Dünya 35 yıldır Jacques Brel'siz. Geçtiğimiz ekim ayı (1999) onun 20. ölüm yıldönümüydü. Bunu bahane eden Fransız rock'çuları ...
Onu anlamak için Fransızcanın F'si bile gerekmez
Brel dinlemek için Fransızcanın F'sini bile bilmeniz gerekmez. O her şeyden önce güçlü yorumu ve içtenliğiyle etkiler sizi. 50'lerde şarkılarıyla var olmaya başlayan, vahşet ve barış umudu arasında yırtılan neslin bir parçası Brel. İçinde bitmek bilmeyen bir enerji, yüzünde zor yılların izleri... Yaşlılık ve ölümden bahsetmek zoruna gidermiş, hele kendi yaşlılığı söz konusuysa. Yine de şarkılar yazmış bu konuda, hem de kaç tane. Açık seçik, çiğ çiğ yaşlılık ve ölümden bahseden şarkılar...
Şiddetli, ateşli kelimeler
Tipik bir kuzey ülkesinde yaşıyorsanız, gökyüzüne hakim gri rengi unutmak ve "dramdan kaçmak" için hayalperest olmalısınız. Şarkıları bütün insanlığa hitap eden Jacques Brel için de hayal gücünün gelişmiş olduğunu düşünmek zor değil. Oysa kendisi hiç de böyle düşünmüyor: "Aslında hepsi Belçikalı o şarkıların. Çünkü benim hayal gücüm, bildiğim ve gördüğüm yerler dışında geçen hikayeler bulmaya yetmez."
Bir başka söyleşide de renklerini esas Flandre'ye, o geniş ovaya borçlu olduğunu söylemiş:
"Neden? Nasıl? Bilmiyorum. Belki de manzaranın yavanlığından, üzerinde hamur sopası gibi dolaşan o gri gökyüzünden. O basık, endişe verici hava... Öyle bir şey ki Flandre, griyi, grinin bütün tonlarını taşıyor. Bakın, Georges Brassens Akdenizli. Şiddetli kelimelere ihtiyaç duymuyor, çünkü içinde bulunduğu manzaranın kendisi ateşli. Verhaeren, tam tersine. Hele Ghelderode! Bruegel, Van Eyck, Hals... tablolarına dağlar koymuşlar. Ovada yaşayan insanda yükseklik, ölçüsüzlük isteği oluyor. "
Brel'in enerjik ve hırslı oluşu, her şeyin dümdüz, yavan olduğu bir ülkede, Belçika'da demek ki bir gereksinim: " Menton'da bir kıza 'seni seviyorum' deniyor. Ama burada, Ninove'da, her şey gri, bugün yağmur yağıyor, yarın da yağacak... 'Seni seviyorum'unu avazın çıktığı kadar bağırasın ki, kız da hissetsin. "Başkeşiş Brel 18 yaşında okulu bırakıp babasının fabrikasında çalışmaya başlayan Jacques, iş onu fazla sarmayınca, kısa zamanda başka dünyalara adım atmış: Hasta ve yaşlılara yapılan tiyatro gösterilerine katılmak ve kabarelerde gitarla bestelediği şarkılarını söylemek... 24'üne gelip de gösteri dünyasına girebilme hayaliyle Paris'e gitmek üzere yola çıktığındaysa, arkasında üç yıllık eşi Miche ile kızları Chantal ve France'ı bırakmış. Yaptığı ilk kayıtlar kimseyi ilgilendirmeyince, orada tek başına ve parasız, vasat bir hayat sürdürmeye başlamış. Derken, 1956'da çıkan "Quand on n'a que l'amour", birden şansı ondan yana çevirmiş. Aşktan ve dostluktan bahseden bu ilk hit'le Brel, ilk olarak Katolik Fransız kesiminin gözüne girmiş. O günlerde adı, Brassens'in deyişiyle "başkeşiş Brel"e çıkmış. Ancak zamanla kendisine ilk ilgiyi gösteren bu çevreden uzaklaşıp gitgide daha da kişisel bir yazı ve yorum tarzı yakalamış. Sonraki şarkılarında "dostluk" temasına sadık kalmakla birlikte, aşk sözlerinin yerini kadın düşmanlığının ("Les Biches") aldığı görülüyor. Dahası, Tanrısallık yerini din adamlarına karşı tavırlara ("Les Bigotes", "A mon dernier repas"), naiflik ise antikonformizme ("Les Bourgeois", "Ces gens-lâ", "Le Moribond") bırakıyor.
"Ben" derken "sen"
Fransa'nın en büyük konser salonu Olympia'yı doldurmaya başladığı günlerde Brel, bir radyo programı kaydetmek için gittiği Cezayir'de bir gün arkadaşı Jacques Danois'ya gelip şaşkınlık içinde anlatmış: "
Bir takım adamlar demin beni görmeye geldi. Konuşup tartışmak istiyorlarmış. Düşünebiliyor musun? Benimle!"Brel'in neden bu kadar şaşırdığını anlayamamış Danois. "Adaletin, özgürlüğün, bağımsızlığın ozanı olan adam, doğal olarak Cezayir halkının da sözcüsü kabul ediliyor, bunda garip olan ne?" diye düşünmüş. Bunca tevazünün nedeni, aslında Brel'in kendi "yer"ini algılayamamış, hatta belki de kendini yeterince tanıyamamış olması. Meğer şarkılarında anlattığı hikayeleri de başkalarından yola çıkarak kurarmış Brel. Her ne kadar birinci şahısta söylüyorsa da, aslında "ben"i değil, "sen"i anlatırmış yani. Anlaşılan hep başkaları için heyecanlanmış, kederlenmiş, sevdalanmış, isyan etmiş... Gerçek "ben"in ise neler hissettiğini bilmediğini o zamanlarda farkeden Danois, "bu yüzden hep başkalarını anlatıyordu" diyor, "hatta bazen kendi olduğunu sandığı başkalarını."
B(r)elçikalılık
Brel'in içinde bulunduğu bu "kişilik çatışması", içinde yaşadığı ülke ve toplumun doğrudan yansıması olarak görülebilir. Brel'in gerçekte ülkesine ait olmadığı, hatta Belçikalı olmaktan nefret ettiği bile söylenir. Birçok insan Brel'i Fransız zanneder, haksız da değillerdir, çünkü Brel en çok Fransa'da yaşamış, ününü orada kazanmış, ayrıca kendini daima Fransa'ya daha yakın görmüştür. "Belçikalılık zor" diyor bir söyleşisinde, " Belçika, suni bir ülke. Bizler, hiçbir yere ait olmayan kişileriz. Ne tarihimiz, ne referansımız var."
Bunları biraz sert bir dille de olsa açıkça belirtmenin, bir halkın gerçekleri kendisinden saklamasından çok daha iyi olduğunu düşünüyor.
"Bazılarının içinde bulundukları şartları reddetmeye çalışması beni sıkıyor. Mikroskobik bir bölgede, mikroskobik problemlerle uğraşıyoruz. Sizce bu ülke, dil kavgasından biraz daha önemli olamaz mı? Bunlara alçak politika denir."Brel ile Belçika arasındaki bu karmaşık ilişki, aslında ilginç bir biçimde, her Belçika vatandaşının içinde bulunduğu durumun ve bunun getirdiği çok yönlü kimliğin yansımasından başka bir şey değil. Hayat standardının gayet yüksek olduğu Belçika'da, Fransız ve Flaman olmak üzere iki ayrı topluluk beraber yaşamakta (Almanya sınırında yaşayan ve Almanca konuşan azınlığı saymazsak). Ne var ki, bu küçücük ülkede burun buruna yaşayan iki topluluk, başta dil konusu olmak üzere birçok anlaşmazlık yüzünden uzun senelerdir birbirini yiyor. Fransızca konuşan Valonlar ve Hollandacayı kendilerine özgü bir diyalekte çevirmiş Flamanlar arasında politik, ekonomik ve sosyal alanlarda süren bu amansız "soğuk savaş", yakın geçmişte ülkeyi idari bakımdan ikiye ayırdı. Brel bugünleri görmedi ama, bir Flaman çocuğu olarak ömrü boyunca ülkesinin politik ve sosyal sorunlarını yeterince yaşamış tabii. Flaman asıllı olmasına rağmen Fransızca şarkı söylemeyi seçtiği için, dil konusunda son derece hassas bazı Flamanların gözünde, soyunu ve kimliğini inkar eden biriymiş. Önemsemiyor gibi görünüyorsa da, bu konunun bu kadar büyütülmesi onu çileden çıkarıyormuş: "Bir Finlandiyalı, neden ülkesi hakkında Almanca yazıp söylemesin? Ben frankofonum, çünkü bana öyle geliyor ki (belki de saflığımdan) bir demokraside, üstelik halk demokrasisi olmayan demokraside bile dilediğimiz ifade biçimini seçme hakkımız var. Flaman ırkındanım, ama hikayelerimi Fransızca anlatmak istiyorum."Bu aşırı hassasiyet konusunda sorulan sorulara kimi zaman, tepesi attığında, provokatif cevaplar verip ortalığı iyice kızıştırıyormuş. Bir gün çocuklarını Fransız okuluna yazdırıp da tepki alınca, cevabını vermiş:
"Size hiçbir kötülük yapmamış bu çocukları, Flamanca havlamaya zorlamanızı yasak ediyorum.
Jacques Danois ile yaptığı bir konuşmada "Flaman" ve "Flamingan" kavramlarını anlatıyor Brel:
-Sence Flaman nedir?
-Valla değişik Flaman türleri vardır.
-Nedir bunlar?
-Bir Flaman vardır, bir de Flamingan. Bunlar çok farklı iki kavram. Flaman, kaba, oluşmamış bir Fransızdır. Flamingan ise, yumuşamış bir Alman.
-Yani Flaman olmayan Flaminganlar mı var? ve Fransız olabilecek Flamanlar?
-Evet, tabii, bir sürü. Ben daha çok Flaman ırkındanım. Flamanlar da severim. Onlarla birlikteyken kendimi huzurlu hissediyorum.
-Onlar seninleyken huzurlular mı?
-Hayır!
-Niçin?
-Kendileriyle alay ettiğimi sanıyorlar.
-Peki bu doğru mu?
-Hayır, kesinlikle. Ama gel de onlara kanıtla!
Bütün bunlara rağmen, Brel'in hemen her şarkısında ülkesinden, insanlarından, aksanlardan ve yer isimlerinden örnekler bulursunuz. Kendi içinde çelişkiler taşıyan biri olarak kalacak bu sanatçı üzerine bir kitap yazan OlivierTodd, onun için,"Brel, Belçika'dan tutkuyla nefret ederdi" diyor.
Ne me quitte pas
1958'de yaptığı dördüncü albüm "La valse â mille temps" (Bin tempoluk vals) ile, en büyük başarılarını elde etmeye başlar Brel. Albümde bulunan birkaç unutulmaz parça var: "Les Flamandes", yeni doğan kızına yazdığı "Isabelle" ve yüzyılın en ünlü şarkılarından biri olan "Ne me quitte pas". Bu şarkının çevrildiği dilleri ve yorumlandığı albümleri saymak mümkün mü acaba? Rod McKuen'in "If You Go Away"inden başlayıp Frank Sinatra, Shirley Bassey, Neil Diamond, Tom Jones, Sting gibi birkaç bilinen ismi saydığımızda, geriye sadece Amerikalı olmak üzere 200 kadar şarkıcı kalıyor... Bu şarkının Brel'inkinden başka mutlaka dinlenmesi gereken bir yorumu varsa, o da kuşkusuz Nina Simone'unki. Aksanlı Fransızcasına rağmen her bir kelimeye hakkını öylesine vermiş ki, kendi sözleri olup olmadığını bile düşünebilirsiniz. (Bu arada, "Ne me quitte pas"yı Zeki Müren de okumuştu "Beni Terketme" diye.)
Aranjörü François Rauber, Brel'e zamanında gitarı bıraktıran adam olmuş. Bu yüzden az düşman edinmemiş Rauber. Ama ona göre, hayal gücü teknik gereksinimlerinin bir hayli ötesinde giden bu adam için gitar, onu ilerletmekten çok, yerinde saydırıyormuş. "Brassens için durum farklı. O el kullanacak adam değil, gitarsız çok utangaçlaşırdı. Ama Jacques, kendini ifade edebildi, patladı" deyip ekliyor Rauber: "Görüyorsunuz, o koca şeyi boynundan sarkıtarak yaşamaya devam etseydi, nasıl bir aktör, nasıl bir komedyen kaybedermişiz."60'larda Brel, artık yılda yaklaşık 300 kez sahneye çıkan bir yıldız olmuştur. Sadece şarkılarının içinde soluk alıp veren, gülen, ağlayan, sayıp söven, dil çıkaran, haykıran, susan, vücuduna sığamayan dev bir aktördür sahnede. Fikret Kızılok'un deyişiyle "Brel sanki her şeyin üstüne çıkmış ve bir uçuşa geçmiştir."
Beşinci albüm de büyük başarı kazanır. Olympia, onun şarkılarıyla yankılanıp durur: "Les prenoms de Paris", "Les Bourgeois", "Les paumes du petit matin", "Madeleine"... 1964'te yine unutulmayacak bir parça çıkarır ortaya: "Amsterdam", anne babasının ölümünden birkaç ay sonra Olympia'da verdiği konserde gerçek bir zafer olur. (70'li yıllarda "Amsterdam"ı olduğu gibi "La Mort'u (Ölüm) da yorumlayan David Bowie'nin kendisiyle karşılaşma isteğini Brel, geri çevirmiş. Bu konuda Brel'in, Bowie'nin "rock attitude"undan olduğu gibi "cinsel belirsizliğinden" de hoşlanmadığı söyleniyor.)
O yıllarda dünyanın dört bir yanında iyiden iyiye ün yapmış olan Brel, yavaş yavaş sahne hayatından yorulmakta olduğunu hisseder. 1967'de ise Olympia'da son bir konser vererek seyircilerine veda edecektir.
Markiz adaları
Konser hayatını bırakır bırakmaz önce tiyatro, sonra sinema hayatına başlayan Brel, 68 sonunda bir Amerikan oyunundan uyarladığı "L'homme de la Mancha"yı sahneler. Oyunda kendisi Don Kişot, Yeşilköy havaalanındaki talihsiz ölümüne kadar Dario Moreno da Sanço Panza'dır.
Brel 60'ların sonunda başlayarak Claude Lelouche, Marcel Carne gibi yönetmenlerin filmleri de dahil, on kadar filmde de aktörlük yapar. Edouard Molinaro'nun yönettiği, Lino Ventura ile oynadığı "L'emmerdeur", 73 yılında sinema macerasının sonu olur. 70'lerin başında, yönetmenliği de denemiş, iki senaryosunu da filme çekmiştir: "Le Far West" ve Barbara'yla birlikte rol aldığı "Franz".
Bu arada Brel'in yalnız sahneleri değil, müziği de tamamen bıraktığı söylentileri yayılmaya başlamıştır. Hasta olduğundan şüphelenilir. 72'de, birkaç şarkısını yeniden kaydettikten sonra, Markiz adalarına, bir zamanlar Paul Gaugain'e de yataklık etmiş Hiva-Oa'ya giderek ortadan kaybolmuştur. Hayranları onu yıllar boyunca, endişe içinde bekleyecektir. Yaptığı söyleşilerde artık söylemek istediği bir şey kalmadığını savunmaktadır Brel:"Buradan sonra ancak kendimi tekrar ederim, ama fazladan bir şey yapamam" der.François Rauber, Brel'in bu tutumunu ileride şöyle anlatacaktır:
"İster Mozart olsun ister bir başkası, bir zaman gelir, 'daha' iyi olursunuz. Sonra, imkanınız ve yeterli gücünüz varsa, 'en iyi' olursunuz. Brel, 'en iyi' oldu. İşte bunun için bırakmaya karar verdi. Çünkü ondaki o gururla, 'daha az iyi' bir şeyler yapmayı kendine yediremezdi. Bu gurur, pozitif bir duygu."
Derken son bir albüm yapar Brel. Aralarında "Jojo", "Orly", "Vieillir" de bulunan albüm, piyasaya adeta bir tören halinde çıkar: Müzik marketlerine gelen kutular kilitlidir, açılış şifresi herkese aynı anda telefonla verilecektir. Böylece 17 Kasım 1977 günü, saat 12:51'de kutular açılır, plaklar konur ve şarkılar bütün ülkede aynı anda dinlenmeye başlanır. Brel de adalardan geri döner, ama ne yazık ki söylentiler doğru çıkar. Ciddi biçimde hastalanmıştır. Hayatı son sürat yaşayan bu adamın vücudu, sonunda akciğer kanserine yenik düşmüştür. 9 Ekim 1978 günü Brel, 49 yaşında hayata veda eder.
Gülüş Gülcügil
Roll - 01 Ocak 1999