbaşı
vardır ve onun gayreti yine de hiç olmazsa o an için Rus asilzadelerinin iki
yüzlü, sözde şövalye soyluluklarını yüzlerine çarpar. Yüzbaşı Snegirev
tiplemesi, bugünün kriz Türkiye’sinde birçok insan tipinin karşılığı bana göre.
Zaten, bir tek zamansal farklılıklar taşıyan iki toplumsal atmosfer arasındaki
bağlantı değil midir bizi bugünlerde Dostoyevski’ye biraz daha yaklaştıran’
Dostoyevski de bir zamanlar ‘sosyal patlama’ beklenen bir toplumda yaşıyordu ve
o patlamanın kıvılcımını çakacağım diye az daha idam sehpasında sallanacaktı.
Bazen bulmaca eklerinde verilen o karmakarışık figürlerle dolu
‘Şaşı Bak, Şaşır!’ resmine baktığım gibi, bir Dostoyevski sayfasına da gözümü
kısıp bakarım. Gözlerimin ‘şaşımsı’ konumunu bozmaksızın bu Dostoyevski
sayfasının üzerinde sabırla beklerim. Ve işte o görüntü, evet!.. Bu, üç boyutlu
bir sahnede sara nöbeti geçiren adam Dostoyevski’nin ta kendisidir. O
kahkahalar atarak bana bakarken, ben hep şaşı gözlerimi bir daha eski haline
getirememenin korkusunu duyarak o sayfanın üzerinde beklerim.